17 Ağustos 2021 Salı

Zihnî varlık sorguda

 Felsefe tarihinde ilk kez Farabi, İbn Sina, Ebu'l Berekat el-Bağdadi ve Fahreddin er-Razi gibi düşünürler tarafından önceki felsefi mirastan da yararlanarak oluşturulup tarihsel bazı kritik dönemeçlerde geliştirilen 'zihnî varlık' kavramı felsefe ve bilimin birçok alanında hüküm süren sorunsallıklara işaret eder. Zihnî varlık kavramı temelde ontolojik bir soruna işaret etmekle birlikte mantık, epistemoloji, psikoloji, zihin felsefesi ve hatta eskatoloji gibi birçok alanla irtibatlı bir meseleler yumağını ortaya çıkarır. Zihnî varlık sorununun gerek mahiyeti gerekse doğasından dolayı birbirinden çok farklı sayabileceğimiz alanları ve bu alanlardaki çeşitli sorunları içermede güçlü bir imkân ve yetenek sergilediği vurgulanabilir.

Aslında zihni varlık kavramına götüren düşünme biçimi çok basit bazı sorularla başlıyor: Dış dünyada yer alan herhangi bir nesnenin oradaki varlığı dışında zihinde de bir varlığı olabilir mi? Eğer dış dünyadaki nesnelerin zihinde de bir varlığı bulunuyorsa, zihindeki varlıkla dış dünyadaki varlığın varlık tarzları aynı mıdır? Eğer aynı değillerse, yani sözgelimi ateşin dış dünyadaki ısıtma, yakma, aydınlatma gibi özellikleri zihindeki ateşte bulunamayabilirse (ki bulunamaz) bu zihindeki varlık ile dış dünyadaki varlık arasındaki mahiyet farklarından mı kaynaklanır? Eğer öyleyse bu durumda bir nesneyi bildiğimizi nasıl iddia edebiliriz? Böyle bir durumda bilgi ve algı sayabileceklerimiz nedir? Herhangi bir nesnenin zihnimiz üstünde herhangi bir etkisi olmadan o nesneyi algılamadan ya da bilmeden söz açabilir miyiz? Doğruluk dediğimiz şey zihinde tasavvur edilen ile dış dünyadaki gerçeklik arasındaki uyum ve uygunluktan mı ibaret? Eğer öyleyse dış dünyada herhangi bir varlığı olmayan "yok" ya da "imkânsız" gibi nesneler hakkında nasıl doğru yargılarda bulunabiliriz? Dahası zihnî varlık alanı harici varlık alanının bir yansıması mıdır? Eğer durum böyleyse, zihnin soyutlamalar dışında gerçekliğe bağlı kalmaksızın varsayarak ürettiklerini nasıl yorumlamalı?

Kavramın icadı

Bu sorularla kısmen ortaya çıkan İslam felsefesindeki zihnî varlık sorununu irdeleyen metinlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir kitap Varlık ve Zihin. İki ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde antik Grek'te İslam dünyasına uzanan süreçte zihnî varlık kavramının ya da bu kavrama ilişkin ima ve içerimlerin izi sürülerek İslam felsefecilerinin bu kavramı ilk kez nasıl icat ettikleri gösterilmeye çalışılıyor. Kitaptaki metinleri derleyen Ömer Mahir Alper'in kitaba yazdığı bu yazı meseleyi hemen hemen bütün boyutlarıyla kavramayı kolaylaştırıyor. Kitabın asıl gövdesini oluşturan ve zihni varlık kavramının temel çerçevesini çizen İbn Sina'dan başlayarak sön dönem Osmanlı filozoflarından Mustafa Şevket Efendi'ye kadarki 38 filozofa ve onların 60 Arapça metninin Türkçe tercümesine yer verilen eserde kavramın ve görüşün farklı felsefi ekoller içerisindeki yansımalarının ve gelişiminin gösterilebilmesi amacıyla sadece "felasife"nin eserleriyle sınırlı kalınmamış; İbn Arabi'den Kadı Beyzavi'ye, Şemsüddin es-Semerkandi'den Abdürrezzak el-Lahici'ye birçok farklı ekolden müellifin metinlerine kitapta yer verilmiş. Ayrıca, Kara Seydi el-Hamidi, Taşköprizade, İsmail Gelenbevi gibi Osmanlı müelliflerinin konuya dair yazdıkları müstakil metinler Türkçeleştirilmiş.

Epey zorlu bir işin, bir kavramın bir gelenekte geçirdiği dönüşümün bütün boyutlarıyla ortaya konulması işinin önemli bir aşamasını başarı ile tamamladığını söylemek gerekiyor Ömer Mahir Alper'in.

Varoluşun dünyaya aidiyeti ve orada köklenişi

 Çağdaş felsefenin etkin akımlarından birini oluşturur fenomenoloji ve fenomenolojik araştırmalar. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı öncesi Almanya'sında fenomenolojik araştırmaları Edmund Husserl başlatmışsa da bu araştırmaların Max Scheler, Nicolai Hartmann, Martin Heidegger, Eugen Fink, Jean Paul Sartre, Emmanuel Levinas, Merleau-Ponty, Gabriel Marcel gibi önemli Almanca ve Fransızca yazan filozofları olduğu kadar başka dilde yazan felsefecileri de etkilediği söylenebilir. Sözgelimi 20. yüzyılın en önemli Çek filozofu sayılan Jan Patocka bunlardandır. Nasyonal Sosyalizm'in yükseldiği bir dönemde, 1932 ve 1933 tarihlerinde Berlin ve Freiburg'da (ki o sıralar Martin Heidegger rektördür) Husserl ile çalışan Patocka'nın 40 yıl sonra Vaclav Havel ve Çekoslavak insan hakları ve muhalefet hareketi ile 77 Bildirge'sini imzalayanlar üzerinde ciddi bir etkiye sahip olduğunun görüleceğini ifade edebiliriz. O, Ocak 1977'de yayınlanan Bildirge'nin sözcülüğünü üstlenmiş ve polis sorgusunun ardından 67 yaşında vefat etmiştir. Bildirgenin 242 imzacı ve üç sözcüsü vardır: Patocka, Havel ve Hayek. Böylelikle Patocka salt bir filozof olarak değil siyasi bir figür olarak da ele alınabilir.

Patocka'nın dönemleri

Patocka'nın farklı dönemlere ait metinlerinden oluşan ve Türkçe'ye Sorunsallıkta Yaşamak adıyla çevrilen kitap onun felsefesinin ana hatlarını görebilmek bakımından önemli. Kitaba yazdığı Sunuş yazısında Emre Şan, Patocka'nın felsefi girişiminin Husserl'in ve Heidegger'in izinde fenomenolojik bir girişim olduğunu vurguluyor. Şan'a göre Patocka, Husserl ve Heidegger'in fenomenolojilerindeki öznellik ve biçimselleşmeden kurtulmuş bir şekilde varoluşun dünyaya aidiyetini ve dünyada köklenişini düşünmeye çalışarak insan varoluşunu özel bir anlamda hareket olarak tanımlar. Patocka'nın felsefesinin ikinci kaynağını tarih felsefesi olarak belirleyen Şan, onun son kaynağının da antik Yunan felsefesi olduğunu vurguluyor. Patocka'nın Aristoteles okuyuşunun ona Husserl ve Heidegger'de devam ettiğini düşündüğü öznelci yanları aşma noktasında yardımcı olduğunu varsayabiliriz.

Ruh ve toplum

Kitaptaki Giriş yazısında Patocka'nın muhalif faaliyetlerinin yalnızca zamanının siyasi olaylarına bir tepki olmadığını, aynı zamanda felsefesinin özünde de yer aldığını vurgulayan Eric Manton, Patocka'nın felsefi kariyerinin başından beri içinden geçtiği siyasi olayları yazdığına işaret eder. Onun bu siyasi olaylar hakkında yazarken siyaset bilimi olarak nitelendirilebilecek bir bağlamdan ziyade siyasal olanı ontolojinin ve fenomenolojinin perspektifinden anlamaya, insanın tarihselliğini ve varlığın sorunsallığını düşünmeye, bireyin toplumdaki ve insanın özgürlüğündeki rolüne, bütün bunların varoluşsal bağlamına yoğunlaştığına değinen Manton, Patocka'nın ruhun toplumla ilişkili olduğu klasik siyaset felsefesiyle hemfikir olduğunu belirtir.

1933'ten 1975'e dek farklı dönemlerde kaleme alınmış ya da seminer olarak sunulmuş altı metne yer verilen Sorunsallıkta Yaşamak, felsefeyi kahramanlık ve "otantik kişi"yi bir muhalif olarak niteleyen Patocka'nın Türkçeye çevrilmiş tek eseri.

6 Ağustos 2021 Cuma

'Beni sohbet halkalarından yapmışlar'

 1980 sonrası Türkiye'deki dini-kültürel hayatın şekillenişine katkı vermiş birçok isim vardır elbette. Ama dergi ve kitap yayıncılığından tutun da sohbet ve okuma halkalarının oluşumuna, başta Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören vb. isimlerin eserlerinin geniş çevrelerce okunması ve yorumlanmasından tutun da bu isimler arasında evvelce vefat etmişlerin çeşitli etkinliklerle anılmasına, Yunus Emre ve Eşrefoğlu Divanı'ndan Muhammediye'ye kadar klasik kültürümüzün demirbaşı sayılabilecek eserlerin yeni bir bakış açısıyla okunmasına, İslami marşlardan Sabah Namazı Platformu'na kadar birçok etkinlikte mutlaka yer alan bir isim düşünmek gerekirse akla gelecek ilk isimdi M. Asım Gültekin. En son ana kadar Rasim Özdenören'in "gönüllü sekreterliği"ni de yapıyordu, öyle ki ölümüyle birlikte Özdenören "Sağ kolum koptu sandım. Tanımayanlar inanmayabilir. Onunla ben ağabey kardeşten, baba oğuldan daha fazla bir yakınlıktaydık. Onu ivazsız tavizsiz severdim" demişti. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni de olan Gültekin 2008'de yılın öğretmeni seçilmişti, lakin bana kalırsa o özellikle 1990'lı yıllardan bu yana bütün yılların öğretmeni olarak anılsa yeriydi. Sadece bir öğretmen saymak yersiz olurdu Gültekin'i, o bir dava adamıydı nereden bakarsanız bakın; iyilik ve güzellikleri yaygınlaştırmaya kötülüklerin sesini ise kısmaya çabalardı sürekli. Müslümansa ilkin kişinin güzelliği vurgulanmalıydı, hataları nasılsa konuşulurdu.

Belki de bu açıdan haksızlıklara karşı ilk ses yükseltenlerdi, nerede hangi coğrafyada bir Müslüman varsa Gültekin orasıyla mutlaka ilgiliydi. Moğolistan'dan Endülüs'e, Edirne'den Kars'a gerek İslam coğrafyasının gerekse Türkiye coğrafyasının hemen her yeriyle ilgili mutlaka yapılması gerekenin niteliğiyle ilgili kendine has bir görüşü ve tutumu olurdu. Hemence meşrep ve anlayış farklılıklarını öne çıkaranlara karşı o 'öz'ü, Müslüman oluşu önemseyen tavrı gösterirdi her zaman.

Yorulup bıkmazdı

Geniş bir çevre ve merakı vardı Gültekin'in; müzikten edebiyata, dergilerden kitaplara, sohbetlerden projelere, dilden vakıf ve derneklere kadar uzanan bu ilgi içinde çoğu kez yorulup bıkacağını düşünmeniz ise doğrusu abesti. Her daim gülümser bir yüzle çıkagelirdi, yeni bir proje olurdu mutlaka sadağında.

Geçen yıl 22 Temmuz'da vefat etti M. Asım Gültekin, ne kadar çok sevildiğini ardından yazılan yazılarla sosyal medya mesajlarıyla gördük. Son zamanlarında kısmen Hüseyin Rahmi Göktaş'ın geliştirdiği 'kök ses teorisi'ne dayalı, ama tamamen kendi yöntem ve bilgi kaynaklarıyla (kütüphanesinde üç yüzden fazla Türkçeye dair sözlük olduğunu biliyorduk) işlediği etimoloji dersleri ve yazılarıyla dikkat çekti. 1990'lı yıllardan 2010'lara kadar sürdürdüğü 'Beyaz Haberler'le başlattığı geleneği etimoloji çalışmalarıyla sürdürdü de denebilir.

Yaşarken sadece iki kitabı yayınlandı M. Asım Gültekin'in: Alışmak Ölümüne Karlı ve Birden Bine. Ama ardında yüzlerce dergi ve gazete yazısı da bırakmıştı. Geride bıraktığı dergi yazılarından bir kısmı geçtiğimiz aylarda kitaplaştı: Uçtun Yine Deli Gönül. Kitapta başta Genç dergisi olmak üzere çeşitli dergilerde Gültekin'in yayınladığı ve Müslümanların güncel hayatındaki çeşitli konulara dair görüş ve fikirlerini içeren yazılar kadar ölümünün ardından onun hakkında yazılan, birbirinden güzel şahitlikler içeren yazıların bir kısmı yer alıyor. Bu şahitlik yazılarını yazanların arasında Rasim Özdenören'den Mürsel Sönmez'e, Suavi Kemal Yazgıç'tan İbrahim Tenekeci'ye, Taner Yüncüoğlu'ndan Bünyamin Yılmaz'a kadar isimler M. Asım Gültekin'in tam da Mehmet Akif Ersoy'un bahsettiği Asımlardan olduğunun altını çizen satırlara imza atıyorlar.

Bir yazısının başlığı seçtiği "Beni sohbet halkalarından yapmışlar" cümlesini doğrulayan bu şahitlikleri okumak kitaptaki yazıları okumak kadar önemli ve gerekli. M. Asım Gültekin'in oğlu İbrahim Gültekin'in yazısını da içeren kitap Gültekin'in dostlarına bıraktığı yazıların derlenmesinden oluşan borç mirasının bir kısmını bu haliyle eda eyliyor. 50'den fazla derginin çıkarılmasına öncülük etmiş, birçok kişi ve kurumun gelişiminde önemli katkıları olan M. Asım Gültekin'in hatırasını içeren bu kitabın sırf bu yüzden bile önemli olduğu vurgulanabilir.

Hume'un nedensellik eleştirisi ve Alman idealizmi

 1781'de Immanuel Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'ni yayınlamasıyla başladığı 1833'te G. W. F. Hegel'in ölümüyle sonlandığı kabul edilen yaklaşık yarım asırlık bir sürede Alman idealizmi modern felsefe tarihindeki en önemli döneme damga vurdu. Başta Kant, Fichte, Schelling ve Hegel olmak üzere bu dönemde yaşayan önemli filozofların ve onların ileri sürdüğü düşüncelerin günümüzdeki birçok tartışmaya da önemli ölçüde esin verdiği, etkileri beşerî bilimlerde hâlâ hissedilen bu dönem birçok bakımdan Aydınlanma düşüncesi ve 1789'daki Fransız devriminin Avrupa'da oluşturduğu siyasal iklim bakımından da irdelenmeyi hak ediyor.

Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'nde genelde aklın yanlış kullanımlarını içeren metafizik varsayımları yazdığı kabul edilir; Kant böylece aklın sınırlarını bize göstermiştir. Kant'ın da önceden bağlısı olduğu Wolff-Leibniz sisteminin aklın yanlış kullanımlarını içeren metafizik bir sistem olduğu, Kant'ın aklın dogmatik kullanımını içeren bu uykudan David Hume sayesinde kurtulduğu ve bu kitabı yazdığı sık sık tekrar edilir. Birçok bakımdan bu görüş doğru ise de (ki Kant'ın kendi yazdıkları da 'dogmatik uyku'dan uyanmasına müsebbibin David Hume olduğunu teyit eder) Kant'ın amaçlarının tamamını kuşatamaz. Esasen Kant hem aklın metafizik amaçlardaki yanlış kullanımlarını, bir anlamda aklın antinomilerini eleştirir; hem de doğrudan David Hume'un akla dayalı bilgi imkanını eleyen ampirizminin eleştirilerine karşı rasyonalizmi savunur.

Kant'tan sonra

Hume'un ampirisizmine karşı savunulabilir bir felsefi program olarak Alman idealizminin başlamasına, Alman İdealizmini Anlamak adıyla Türkçe'ye çevrilmiş kitabında Will Dudley'in sunduğu öncelikli neden Hume'un nedensellik eleştirisi. Çünkü bu eleştirinin doğrudan şüpheciliğe ve determinizme dair bazı sonuçları vardır. Dudley, Kant'ın Hume'un deneyciliğinin sorunlarıyla başa çıkma çabasının, yani dogmatik uykusundan sert bir şekilde uyanmasının sebebinin Hume'a karşı rasyonel bilginin, ahlaki failliğin ve siyasi özgürlüğün imkanını korumayı mümkün kılacak bir cevap bulma arayışı olduğunu vurguluyor. Şu satırlar Dudley'e ait: "Felsefe Hume'un şu iddialarını çürütmek zorundaydı: Akıl insan davranışını yönlendirmeye ve harekete geçirmeye muktedir değildir, dolayısıyla insan özgür değildir. Asıl gayesi özgürlüğü ve ahlakiliği savunarak Aydınlanmanın ve modernliğin imkanlarını muhafaza etmek olan Kant'ın akıl "eleştiri"sinin içeriğini belirleyen proje buydu."

Özgür ve rasyonel

Kant'tan sonraki bütün Alman idealistlerinin düşünmelerinin özünü bu projenin Kant'tan daha titiz ve başarılı bir şekilde gerçekleştirmeye dayandığını kaydediyor Dudley: Özgür ve rasyonel bir yaşamın anlamını belirlemek. Bir yandan Marx ve Kierkegaard'a, bir yandan fenomenoloji ve varoluşçuluğa, bir yandan da eleştirel teori ve postyapısalcılığa giden birçok patikaya esin kaynağı olan Alman idealizmini yorumlarken Marx'ın söyledikleri bu bakımdan son derece önemli. Siyasal devrimi Fransızlara kaptıran Almanların buna karşı önemlice bir felsefi devrime kapı açtıklarını vurgulayan Marx'ın tespiti, Fransız siyasi devriminin amaçladığı 'eşitlik, özgürlük, kardeşlik" şiarlarıyla Alman felsefi devriminin programı addedilebilecek Alman idealizminin erişmeye çalıştığı özgürlük ve rasyonellik arasında önemli bir mutabakat görülebilir.