13 Ocak 2015 Salı

Unutamadığım Üç Kitap

Kadıköy Kuyubaşı mevkiinde, Marmara Üniversitesi Göztepe kampüsünün hemen yanında IV. Murat’ın av köşkünün bulunduğu yerde, eski Eğitim Enstitüsü binasında 12 Eylül’ün “kudretli” generali Kenan Evren tarafından açılan Atatürk Fen Lisesi’nde okurken edindiğim iki üç kitabın hayatımın temel akışını baştan sona değiştirdiğini düşünüyorum şimdilerde. Ortaokul sıralarında NFK’nın Çile’sini, Cinnet Mustatili’ni bir biçimde okuyup bitirmiştim. Fen Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersimize giren Hasan beyin hesabından Birleşik Dağıtım’ın Cağaloğlu’ndaki merkezinden kitaplar alıyor, okumalarımı sürdürüyordum. Bu şekilde birçok kitap alıp okudum. Bu yüzden Hasan beye ne kadar müteşekkir olsam yeridir. Cemil Meriç’in Kültürden İrfana’sı, Edward Said’in Oryantalizm’i, Yaşar Kaplan’ın Birinci Kitap ve İkinci Kitap adı altında iki kitapta topladığı hikâyelerini, Mustafa Kutlu’nun ünlü beşlemesini sözgelimi Birleşik Dağıtım’dan bu şekilde alıp okumuştum. Ancak hayatımın akışını değiştiren kitaplar değildi bunlar. Önemli kitaplardı kuşkusuz, ama ilgi alanımı temelde belirleyemediler. Sözgelimi hikâye yazmaya hiç özenmedim.



Sahaflar Çarşısı’nda dolaşırken gördüğüm Ülken yayınlarından Hilmi Ziya Ülken’in tercümesiyle yayınlanmış Etika dikkatimi çekmişti, daha doğrusu onun “more geometrico”su, geometrik düzende yazılmış olması… Fen Lisesi’nde okuyan ve zihni, Euclid geometrisinin aksiyomatik düzenine alışmış 16 yaşındaki bir gencin dikkatini celb etmesi doğaldır diyebilirsiniz pekâlâ. Tam da öyle değil aslında. İnandığı değerler ile ve kendisine öğretilen bilgiler arasında sürekli çatışma yaşayan bir gencin dramıdır bu kitabın okunuşu. Bir türlü kitapta yer alan önermelerin tam anlamına nüfuz edemiyor, bir türlü kitabın mantıki örgüsünün çekirdeğini ele geçiremiyordum. Günlerce elimden düşürmediğimi hatırlıyorum kitabı. Hatta bazı arkadaşlar da Allah’ın varlığını ispatladığını düşündükleri bu kitabı kendileri de okumak istemişlerdi. Şaşırmıştım onların bu isteğine. Fakat kitabı kıskanmadım. Okudular. Onların da çoğu benim gibi yarım bıraktılar kitabı. Yıllar sonra bitirebildim Etika’yı. Bu süreçte kaç kez okumaya başlayıp yarım bıraktım yahut kaç kez sayfalarını açıp aksiyomları, teoremleri, scolioları, sonuçları bağımsız olarak okudum Allah bilir. Spinoza’yla başladım felsefe okumaya. Felsefe merakımın kökü burada.



Ya şiirin?



1986 yazında, tatil için geldiğim Konya’da, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nün eski binasının bulunduğu pasajda sevgili kitapçı ağabeyimiz Mustafa Çalışkan’ın Enes Kitap Sarayı’nda tezgâhta duran bir kitap. Sapsarı buğdaylar rüzgârla eğilmişler. Kapaktaki bu resmi defalarca inceledim, iç kapakta yer alan flu fotoğrafı da… Kitabın üzerinde elyazısıyla “Erbain-Kırk Yılın Şiirleri” yazıyordu, yayınevi İklim, şairi İsmet Özel. Lisede, akşam etüdlerinde defalarca baştan sona hatmettiğim, birçok şiirini ve dizesini ezberlediğim bu kitabı 1988 Mayıs’ının beşinde Sultanahmet Dini Yayınlar Fuarı’nda İsmet Özel’e imzalatabilmek için yatılı okula son giriş saatini geçirmeyi bile göze aldığımı hatırlıyorum. İmza gününün bonusu elbette “Waldo Sen Neden Burada Değilsin”di. Bu kitabı da aynı gece uyumadan bitirivermiştim. Gergedan gibi zamanın çeşitli edebiyat dergilerinde kitap hakkında çıkan eleştiri yazılarını Kadıköy Gençlik Kitabevi’nde ayaküstü okuyup içimden, küfretmenin günah olduğunu bile bile küfrettiğimi de hatırlıyorum. O eleştiri yazılarının sahiplerinden helallik dilemek istesem olur mu acaba? Düşüncelerim değiştiği için değil, bir eleştiri yazısına küfretmeyi hâlâ kendime yakıştıramadığım için.



Tabii ki İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı, Üç Müslüman Bilge, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş de bu dönemde okuduğum kitaplardan. Karl Raimund Popper’a ait “Tarihselciliğin İflası” kitabı da önemli. Atlamamak lazım. Fen bilimleri mi sosyal bilimler mi? Fen bilimlerinin yöntemi ile sosyal bilimlerin yöntemi arasındaki fark? Sosyologların sürekli tartışma konusu ettikleri sorunları bir Fen Lisesi öğrencisinin kendine dert etmesi tamamen kültürel ve dini kaygılardan mı? Bu kadar emin değilim kendimden. O zamanki Murat Güzel ile bu zamanki Murat Güzel’in hayattan ve okuduğu kitaplardan beklentilerinin bu kadar aynı olmasını ummamak gerek.



Fen Lisesi’ndeki yoldaşım ve şimdi Başkent Üniversitesi Matematik Bölümü’nde öğretim üyesi Emre Sermutlu’nun lisede edindiğim okuma kültürüne katkılarını azımsayamam. Gâh Ziyaüddin Serdar’la “İslam Medeniyetinin Geleceği”ni düşünüyor, gâh Sıddıki ile “İslâm Ekonomisinin Temelleri”ni araştırıyor, gâh İsmail Raci Faruki ile “Bilginin İslamileştirilmesi”ni tartışıyorduk. “Müslüman Psikologların Çıkmazı”, “İslam’ın Uluslararası İlişkiler Teorisi”, “Dört Terim”, “Yoldaki İşaretler”, “Fizilalil Kur’an”, “Tarihsel Maddeciliğe Reddiye” hep bu dönemde okunmuş kitaplar. Şeriati’nin “Medeniyet ve Modernizm”ini elime tutuşturan Arif Hikmet Ilıkan’ın “Güzel kitap ama yazarı Şii. O yüzden okurken dikkatli ol” cümlesi hiç aklımdan çıkmaz sözgelimi. Hele şimdilerde Irak’ta Sünni-Şii çatışmasını örgütleyenlerin emperyalist ABD’liler ve İngilizler olduğunu görünce bu cümleyi bir Müslüman cemaate üye kardeşimizin ağzından duymuş olduğuma inanamıyorum. Ama öyle.



Şimdilerde dini kitaplardan çok felsefi ve edebi kitapları okuduğumu görüyor, “Acaba nerede hata yaptım ya da hata mı yapıyorum?” diye kendi kendime düşünüyorum. Özeleştirellik ve teemmülün hiçbir zaman bir Müslüman’ın yitirmemesi gereken en önemli vasfı olduğunu kayda geçiyorum. Bir mü’minin en önemli vasfının hafızası olduğu da bu kaydın bir gereği. Unutmamak gerekiyor, özellikle kitapları. Dönüp yeniden okumak, bilhassa okumak, düşünerek, akıl yürüterek okumak. Okumak.