24 Şubat 2023 Cuma

Çalıkuşu yalnızca Çalıkuşu değildir

 En genel anlamıyla topluma dahil olması beklenen insanın karakterini inşa etme, becerilerini geliştirme ve toplumsal hayatta ihtiyaç duyacağı bilgileri ona kazandırma faaliyeti olarak görülebilecek eğitimin bu nitelikleriyle bütünüyle beşerî bir olgu olarak karşımıza çıktığı görülür.

Özellikle Türkiye'de eğitim konusunun sürekli gündemde olduğu, eğitimde başarı ya da başarısızlıkların tartışıldığı, ancak benimsenen eğitim yaklaşımlarının ve felsefelerinin ise bu tartışmalar esnasında göz ardı edildiği söylenebilir. Türk modernleşme tarihinde önemli bir yer tutan eğitim meselesinin bütünüyle çözümlenemediği, eğitim söz konusu olunca hep birtakım zorluk ve sıkıntılarla yüzleşmek zorunda kaldığımız, diğer toplumsal meselelerde ise eğitim yoksunluğunun önemli bir etken olduğu iddia edilebilir. Kendini bilme faaliyetinden ulus-devlet inşa sürecinin katalizörlüğüne, bazı ontolojik krizlerden paradigma dönüşümlerine, özgürlükten zorunlu eğitime, eşitsizliklerden rekabete, ahlaktan ideolojiye, müfredattan materyale, yapay zekadan metaverse'e kadar birçok konuyu eğitim odaklı tartışmaların ekseninde bulmamız bu sebeple olsa gerektir.

Analitik perspektif

Yılda iki kez yayınlanan ve baş editörlüğünü Ahmet Koyuncu'nun yaptığı Sosyoloji Divanı 20. sayısının dosya konusunu eğitim olarak seçmiş ve bu konuyu kadim tartışmalardan güncel meselelere kadar analitik bir perspektifle irdeliyor. Dosyanın editörlüğünü üstlenen Adem İnce'nin kadim zamanlardan günümüze eğitim düşüncesinde yaşanan dönüşümlerin mahiyetini incelediği yazısıyla açılan dosyada Mustafa Gündüz, Türk modernleşmesinde eğitimin rolünü Bernard Lewis, Niyazi Berkes ve Hilmi Ziya Ülken'in konuyla ilgili eserleri üzerinden inceliyor. Zekeriyya Uludağ ve Olcay Bayraktar ise Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kültür ve medeniyetin zihniyet oluşumuyla ilişkisini, toplumsal değişimin eğitimdeki yansımalarını Türkiye'de hakim eğitim teorisi bakımından ele alan makaleleriyle dikkat çekiyor. Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Çalıkuşu, Vurun Kahpeye, Ankara romanlarında topluma önerilen kadın öğretmenler kapsamında Türk modernleşmesinin ulus merkezli kimlik inşasında önemsenen eğitimin rolünü analiz eden Fatih Uyar, "Çalıkuşu'nda Feride, Vurun Kahpeye'de Aliye, Ankara'da Selma Hanım karakterleri giyim tarzları, düşünce biçimleri, bireysel özellikleri ve eğitim süreçlerinde ortaya koydukları yaklaşımlarla modernleşme ve çağdaşlaşma düzleminde toplumu eğitim vasıtasıyla kurgulamaya çalışan cumhuriyet kadrolarının emellerine katkıda bulunurlar" sonucuna ulaşıyor.

Dosyada yer alan makalelerinde Pierre Bourdieu'nun kavramları etrafında Taner Atmaca ve Eslem Arslan Türkiye'de sınava dayalı "eğitim yarışı"nın ürettiği eşitsizlikleri teorik olarak ele alırken Ali Baltacı ve Bulut Doğan eğitim bilimleri akademisinin ve eğitim araştırmalarının niteliğine ilişkin eleştirel düzeyi epey yüksek bir analiz gerçekleştiriyorlar. Ahmet Dağ ise siber dünyadaki Metaverse ve Yapay Zeka gibi teknolojik imkanların eğitim-öğretimde doğuracağı dönüşümlere, bu çalışmaların getirmesi muhtemel Eduaintment eğitim tarzını konu ediniyor. Ali Öztürk eğitim felsefeleri ve uygulamaları arasında yaşanan karmaşayı ele alırken İbrahim Hakan Karataş da modern okulun geçirdiği dönüşümleri dönemleştirerek bu dönüşümün bugünkü toplumsal boyutlarını çözümlüyor. Derginin söyleşi bölümünde Kanada McMaster Üniversitesi'nden Henry Giroux ile Adem İnce'nin söyleşisi yer alıyor. Giroux ile İnce eğitim kavramının neliğinden modern dönemde eğitimin nerede ve nasıl konumlandırıldığına, eğitim ile diğer modern süreçler arasındaki ilişkiye, paradigma dönüşümlerinden Giroux'un özgün kavramlarına kadar geniş bir çerçevede söyleşiyor. Dergide ayrıca Muhammet Esat Altıntaş, Hanife Özer Aksaray, Ferda Öney, Kasın Küçükalp, Murat Bozkurt, Abdülbaki Değer, İsmail Güler'in yazıları da yer alıyor.

Göç ve oryantalizmin ötekisi

 İnsanların coğrafi ve fiziksel olarak yaşadıkları mekanları, evlerini ve yurtlarını kapsamlı bir şekilde değiştirmelerine "göç" dendiğini biliyoruz. Özellikle Suriye İç Savaşı sonrası Türkiye kamuoyundaki birçok önemli siyasi tartışmada gündeme gelen Suriyeli göçmenler konusundan tutun da başta Afganistan olmak üzere dünyanın diğer birçok çatışma bölgesinde yaşanan insan hareketliliğine varıncaya kadar genellikle savaş sebebiyle can güvenliğinin tehlikede olması dolayısıyla yaşanan göç tipinin "zorunlu göç" olarak tasnif edildiğini de. Doğal afetler sonrası gerçekleşen göçlerin de zorunlu göç kapsamında değerlendirilebileceği düşünülebilir tabii ki. Büyük depremler, kuraklıklar, heyelanlar, yangınlar sonrasında da birçok göç yaşanmıştır. Elbette zorunlu göçlerin yanı sıra eğitim, iş vb. daha iyi hayat koşullarına kavuşabilmek için yapılmış gönüllü göçler de vardır.

Bu türlü tasnifler haricinde iç göç-dış göç, kalıcı ve geçici göç gibi tasnifler de bulunur. Sözgelimi Türk toplumunun 1950 yılında yüzde 25 oranındaki şehirleşmesinin günümüzde handiyse yüzde 90'ların üstüne çıktığını biliyoruz. Kırdan kente iş, eğitim vb. saiklerle gerçekleşen bu değişimin göçler olmaksızın açıklanmasının mümkün olmadığı da ortadadır.

Göç ve edebiyat

Yalnızca siyasal tartışmalarda gözde bir tema olarak değil, sanattan edebiyata iktisattan organize suçlara dek birçok alanda söz konusu edilebilecek merkezi bir tema olarak görülebilecek göç çerçevesinde hazırlanan Tezkire'nin 81. sayısı yayınlandı. Derginin gündem bölümünde yer alan üç yazının ilkinde Yasin Aktay, Türkiye'ye Suriye'den gelen yoğun göçün siyasal ve toplumsal bir değerlendirmesini yapıyor. İnsanın büyük ölçüde doğduğu topraklardan uzaklaşmasıyla gerçek anlamda varoluşsal bir nitelik kazandığını işaret eden Aktay yazısında göçün sorunlarıyla birlikte gelmesine karşın Türkiye'nin göreli gücü, tarihsel ve jeostratejik konumu ve refahıyla ilgili olduğunun da unutulmaması gerektiğini vurguluyor. Gündem kısmında yer alan diğer yazılarda Muhammed Hüküm göç ve edebiyat ilişkisi üstünde yoğunlaşırken Kerim Alptekin de "Kamusal Maneviyat" konusunu işliyor.

Dergide yer alan dokuz araştırma makalesinde göç, göç literatürü, kentleşme, toplumsal hafıza, Yemen Edebiyatı, Azerbaycan-Ermenistan gerilimi kapsamında yaşanan sorunlar, Venezüela'nın bitmek bilmeyen siyasi sorunları ve Latin Amerika'daki göç sorunu, oryantalizmin bir öteki olarak kurguladığı Doğulu Müslüman kadın imgesi, Fırat Kalkanı bölgesinde uygulanan sosyal politikalar irdeleniyor. Makalelerin sahipleri ise Yahya Aydın, M. Sinan Karabıyık, Şeyma Tamer, Adem Ü. Çatalbaş, Mesut Emre Balcı, Zeynep Badem, Betül Karakoyunlu & Müşerref Yardım, Lala Naghiyeva ve Abdülkadir Sarıbay.

Dergideki söyleşi bölümünde ise Hande Ustamahmut ile Esra Aydemir, Yusuf Adıgüzel'le göçe tarihsel bir perspektifle ele alan bir röportaj gerçekleştirmişler. Söyleşide Adıgüzel, ırkçılığın Türkiye'ye yapılabilecek en büyük ihanet olduğunun altını çiziyor.

Dergide ayrıca kitap incelemeleri, tanıtım ve değiniler de yer alıyor.

12 Şubat 2023 Pazar

İnsan demek kültür demek

Çağdaş Türk düşüncesinin son büyük mütefekkirlerinden olan Şaban Teoman Duralı 7 Aralık 2021'de vefat etmişti. Özellikle biyoloji felsefesi ve canlılık sorunu etrafında ördüğü Felsefe-Bilim anlayışıyla kendine münhasır ve sistemli bir şekilde felsefi düşünce üreten Duralı'nın çağdaş dünya sistemi ve medeniyeti etrafında da kapsamlı araştırmalar yaptığı, çalışmalar aleme aldığını biliyoruz. Türkiye'de felsefi düşüncenin gelişimine önemli katkılarda bulunan Duralı'nın yaşarken kaleme aldığı eserleri kadar verdiği derslerin kayıtlarının da gün yüzüne çıkması, okuyucusuyla buluşması onun düşünme çabasının vüsatini ortaya çıkaracaktır.

Doğu ve Batı medeniyeti

İstanbul Üniversitesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı başkanlığını üstlenen, felsefe bölümünü kurduğu Kırklareli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde dekanlık yapan Duralı'nın Kuala Lumpur Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi ve Viyana Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi sıfatıyla dersler vermekle kalmayıp aynı zamanda Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde bir süre görev yaptığını, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan gibi ülkeler başta olmak üzere ABD'den Güney Amerika'ya, Moğolistan'dan Küba'ya, Balkanlar'dan Avrupa ülkelerine kadar birçok ülkeye araştırma gezileri ve seyahatleri olduğunu düşünürsek felsefi macerasının sadece uzmanlık alanı olan biyoloji felsefesiyle sınırlı kalmadığını da görürüz.

Bütünlüklü bir düşünme sistemine sahip olduğunu hemen her eserinde gösteren Duralı'nın Zeytinburnu Kültür Sanat'ta 2015 ila 2018 arasında medeniyetler tarihi üst başlığıyla verdiği ders kayıtlarını bir araya getiren ve Din ve Felsefe-Bilim Açısından Doğu ve Batı Medeniyetleri başlığıyla yayınlanan metinler toplamı Duralı'nın Doğu ve Batı medeniyetlerinin temel özelliklerini, dini düşünce ve felsefe-bilimin ortaya çıkma serüvenleri açısından değerlendirirken canlılığın ortaya çıkışından tutun da coğrafi koşullar ve kültürler muvacehesinde toplumların oluşması, kavim göçlerinin meydana çıkardığı toplumsal fay hatları, kültürden medeniyete geçiş gibi konuları sohbet sıcaklığında okuyucuyla buluşturuyor.

Felsefi sistem

İnsan demenin kültür demek olduğunu, kültürle insanı ayrı bahisler olarak açmanın anlamsızlığını, toplumun kültürden bağımsız bir yapısının olamayacağını vurgulayan Duralı, elbette kendini ait gördüğü kültür ve medeniyetin, yani Türk kültürünün ve İslam medeniyetinin faziletlerine de sıklıkla değiniyor. Ancak, elbette Duralı bunu yaparken ne bu kültür ve medeniyetin meselelerini görmezden gelip diğer kültür ve medeniyetlere karşı onu olumsuz anlamda kayırıyor ne de diğer kültür ve medeniyetlerin faziletlerini büsbütün görmezden geliyor.

Kitapta elbette Duralı'nın kurduğu felsefi sistemin yansımaları fark ediliyor; ancak 3-4 yıl gibi bir süre boyunca katılımcıların da zamanla değiştiği bir ders halkasında verilmiş seminerlerin kayıtlarından kitabı oluşturan metinler toplamının ortaya çıkarılmış olması sistemli bir inşanın da mevcut olmadığı anlamına geliyor. Zaman zaman katılımcıların da sorularına cevap veren Duralı'nın söyleşi mantığı çerçevesinde ifade ettiği görüşlerin onun düşüncelerinin anlaşılmasına katkı verdiği de kuşkusuz.

3 Şubat 2023 Cuma

Yaşıyor muyuz yoksa bir rüyaya konu muyuz?

 Hayatımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz ve uykularımızda sık sık rüya gördüğümüz düşünülürse akıl yoluyla bildiklerimiz ile genelde sezgisel yollarla ve elbette daha çok rüyalardaki işaretlerle bize ihsas edilenler arasında varsayılan modern ayrımın, yani ilk grubun daha kesin ve inanılırlık derecesi yüksekken ikinci tür bilginin ise kolay kolay güvenilmez, kolayca yanlışlanabilir bir içeriğe sahip olduğu varsayımının beşerî hayatımıza müteallik taraflarının zayıf kaldığı düşünülebilir. Yaşıyoruz zannediyorken belki de bir rüyaya konuyuzdur. Hz. Peygamber'den bir hadis olarak nakledilen sözde olduğu gibidir durum: "İnsanlar uyur, ölünce uyanırlar." Doğu ve Batı bilgeliklerinde sürekli tekrarlanan husus hayatın bir rüya olduğudur üstelik.

Hayatın ayrılmaz parçası

19 yaşındayken Nazi Almanya'sında Arapça öğrenerek İslamoloji alanında doktora yapan, Ankara İlahiyat Fakültesi'nde ve Harvard Üniversitesi'nde çalışan, İslam tasavvufu ve bilhassa Hz. Mevlâna ile ilgili eserleriyle tanınan Annemarie Schimmel, Arap, İran, Türk ve Hint-Müslüman kaynaklarında bulduğu örneklerden ve kısmen kendi deneyimlerinden faydalanarak rüyayı ve rüya tabirciliğini inceliyor. Schimmel, Halifenin Rüyaları adıyla Türkçeleştirilmiş eserinde bu yolla rüya hayatının farklı alanlarından önemli gördüğü örnekleri aktarıyor. Kur'an-ı Kerim'deki rüyalardan ve Hz. Peygamberin rüyalarından rüya tabiri sanatının gelişimine, rüyayı görenle rüyayı tabir eden arasındaki ilişkiden rüya tabiri türlerine, salih ve sadık rüyalardan birden fazla kişinin aynı rüyayı görmesine kadar rüya ve rüya tabirciliği söz konusu olunca merak konusu olan birçok hususu irdeliyor.

İslam kültüründe rüyaların hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayan Schimmel Arapça, Farsça ya da Türkçe yazılmış herhangi bir eski bir eserde mutlaka önemli rüyaların zikredildiğini vurgular. Bu rüyaların genelde birtakım siyasi hesaplar ya da bazı siyasi olayların ifadesi için kullanıldığını da vurgulayan Schimmel aktarılan bazı rüyaların da sonradan uydurulmuş olabileceğini söyler. Öyle olsa bile, yani bazı rüyalar uydurulmuş olsa bile yine de önemlidirler; çünkü siyasette belli mekanizmaların işleyişini anlamamızda bize yardımcı olurlar.

Gerçekleşen rüya

Gerçekleşen rüyalar görmenin Müslümanlar için Allah'ın lütfuna bir işaret sayıldığını belirten Schimmel alem-i misal olarak adlandırılan ve saf tanrısal birlik ile insani varlığın çeşitliliği arasında bir yerde bulunan alemin tasavvufta geldiği anlam üzerinde de durur. 12. yüzyılın sonlarından itibaren tasavvufta alem-i misale bilen kişinin rüyasında ya da rüyetinde ulaşabildiğini kaydeden Schimmel, yeterli manevi gücü olanın alem-i misaldeki şeyleri maddi varoluş boyutuna taşıyabildiğine, orada gördüğü şeyleri çözülmesi gereken birtakım simgeler olarak değil dünyada tezahür edecek halleriyle gördüğüne işaret eder. Bu açıdan "gerçek çıkacak rüya" öbür dünyada saklı kalan şeylerden simgesel mesajlar getiren bir şey olarak tasavvur edilir.

Hem alem-i misal (mundus imaginalis) anlayışının hem dünyanın uyuyan bir kişinin rüyası olduğu fikrinin rüya öğretilerini etkilediğini belirten Schimmel, sufi öğretilerdeki rüya tabirlerinin büyük bir bölümünde bu anlayışın etkisini gösterdiğine kanidir. Kitabında İslam dünyasındaki rengarenk rüya alemlerinde gezinen Annemarie Schimmel'in rüyanın ve rüya tabirciliğinin mahiyeti, anlamı, konumu ve tarihi konusunda ilgi çekici bilgiler paylaştığını belirtmeli.