28 Aralık 2016 Çarşamba

Batıcı aydınların Felsefe Mecmuası

Türkiye’de kökleri Tanzimat reformlarına kadar giden Batılılaşma hareketlerinin beraberinde yeni bir fikri hareketlenmeyi getirdiği de kuşkusuzdur. İlkin kurumsal, bürokratik, askeri ve eğitsel düzeylerdeki reformlarla başlayan Batılılaşma hareketlerinin Batıcı aydınlar eliyle topluma nüfuz etmeye başladığı bu fikri hareketlenme, tartışma ve müzakereler özellikle II. Meşrutiyet döneminde birbirinden farklı toplumsal düşünme yordam ve akımlarına da yol açmıştır. İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık gibi akımlar Batıcı fikir akımlarının hegemonize ettiği bu tartışma bağlamı içinde Osmanlı devletinin çöküşüne engel olma amacıyla formüle edilmiş farklı çözüm yollarını temsil eder.
Türkiye’de Batı tarzı felsefi düşünme yordamlarının uç vermesi ve hatta bu yordamlara uygun felsefi kavram ve söz dağarının da gelişmesi aynı döneme tekabül eder. Osmanlı’nın yıkılışı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti yılları boyunca hemen her dönem farklı kılık ve kıyafetlerle karşımıza çıkan tartışmalarda da farklılaşmaların soykütüğünü II. Meşrutiyet döneminden yola çıkarak oluşturmak ve yine hatta Cumhuriyet döneminde gelişen fikri cepheleşmelerdeki tarafları ilkin II. Meşrutiyet döneminde süregelen tartışmalarda teşhis etmek gayet mümkündür.
Osmanlı Batıcılığı
Osmanlı Batıcılığı içinde fikri etki bakımından ön plana çıkan Beşir Fuad, Abdullah Cevdet gibi isimlere ek yeni fikirleri topluma tanıtma ve bunların propagandasını yapma gücü bakımından da önemsenmesi gereken başka simalar vardır. Ahmed Nebil, Baha Tevfik, Suad Eldem gibi isimler bunların başında gelir.
İbrahim Edhem’in Réné Descartes’dan çevirdiği Usul Hakkında Nutuk kitabıyla başlayan Batı felsefi geleneğinden yapılan çevirilerle yeni düşünceleri Osmanlı toplumunda tanıtma, Batı tarzı felsefe yapma sürecinde bu isimler temsil ettikleri “materyalizm” mesleğiyle de dikkat çekerler. Louis Büchner’den çevirdikleri Madde ve Kuvvet eseriyle yoğun bir protestoyla ve reddiyelerle karşılanmış bu isimlerin II. Meşrutiyet sonrasındaki tüm tartışmalarda en azından fikri bakımdan belirleyici bir rol oynadıklarına hiç kuşku yoktur.
“Din gayrı ihtiyari bir felsefe, felsefe gayrı ihtiyari bir dindir” sloganı ve “Muarızlara hürmet, lakayıtlara merhamet” alt başlığıyla yayınlanan Osmanlı’nın isminde felsefe geçen ikinci mecmuasıdır Baha Tevfik ve arkadaşlarının yayınladığı Felsefe Mecmuası.
Her ikisi de “materyalizm” mesleğini benimsemiş Ahmed Nebil ile Baha Tevfik’in birlikte kurduğu Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi aracılığıyla yayınlanan 11 kitapla Osmanlı devletindeki Batıcı düşüncelerin II. Meşrutiyet devrindeki seyrini izlemek de mümkündür. Dergi Abdullah Cevdet, Subhi Eldem, Baha Tevfik ve diğer Batıcı aydınların kaleme aldığı ya da çevirdiği yazılarla bu devirdeki tartışma gündemlerine ışık tutuyor.

13 Aralık 2016 Salı

Gündeliğin içindeki sınırlar ve özgürleşme fırsatları

Hegel’in söyleyişiyle “En aşina olduğumuz, ama illa ki bilinen” bir şey değildir gündelik hayat. Tüm bireysel ve toplumsal aktivitelerin “ortak zemini” ya da “bağlayıcı dokusu” gündelik hayattır. Gündelik hayat her insan tekinin bir diğeriyle, doğayla, kurumlarla karşılaştığı, karşılıklı etkileşime girip dönüştüğü ya da dönüştürdüğü, iletişimsel becerileri edinip geliştirdiğimiz, çeşitli kuralları ve kavramları formüle edip uyguladığımız, birbirinden farklı ve çok çeşitli arzuları, acıları, mutluluk ve hüzünleri hissettiğimiz ve böylelikle bütün bunlarla birlikte insanlar içinde bir “insan” olduğumuz bir ortamdır.
Michael Gardiner, Gündelik Hayat Eleştirileri adıyla Türkçeleştirilen kitabındaki amacının gündelik hayatı ele alan sosyolojik çalışmalara bir giriş yapmak ya da modern gündelik hayatın farklı veçhelerinin özsel bir değerlendirmesini sunmak gibi genel amaçlar olmadığına işaret ediyor. Onun amacı teorik açıdan daha özgül: Anglo-Amerikan akademik dünyasında sıkça göz ardı edilen, gündelik hayat literatürüne ilişkin “gizli” bir geleneği gün yüzüne çıkarmak ve buna dair kapsamlı bir izah denemesi geliştirmek.
Dada ve Sürrealizm
Gündelik hayat eleştirilerindeki bu “gizil” ya da “karşı geleneği” Gardiner, yapısalcı yaklaşımların nesnelciliğiyle, konvansiyonel hermenötik yaklaşımların öznelci eğilimleri arasındaki dikotominin üstesinden gelmeye çalışan eleştirel bir yaklaşım olarak konumlar. Bu kapsamda kitabında ayrıntılı bir şekilde ele aldığı isim ve akımlar Dada ve Sürrealizm, Mikhail Bakhtin, Guy Debord ve Raouil Vaneigem ile temsil edilen Sitüasyonist Enternasyonal, Agnes Heller, Michel De Certeau ve Dororthy E. Smith’dir.
Gardiner’e göre, gündelik hayat her ne kadar rutinleşmiş, durağan ve düşünümsel olmayan öge ve özellikler sergilese de aynı zamanda son derece şaşırtıcı bir dinamizme, içsel bir kavrayış ve sınırsız yaratıcılık anlarına da sahiptir. Gündelik hayat zannedildiğinin aksine çok boyutlu, akışkan, kırılgan ve değişkendir.
Gardiner, açığa çıkarmayı umduğu isimlerin asıl derdinin gündelik hayatı sorunsallaştırmak olduğunu ileri sürer. Bu yüzden bu teorisyenlerin asıl muratlarının, gündelik hayatın çelişkilerini ortaya koymak, gizli kalmış potansiyelini gün yüzüne çıkarmak ve aleladelik anlayışımızı eleştirel bilgi seviyesine yükseltmek olduğunu ileri sürebiliriz.
Ele aldığı teorisyenlerin (post)modern sosyolojik teori ve düşüncelerden farklılıklarını ve bu karşı gelenekte egemen olmuş ana temaları eseri boyunca irdeleyen Gardiner’in kitabı gündelik hayatın dayattığı sınırların ve aynı zamanda sunduğu özgürleşme fırsatlarının da izini sürüyor.