1 Temmuz 2019 Pazartesi

Hafız-ı Şirazi'nin Divan'ını okumak



"Kim bir lamba yakmışsa, rüzgar onu söndürmüştür."
Moğol istilasının tarümar ettiği İslam dünyasının göbeğinde, bu istilanın olumsuz etkilerinin sönümlenmeye yüz tuttuğu, istilacıların İslam medeniyeti tarafından asimile edildiği bir tarihte, muhtemelen 1317 ila 1326 yılları arasında bir yılda doğduğu kabul edilen bir şair Hafız-ı Şirazi. Şiiriyle oluşturduğu kalıcılığın aksine hayatı hakkında elimizde yeterli bir bilgi yok. Ölüm tarihi kuvvetle 1390 olarak tespit edilir. Bu hesapça 60-70 yıl yaşamış. Zemahşeri’nin el-Keşşaf’ını, Sekkaki’nin Miftaḥu’l-Ulum’unu, Mutarrizi’nin el-Miṣbaḥ’ını, Siracüddin Urmevi’nin Metaliu’l-Envar’ını, Adudüddin el-İci’nin el-Mevaḳıf’ını okuması ve Hace unvanını kullanması dolayısıyla mensup olduğu ailenin toplumsal statüsünün yüksek olduğuna hükmediliyor genelde.  Öğrenimi sürecinde Kur'an'ı hıfzetmesi sonucu Hafız olarak tanınıyor. Asıl ismi Hace Şemseddin Muhammed olarak kayıtlı. Dini ilimlerin yanı sıra başta Arap edebiyatı olmak üzere oldukça sıkı bir edebiyat kültürü de edindiği sonucuna şiirlerinden yola çıkarak varmak mümkün. Ayrıca biyografisi hakkındaki kısıtlı bilgiler arasında dönemin musikisi ve diğer sanatlarıyla da ilgili olduğu ve ayrıca iyi bir satranç oyuncusu olduğuna da rastlamak mümkün. Gazellerinin oluşturduğu etki alanı ona ayrıca “Lisânü’l-gayb” ve “Tercümânü’l-esrâr” gibi unvanlar da kazandırmış.

Tasavvufla ilgisi olmakla birlikte  tarikatı ve şeyhi hakkında kesin bir bilgiye kaynaklarda yer verilmiyor.  Ancak Şemseddin Abdullah-ı Şirazi, İmad-i Fakih-i Kirmani, Seyyid Şerif el-Cürcani gibi mutasavvıf ve alimlerden istifade ettiği, Ni‘metullah-ı Veli, Hace Ebü’l-Vefa el-Bağdadi, Kemal-i Hucendi gibi şeyhlerle görüştüğü tezkirelerde kayıtlı. Hakikat yoluna kılavuzsuz gidilemeyeceğini söyleyen ve tasavvuf neşvesine sahip olan Hafız’ın zamanındaki şeyhlerden herhangi birine intisap etmemiş olduğunu düşünmek zor.

Hayatta iken şiirlerini bir divan halinde tertip etmediği için dilden dile ve ülkeden ülkeye dolaşan bütün şiirlerin ona ait olup olmadığı da tartışma konusu edilmiş. Bugüne kadar içindeki şiirlerin tamamının Hafız’a ait olduğu kabul edilen bir divan nüshası bulunamamış. Yakın zamana kadar şiirlerinin, bir rivayete göre kendisiyle de görüşmüş olan ve divanın çeşitli nüshalarının önsözünde sadece “câmi‘” olarak anılan Gülendam adlı bir kişi tarafından derlendiği kabul edilmekteydi. Bazı efsanevi anlatımlar Gülendam'ın Hafız'ın hemders bir arkadaşı olduğunu da aktarıyor bize. Yeni tesbit edilen eski tarihli üç divan nüshası, şiirlerin derlenmesine Hafız daha hayatta iken başlandığına işaret ediyor. Hacu-yi Kirmani, Selman-ı Saveci, Ömer Hayyam, Mevlana Celaleddin Rumi, Şeyh Sadi-i Şirazi ve Kemaleddin İsfahani gibi şairlerden de etkilendiği bilinir.

"Bütün bahçeler sende toplanmış, gül müsün nesin?"
Yahya Kemal'in “Rindlerin Ölümü” adlı şiirinde "Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;/Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle" diyerek onun kalıcılığına işaret ettiğini biliyoruz. Hemen bütün gazellerinde sehl-i mümteni gibi görünen bir sadeliği bize  yansıtan Hafız’ın şiirlerini anlamak için birçok şerh de yazılmış. Türkçe şerhler içinde en ünlüleri elbette Süruri, Şem'i ve Sudi'ye ait olanlar. Uzmanlar en mükemmel Türkçe şerhin de Sudi'ye ait olan şerh olduğunu kayıt düşüyor.
Bütün şiirlerinin toplandığı Divan’ında altmış altı rubai, mesnevi türünde bir sakiname ve bir muganniname, beş kaside, bir muhammes, dört mesnevi, otuz dört kıta, beş yüz dokuz gazel var. Hafız'a asıl ününü kazandıranın ise gazelleri olduğuna hiç kuşku yok. O, gazellerinde Mevlana’nın arifane söyleyişiyle, Sa’di’nin aşıkane üslubunu birleştirir. Rindanedir söyleyişi. Belki de rintliği bu iki veçhenin sentezi olarak görmek gerekir: Arifanelik ve aşikanelik. Beyitleri bağımsız formlar şeklinde olsa da herhangi bir gazelin tamamına duygu, uyum, düzen ve bütünlük ögelerinin egemen olduğunu görürüz.
"Mektubun Leyla'dan başka kimi var
Ya Leyla'ya gider ya Leyla'dan gelir"
Divanına Yezid bin Muaviye'ye atfedilen bir şiirden mülhem (başkaca bir şiirden, Ebulfazl Abbas bin Ahnef'e ait bir şiirden mülhem olduğu da iddia ediliyor bu dizenin) "Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ (Ey saki elindeki şarap kasesini dolaştırıp meclistekilere sun!)" dizesiyle başladığı için gelenekte "köpeğin ağzındaki lokmayı çalmak bir arslan için çok büyük bir ayıptır" şeklinde çok sert eleştirilere de maruz kalan Hafız'ın bu ilk dizesini  en az 10 Osmanlı şairinin iktibasen kullandığını da biliyoruz.

Hafız Divanı'nı Türkçe'ye ilk çeviren Abdülbaki Gölpınarlı, Hafız’ın şiirlerine konu ettiği şarabın gerçek şarap olduğunu iddia eder. Oysa pekala bu şiirin tasavvufi bir yorumu mümkündür. Sadi-i Bosnavi'nin şerhi bu yorumların ekserisini bize verir. Tasavvufi açıdan, içki meclisi ile tekke, feyz ve neşe meyhanesi olarak düşünülebilir. Şarap istiaresi ile aşk yolculuğunun, sevgiliden ayrı düşmüş aşıkın çektiği zorluk ve çilelerin rindane bir söyleyişle tasvir edildiği; aşıkın inleyişlerinin, çektiği eza ve eziyetlerin anlatıldığı bu gazeller, şarap ister gerçek anlamda ister tasavvufi anlamda yorumlansın, içerdikleri felsefi ve arifane inceliklerle mutlaka okunması gerekli şiirlerdendir.

Hafız divanı, Türkiye’de Mevlana'nın Mes̱nevi'si ile Şeyh Sadi'nin Gülistan’ından sonra en çok okunan Farsça metinlerin başında gelir. Fuat Köprülü, saz şairlerinin bile Şeyh Sadi gibi Hafız’a da yabancı kalmadıklarını söyler. Divan edebiyatının İran tesiri altında kalmış olmasıyla ilgili tenkit ve değerlendirmeler de çok defa Hafız etkisine bağlanır.

Sevgili, aşk, şarap, gül, sonsuzluk vb. konular etrafında gergef gibi işlenen Hafız’ın gazellerinin en önemli özelliği belki de irfani ve felsefi incelikleri ve latif düşünceleri en veciz, en açık ve en doğru şekliyle açıklamış olmasıdır. Her beyitte, kimi zaman da her mısrada “mazmun” diye nitelenen derin bir incelik bulmak mümkündür. Sanatsal süslerden yoksun pek az beyit görülür. Fakat buna karşın bu sanatsal süsler söylenen sözün "kolaylığı"nı zedelemez. Gazellerine atfedilen sehl-i mümteni, onun lafızları yerleştirme ve sanatları kullanmadaki gücünden neşet eder. Bu bakımdan da Hafız'ın kendisinden sonra yaşamış birçok şaire ilham kaynağı olduğunu vurgulamak gerekir. Elbette sadece kendi geleneğimizde değil, Almanların büyük şairi Goethe başta olmak üzere Batı'da da bu etkilere rastlamak mümkündür.

(Bu yazıyı yazarken hem Muhsin Namcu'nun hem Humayun Şeceryan'ın seslendirdiği birçok Hafız gazelini dinledim. Umuyorum ki okur da başta bestesi Abdülkadir Meragi'ye ait Nihavend Kebir Kar olmak üzere bu besteleri dinler.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder