13 Temmuz 2019 Cumartesi

Söylenebilir olanla görünür olan arasındaki ‘ilişkisiz’ ilişki

Çağdaş Fransız düşüncesinin son elli yılında en sık anılan isimlerden biridir Michel Foucault. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Bilginin Arkeolojisi, Cinselliğin Tarihi gibi birçok kitabı başta Türkçe olmak üzere birçok dile çevrilmiş bu düşünürün 1960’lardan 1984’teki ölümüne dek süren düşünme serüveninde bilgi, iktidar ve özneleşme (arzu) süreçlerine dair çözümlemeleri merkezi bir pozisyonda yer alır. Yakın dostu Foucault’nun ölümünden yaklaşık bir yıl sonra, Vincennes Üniversitesi’nde 1985 yılının Ekim ayından 1986 yılının Mayıs ayına dek verdiği derslerle onun düşünce sistematiğini felsefi bir bakışla kapsamlı bir şekilde şerhetmeye girişen Gilles Deleuze, Türkçe’ye Bilgi başlığıyla çevrilen ilk sekiz dersinde Foucault’nun bilgiye erişmek için birbirine bağlanması gerekli iki heterojen form olarak gördüğü söylenebilir olanla görünür olan arasındaki ‘ilişkisiz’ ilişkileri irdeliyor. 
Özne ve kuvvet
Bu ilk sekiz derste Deleuze, Foucault’nun birçok farklı eserine yayılmış fikirlerini yine ona ait ‘arşiv’, ‘sözce’, ‘epistem’, ‘ışık’, ‘arkeoloji’, ‘soykütüğü’, ‘kapatılma’, ‘dışarı’, ‘disiplin’ vb. kavramların nasıl oluşturulup bütün bu kavramların nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir bakışla ve kendine özgü bir yöntemle şerh ediyor. Böylelikle 1960’lardan başlayıp 1970’lerin ikinci yarısına, ‘biyoiktidar’ ve ‘yönetişimsellik’ kavramlarına gelene dek Foucault’nun düşüncesinde önemlice bir rol oynamış iktidar-bilgi sisteminin ikinci kısmına, bilgi kısmına eğilen Deleuze Foucault’nun bilgiye dair çözümlemelerinin sözcenin tarafında kalan ‘söylenebilir’ ile ışığın tarafında kalan ‘görünür’ün birbirine hangi şartlarla bağlanıp bilgiyi mümkün kılabileceğine dair bir girişim haline dönüştüğünü gösteriyor. 
Foucaault’nun yönelimsellik eleştirisi yoluyla fenomenolojiden, tarihe yönelik çözümleme ve göstermeleriyle ve her şeyden önce arşiv ve arkeoloji kavramlarını içeriklendiren bakışıyla yapısalcılıktan, tamamen kendine özgü bir yaklaşımla oluşturduğu sözce anlayışıyla da genel bir dilbilimden nasıl uzaklaştığını dersleri boyunca yeri geldikçe vurgulamaktan geri kalmayan Deleuze, Foucault’daki bu kaçış çizgilerinin oluşumunda etkin roller üstlenmiş Immanuel Kant, Raymond Roussel, Maurice Blanchot ve Hakikat Sineması akımının önemli yönetmenleri Duras, Straub ve Syberberg’in film çekme teknikleriyle yakınlaşmasını da inceliyor. 
Sekizinci dersin sonunda Foucault’nun kendini Nietzscheci görmesinin sebebini ‘gerçek özneyi kuvvet’ addetmesi ve şiddetten titizlikle ayırmasında gören Deleuze, bilginin indirgenemez iki formunun, yani söylenebilir olan ile görünür olanın iç içe geçmesini sağlayabilecek tek şey olan boyutun da kuvvet veya güç ilişkileri olduğunu ileri sürer. Foucault’nun düşüncesinde son derece önemli bir tema olarak beliren bilgi ve iktidardan oluşan ve bu ikilinin birbirinden ayrıştırılmasının imkansız olduğu bir sistem olarak iktidar-bilgi sistemine değinir. 
Foucault’nun düşüncesinin, koordinatlar icat eden, eksenlerin arkasında kendini geliştiren bir düşünce olduğunu vurgulayan Deleuze derslerini dinleyenleri de bu düşünüre güvenmeye davet ediyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder