19 Nisan 2022 Salı

Evrenselin taşıdığı ironi

 Modern dönemlerde egemen bir kanaat olarak sürdürülen bir fikir vardır. Modern kapitalizmin ilk kez görüldüğü Avrupa, dünya tarihi açısından da önemlice bir biricikliğe ve evrenselliğe sahiptir. Genelde Reform ve Rönesans'a atıfta bulunarak tasvir edilen süreçte Avrupa ünlü Alman düşünür Jurgen Habermas'ın deyimiyle kendi kendini yenebilmiş, kendi iç çelişkilerini çözebilmiş kültürel, siyasal ve ekonomik bir bütün olarak sunulur. İnsanlığın modern çağlar öncesinde çeşitli coğrafyalarında üretilmiş bilgiler dahi modern Avrupa'nın erişebildiği bilginin yanında devede kulak mesabesindedir. Hatta modern sosyolojinin kurucu isimlerinden addedilebilecek Max Weber, din sosyolojisi ile ilgili makalelerini topladığı bir cilde yazdığı önsözde kapitalizmin ilkin Avrupa'da görünmesini kişisel olarak ırki temellerle açıklama taraftarı olduğunu, ancak bu açıklama modelinin 'bilimsel' olmaması sebebiyle o yola sapmayacağını belirtir.

Diğer yandan özellikle "geri-kalmış", "gelişmekte olan" vb. isimlerle anılan ülkelerde ve farklı kültürlerde yaşanan modernleşme süreçlerinde izlenmesi gerekli modeller hep Avrupai bir nitelik taşımış, "Batılılaşma" adı verilen bu tarihsel vetirelerde izlenmesinin gerekli olduğu birtakım aşamalar bile handiyse belirlenmiştir. Bahsi edilen aşamaların Avrupa'nın modernleşme tarihinden türetilen aşamalar olduğu ise izahtan varestedir. Avrupa kültürünün, tarihinin, modernitesinin diğerlerine örnek addedildiği yaklaşımlarda belirgin bir Avrupamerkezci düşünme tarzının egemen olduğu da vurgulanabilir bu yüzden. 19. yüzyıl ilerleme fikirleri ve kökleri İskoç aydınlanmasına dek uzanan aşamalı tarih görüşlerine dayalı muhakeme tarzlarında hiç değilse işlevsel bir düzeyde Avrupa dışı tarihlerin Avrupa'nın geçiş dinamiklerini tekrarlaması gerektiği ileri sürülür. Diğer türlü "tarihin bekleme odası" denebilecek bir tarihsel aşamacılığın hâkim olduğu bu modellerde egemenlikten tutun da demokrasi, kapitalizm vb. Avrupa'nın fikri ürünlerini hak etmek için öncelikle Avrupalı imiş gibi davranabilmek şarttır.

Tarihsel sınırların ötesi

Hindistanlı tarihçi Dipesh Chakrabarty Türkçeye "Avrupa'yı Taşralaştırmak" adıyla çevrilen kitabında kültürel ve tarihsel sınırların ötesinde de geçerli olduğunu düşündüğü bir varsayımı dile getirerek postkolonyal düşünceyi ve tarihle farklılaşmaları tartışıyor. Söz konusu varsayım ise şu: "Demokrasi, haklar, vatandaşlık, modern bürokratik yönetim -kısaca benim 'siyasal modernite' olarak adlandırdığım şey- 'Avrupa'... düşünce gelenekleri olarak adlandırılabilecek geleneklerle her yerde bazı kaçınılmaz düşünsel mübadele ilişkilerine girer... modernite hakkında Avrupa kökenli fikirler 19. yüzyılda hiçbir zaman boş bir levhaya yazılmamıştır; bu fikirler tikel, yerel tarihler içinde kendilerini önceleyen fikir ve kavramlarla bazı mübadele süreçlerine girmiştir."

Mübadele süreçlerinin çeşitli ülkelerin entelektüellerinin soyut kavramlara tikel bağlamları içinde somut bir şekil ve vizyon vermeye başladıklarında ortaya çıktığını düşünen Chakrabarty, kitabında tikel bağlamlar arasındaki farklılaşma sürecine odaklanarak soyut evrensel kavramların asla aşamayacakları türden yerel ve tikel tarihsel köklere sahip olduğunu savlıyor. Chakrabarty'nin bu savının dünyanın her yerinde, bilhassa da Avrupa olarak bilinen yerde geçerli olduğunu bilmek gerekiyor. Siyasal modernitenin soyut düşünmeye duyduğu ihtiyacı inkâr etmeden somut ve tikel bir kendiliğin kendisini evrensel olarak görmeyi arzuladığı durumlarda ihtiyatlı olmanın gerekli olduğunu ifade eden Chakrabarty, hiçbir somut tarihin evrensel tarih olamayacağını iddia ediyor.

Bir tikelin evrenselin yerini işgal edebileceğini düşünen Chakrabarty'ye göre genellik ya da evrensellik ancak böylesi işgallerle görünürlük kazanır. Bu da evrenselliğin taşıdığı ironidir.