29 Kasım 2023 Çarşamba

Siyasal zamirler ve onların gölgeleri

Konya’nın siyasal zamirleri

 

İnsanı “zoon politikon” (siyasal canlı) olarak niteleyen Aristoteles’e göre haklı ve haksızı buluşturan, onların aralarındaki sorunu müzakere etmelerini sağlayan “söz”e sadece insan sahip olduğu için durum böyledir. Hayvanlar ise sadece acıyı ve hazzı dile getiren sese sahiptirler.

 

Bu anlamda söz sahibi olmanın ya da bir söze ortak olabilmenin siyasete katılım konusunda ilk şart olduğu ileri sürülebilir.

 

Siyasete katılımın ikinci şartını ise yine yüzyıllar önce Aristoteles’in hocası Platon belirlemişti: “zaman”a sahip olmak ve siyasalın üretildiği “mekan”da bulunabilmek. Dönemin Atina’sındaki senato toplantılarına uzakta olmaları ve yeterli zamanları olmaması sebebiyle katılamayan işçileri örnek veriyordu Platon.

 

Siyasal alandaki namevcudiyetlerine karşın yine de siyaset içinde yer aldıklarını söyleyebileceğimiz öznelere “siyasal zamir” diyoruz.

 

Meri siyasal süreçlere aktif olarak katılmamalarına karşın, bu süreçlere katılanlar üzerindeki söz hakları ve bu haklarını kullanmaya yeterli zaman ve mekanları olması hasebiyle siyasal zamirlerin de siyasal süreçlerin görünmez kahramanları olarak görülmeleri gerekir.

 

Peki, Konya’da tanımladığımız biçimde siyasal zamirler var mıdır? Bu figürlerin –eğer varlarsa- Konya yerel siyasetinin gelişimi bakımından önemi nedir?

 

Açıktır ki siyasal sürece katılımları teoride öngörülmüş bürokrasi, STK vb. kurum ve kuruluşların siyasal alandaki varlıklarını bizim adlandırmayı tercih ettiğimiz şekilde bir sıfatla anmak mümkün değildir. Bürokrasinin de STK’ların da en azından ilgilendikleri alanda “ortak söz”e katkıda bulunmaları, söz söyleme hakkına sahip olmaları yeterince “açık” bir husustur. Böyle bir katkı üretmeyen, haklı ve haksız arasındaki müzakerelerin üretildiği dilde varlık sürmeyen bürokrasinin de STK’ların da varlık sebebi sorgulanır diğer halde.

 

Bizim siyasal zamir olarak nitelediklerimizin ise bu tür bir teoride öngörülmüş siyasal açıklık konumunda olmamaları gerekir. Siyasete girebilmeleri mümkünken, bu imkândan feragat etmiş, ama yine de siyasal süreçler ve siyasi özneler üzerinde bir söz hakkına sahip olmuş kimselerdir siyasal zamirler.

 

Belki aktif olarak siyasal süreçlerde yer almalarını mümkün kılacak zaman ve mekânı bulamadıkları için böyledir durum. Niçin aktif siyasete katılmadıkları konusu tartışmamızın dışındadır anlayacağınız.

 

Buraya kadar epey ağdalı, kimine göre de “laf salatası” olarak nitelendirilebilecek teorik mülahazaları son dönemlerde Konya’da yaygınlaşan bazı figürlerin faaliyetlerini daha iyi kavrayabilmek, bu etkinliğin siyasal süreçlere olumlu/olumsuz etkilerini görebilmek için yazdık.

 

Elbette Konya’da da siyasal zamirler var. İsim isim bunları belirleyebilirsiniz. Biz bu isim belirleme işine, söz konusu figürlerin tercihlerine duyduğumuz saygıdan dolayı girişmeyeceğiz.

 

Sözgelimi hem siyasal hem ekonomik hem de dini açıdan Konya’da son derece etkin bazı isimler vardır, ama onları asla aktif siyaset içinde göremezsiniz. Her üç alanda da söz sahibidirler, sözlerini dinletirler; konuştukları zaman, ilgiyle söylediklerine kulak verilir. Konya yerel siyasetinin şekillenmesindeki rolleri de sanıldığından daha fazladır bu zamirlerin.

 

İleride de simalarını siyasal süreçlerde göremeyeceğiz bu zamirlerin ama sözleri hep etkin olmayı sürdürecek.

 

Siyasal zamirler ve onların gölgeleri

 

Siyasal alandaki namevcudiyetlerine karşın yine de siyaset içinde yer aldıklarını söyleyebileceğimiz öznelere “siyasal zamir” demiştik.

 

Bu “özne”leri illa tüzel ya da gerçek kişi olarak düşünmek zorunda değiliz.

 

Sözgelimi İslamcılık Türk siyasi sistemi içinde yasal siyaset imkânından mahrum bir siyasi akımdır. Hatta bir ara İslamcılığın Türk siyasi sistemi içinde “namevcudiyetiyle mevcut” olmasından kaynaklanan “kuşdili” sorunlarını dile getirmiştim.

 

“Kuşdili” merhum Erbakan hocamızın en gözde metaforlarından biriydi. O “Millî Görüş” dediğinde anlaşılması gerekeni anlaması gerekenler anlıyorlardı.

 

Sermaye, siyaset, din, aşiret ve akrabalık bağları da benzer siyasal zamirlerin üretildiği maden ocakları gibidir.

 

Siyasal alandan siyasal zamirlerin çıkması istisnai bir durum değildir. Genelde eski siyasetçi olarak adlandırdığımız zevat, aktif siyaset içinde olmamalarına karşın siyaseti yönlendirmek için gölgelerini kullanabilirler. Bunun için illa siyaseten yasaklı olmaları da gerekmez. Yasaklı durumda olmaları ise onların bu tür bir “söz hakkı”nı kendilerinde bulmalarını kolaylaştırır. Sözgelimi 1983-88 arasının meşhur “bir bilen”i olarak Süleyman Demirel’in böyle bir siyasal zamir sıfatı o dönem için vardı.

 

Ancak biz bütün bu ihtiraz kayıtlarına karşın, “siyasal zamir” dediğimizde fikir, akım, zümre vb. oluşumları değil, gerçek kişileri kastediyoruz.

 

Sözgelimi İstanbul’un siyasal zamirlerinin menbaı genelde sermaye ve iş çevreleri iken Ankara’nın bürokrasi olduğunu söylüyoruz.

 

Doğu ve Güneydoğu illerinde bu siyasal zamirler “feodal” ilişkilerle ortaya çıkar. Aşiret ağaları, şıhlar bu tür siyasal zamirlerin geleneksel boyutunu oluştururken, eli kanlı PKK terörünün de bu siyasal zamir konumuna sahip birçok kişiyi ortaya çıkardığına şahit oluyoruz.

 

Buraya kadar siyasal zamirler üstünde mekânsal değişimin etkilerini saydık.

 

Bir de zamansal değişimin etkileriyle değişir siyasal zamirler.

 

Dünün siyasal zamirleri ile bugünün siyasal zamirleri arasında bir fark olması gayet beklenebilecek bir durumdur yani.

 

Diğer bölgelerdeki siyasal zamirleri bir yana bırakarak Konya içindeki siyasal zamirlere bakalım.

 

Konya’daki siyasal zamirlerin iki ana kanaldan türediğini görmekteyiz: din ve siyasi ilişkiler. Dini cemaatler, topluluklar içinde o cemaatin ya da topluluğun lideri pozisyonundaki zamirin bağlılarından bir kısmını aktif siyasete yönelttiğini ya da kendiliğinden aktif siyasete yönelmiş bir kısım ihvanını desteklediğini görürüz.

 

Bundan başka bir dönem etkin siyasi roller üstlenmiş isimlerin, tıpkı Demirel’in “bir bilen” pozisyonu gibi uzlet köşelerinde kendilerinden tavsiye isteyen bağlılarına yardımcı olduklarına şahit oluruz.

 

Bu tür siyasal zamir ilişkilerinde Konya için AK Parti’nin sıkça zikredilmesi normal, ama diğer partileri de ıskalamamak gerekir.

 

Sözgelimi CHP’nin de kuvvetli siyasal zamirler yetiştirmiş köklü bir geleneği vardır. Bakkalbaşı’lar, Ulusan ailesi bu tür siyasal zamirlerin başında gelir.

 

Saadet Partisi cenahında “siyasal zamir”lik artık olağandışı değil, olağan bir durumdur. Millî Görüş geleneğinin bizatihi varlık sebebinin bu tür bir ilişki olduğunu yukarıda vurgulamıştık.

 

AK Parti’de durum nedir peki?

 

Bu soruya cevabı ileriki yazılarda vermeyi arzuluyoruz…

 

Konya’nın bir ricali: Mustafa Koruyucu

 

Siyaset “ortak söz”le ilgilidir. Siyaset, “ortak söz”ün ne olması gerektiğine ilişkin tartışmaların, o sözü kimin nasıl temellük edeceğine dair yürütülen mücadelelerin cümlesidir. Ortak sözü belirleme hakkına kimin sahip çıkacağı, bu hakka kimin ehliyetinin olduğu konusunda yürütülen mücadelelerin, verilen kavgaların bir neticesidir siyaset.

 

“Siyasal zamirler” deyişimizi anlamlı kılan da haddi zatında budur. Kendileri doğrudan ortak sözün ne olacağına dair verilen kavgada bir taraf olmasa da kavgayı kendi dilleriyle vermese de, kavgayı sürdürenler üstündeki etkileriyle, kavgada aktif rol alan öznelerin anlayışlarının oluşumuna yaptıkları katkılarla belirleyici bir güce kavuşmuş öznelere “zamir” diyoruz biz.

 

“Ortak söz”ün hakikat kavramına değgin bir yanı da var hiç kuşkusuz. “Hakikat”in metafizik çağanozu dahilinde şekillenen bir yan bu. “Ortak söz”, hakikatin toplumsal ve tarihsel cisimlenme şekillerinden biridir bize kalırsa. Bu açıdan “zamir”lerin toplumsal ve tarihsel hakikatlerin taşıyıcısı, onların “kurucu” ve “koruyucu” niteliklerine sahip çıkan kişiler olması kaçınılmaz bir yerde. Eğer öyle değilse ne zamir deyişimizin ne de hakikat ve siyasetin bir önemi ve işlevi kalır.

 

Konya’nın, bir şehir olarak Konya’nın beşerî ve tarihsel hafızasının capcanlı kalışında Kurucu ailesinin emekleri inkâr edilemez. Şu Konya’da yirminci yüzyılın büyük bir kısmında en etkin sivil inisiyatiflerden birini oluşturan bir ailedir Kurucu ailesi ve tabii bu ailenin efsanevi büyüğü Hacıveyiszade.

 

Yürüttükleri faaliyet doğrudan real-politik bir dile denk gelmese de Konya’nın “ortak sözü”nün oluşumuna katkıları büyüktür bu ailenin ve onun fertlerinin. Konya’da bugün söz söyleme ehliyetine sahip hemen herkesin üzerindeki terbiyevi talimleri hayırla yad edilen Hacıveyiszade Mustafa Kurucu’nun torunu, Kapu Camii’nde zaman zaman gönüllü imamlık yapan Mustafa Koruyucu’yu Konya siyaseti açısından etkin bir role taşıyan elbette ailevi kökleri değil sadece. Bununla birlikte kendine has yetişme tarzı, aldığı eğitim, benimsediği mütevazı hayat da buna bir etken.

 

İsmail Kaya hocanın en gözde talebelerinden biri aynı zamanda çünkü Mustafa Koruyucu. Aktif politik hayattan uzak duruşunda merhum İsmail Kaya hocanın etkisi ne kadardır, bunu bilemiyoruz, ancak AK Parti’deki son gelişmelerde Mustafa beyin önemli bir rolü olduğu da aşikâr.

 

Ihlamuraltı Sohbetleri’ne katılan isimlerin her biri bugün Konya’nın ve Türkiye’nin yönetiminde önemli roller üstlenmişse bunun irdelenmesinin gerekli olduğu ortada. Mustafa Koruyucu beyin akil pozisyonunu sürdüreceği ve etkilerinin önümüzdeki dönemlerde daha derinden hissedileceği de hiç kuşkusuz.

 

Konya, bir şehir olarak Konya, siyasetteki etkinliğini bir bakıma bu akil insanlarına borçlu. Demem o ki bu insanlar, yani Konya’nın ricalleri, kendileri görülmese de, bir nevi “gayb” olsalar da, sözleri ve tavırlarıyla şu şehrin, Sultan Alaeddin Keykubat’ın, Kılıçarslan’ın, Mevlana’nın, Konevi’nin, Nasreddin Hoca’nın, Mahmud Hayrani’nin, Urmevi’nin, Zeyneddin Sadaka’nın şehrinin hem siyasal, hem manevi hem de maddi sözüdür, ortak sözümüzdür onlar…

 

“Allah, bu tür insanların varlığını daim kılsın” demek bize ar gelmemelidir.


21 Kasım 2023 Salı

Libya düğümü neden çözülemiyor?

Tunus'ta 17 Aralık'ta kendini yakan Muhammed Buazizi'nin bu eylemiyle başlayan Arap Baharı sürecinde 2011'de Kaddafi rejimi aleyhine birçok ayaklanma yaşandı Libya'da. Mısır'da ilkin Hüsnü Mübarek'in devrilmesi, seçimle iktidara gelen Muhammet Mursi'nin 2013'te Sisi darbesiyle devrilmesi ve sonrasında hapishanede şehit olması, Suriye'de yaşanan iç savaş gibi bahardan çok kışı andıran olaylarla hatırladığımız Arap Baharı'nda Kaddafi karşıtı ayaklanmaların vuku bulduğu Libya'da bu ayaklanmalara başta verdiği sert tepki ve katliamlarına rağmen geri adım atmak isteyen Kaddafi rejimini Fransa ve ABD öncülüğündeki ülkelerin, bir anlamda NATO ve BM'nin verdiği destekle sona erdirdiğini görüyoruz. Kaddafi'nin öldürülmesini içeren NATO müdahalesi sonrasında dönemin Almanya dışişleri bakanı dahil birçok Batılı siyasetçi Libya'nın önünde yeni bir yol açıldığını ve bu yola dair umutlarını dile getirdi. Lakin NATO müdahalesi sonrası ülkenin içine sürüklendiği bir türlü sonlandırılamayan sivil savaş ve dünya gündemine yerleşen mülteci krizi NATO müdahalesiyle amaçlananın başarılamadığını, ülkenin kronikleşen sorunlarına yenilerini eklediğini açığa kavuşturdu. İşin aslı o ki, 42 yıllık Kaddafi rejiminin sonu Libya'da sorunların halledilmesi anlamına gelmiyordu, birtakım siyasi ve askeri gerilimler, çatışmalar Kaddafi sonrasında da sürdü.

Libya'daki bu çatışmaların doğurduğu vekalet savaşlarının bir yerde Hafter'le birlikte niyabet savaşlarına dönüşmesini işaret eden önemli bir tutamak sunuyor Ufuk Necat Taşçı 'Libya Kördüğümü' başlığıyla yayınlanan kitabında. Devletlerin askeri anlamda alan kazanmaya matuf yürüttüğü savaşların küreselleşmeyle birlikte değiştiği, siyasi ve ideolojik hareketleri merkezine alan bir savaş kavramının doğduğuna işaret eden Taşçı, savaşın siyasi, iktisadi ve sosyolojik etkilerini gözeterek sıcak savaştan kaçınan devletlerin çıkarları olan bölgelerde rekabetlerini sürdürebilmek adına farklı yöntemler kullandığına dikkat çekiyor. Devletlerin artık kendi düzenli askeri unsurlarını kullanmadıkları, ama bunun yerine bölgesel silahlı gruplarla ve aktörlerle iş birliği yaptıkları, bir yerde "dördüncü nesil savaş" olarak nitelenen yöntemi "vekalet savaşı" olarak niteleyebiliriz.

Muammer Kaddafi'nin 1969'da Libya Kralı İdris Senusi'ye yaptığı darbede yanında yer alan subayı Halife Hafter 2011 ayaklanmaları sonrasında başta ABD olmak üzere pek çok Batılı ülke tarafından sözümona DAEŞ'e karşı verdiği mücadeleden dolayı desteklendi. Yeri gelmişken ABD'nin Libya Büyükelçisi'nin de Hafter'e destek sunulmadan önce bir şekilde öldürüldüğünü kaydetmeli.

Uluslararası toplum ve BM tarafından Libya'daki tek meşru hükümet ilan edilen Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni tanımayan Hafter'in müteakip süreçte savaşın başka bir aktörüne dönüşmeye başladığını kaydeden Taşçı, uluslararası çatışmaların daha ölümcül, vekalet savaşlarına nazaran daha uzun süren ve savaşın pek çok formunu (vekalet savaşları, hibrit savaşlar) içeren niyabet savaşına kaydığını, naipliğin birçok karakteristik özelliğini sergilediğini ifade ediyor.

Postmodern çatışma

2011 sonrasında Libya'da gözlemlenen postmodern çatışmalar ve aktörleri, vekalet (proxy) savaşları ve niyabet (surrogate) savaşları kavramlarını kullanarak, savaşı ve Halife Hafter'in bir savaş aktörü olarak dönüşümünü irdeleyen Taşçı, ABD'nin vekili olarak Hafter üzerindeki kontrolünü onun naipliğe dönüşmesiyle kaybettiğini de vurguluyor. Niyabet savaşlarının karakteristik özelliğinin uzun süreli ve sınırsız çatışma, sivil-asker arasındaki ayrımın kalkması ve savaş etiğinden bağımsız çatışmalar olduğuna işaret eden Taşçı, siyasi çözümsüzlüklerin ana sebebi olduğunu da belirtiyor.

11 Kasım 2023 Cumartesi

Cumhuriyetin felsefesi

 Latince res publica ya da cumhuriyet en genel anlamıyla "kamusal işler" anlamı taşır. Bir kamu yönetim biçimi olan Cumhuriyetin monarşik ya da oligarşik olmayan devlet biçimlerini, o devlet içindeki vatandaş topluluğunun en üst güç ve en üst yasallık/meşruiyet kaynağı olarak görmemizi getirdiğini söylemeli. Halkın/milletin hakimiyeti, bu hakimiyetin tezahür ettirdiği irade Cumhuriyetin özsel niteliğini teşkil eder. Kökleri Hobbes, Rousseau, Montesquieu gibi modern filozoflara dayalı gelişen Cumhuriyet tasavvurlarında, yani modern zamanlarda yasanın toplumsal hayatın temel şartı olarak ortaya çıktığını belirleyebiliriz. Yasa ile toplumsal yaşam arasındaki karmaşık ilişkinin bir determinizme indirgenmesi tehlikesine karşın sözgelimi Rousseau "Her ne kadar yasa görenekleri düzenlemese de göreneklerin oluşmasını sağlayan yasa düzenidir. Yasama gücünü yitirirse görenekler soysuzlaşır" demektedir. Adını andığımız filozoflar yasa ile toplumsal düzen-yönetim tarzı arasındaki ilişkileri söz konusu ederek modern Cumhuriyet tasavvurlarının oluşumuna büyük katkı verdiler.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılını idrak ediyoruz. Yılda iki kez yayınlanan felsefe bilim ve sanat yazıları dergisi Özne'nin 38. kitabı 'Cumhuriyetin Felsefesi'ni konu ediniyor. Bahar 2023 tarihini taşıyan bu özel sayıda Özne'de konu çeşitli yönleriyle ele alınmaya çalışılıyor. Cumhuriyetin fikri temellerini, Cumhuriyet fikrinin kökenlerini tartışan yazılar kadar Cumhuriyetimizin 100 yıllık serencamı içinde felsefi düşüncenin gelişim sürecini serüvenini de ihmal etmeyen dergide bu yöndeki yazılar da yer alıyor. Bu minvalde Cumhuriyet döneminde eserleriyle öne çıkmış Cumhuriyetin ilk dönem felsefecileri, Baha Tevfik, Macit Gökberk, Takiyettin Mengüşoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Uluğ Nutku gibi isimlerin irdelendiğini kaydetmek gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 yıllık tarihinde felsefenin evrensel çapta haiz olması gereken yere ulaşamamasına karşın ulusal boyutta gelişme kaydettiğini belirten Sinem Özdemir İranlı düşünür Daryush Shayegan ile Nermi Uygur'u fikri bakımdan birlikte ele aldığı makalesinde geri kalmışlığı geride bırakarak ilerlemeyi sağlayacak ana çözümün felsefi ve fikri yeniliklerin dil ve kültür bağlamında herhangi bir yozlaşma oluşturmadan geliştirici bir şekilde birleştirilebilmesinin bireysel ve toplumsal bir görev olarak kabul edilmesinden geçtiğini vurguluyor. Bunun için gerekli olansa, Özdemir'e göre, eleştirel ve aydınlık düşünme ile hoşgörülü yaklaşımdır.

Sosyal gerçeklik

Cumhuriyet döneminde hermenötik geleneğin durumunu inceleyen yazısında Sait Vesek, Kamuran Birand, Sabri F. Ülgener ile Doğan Özlem'in bu konuda sarf ettiği görüşlere eğiliyor. Cumhuriyet döneminde etkili olduğunu bildiğimiz pozitivist eğilime zıt bir akım ve bu bakımdan tin bilimlerinin yöntemi sayılan hermenötik geleneğin gelişimine katkıları olan bu isimlerin değerlendirmelerini ele alan Vesek, özellikle son dönemlerde sosyal gerçekliğin araştırılması noktasında pozitivist geleneğin popülaritesini yitirdiği tespitini yaparak anlamayı ön plana geçiren metodolojik eğilimlerin giderek revaç kazandığını belirtiyor.

Dergide ayrıca Cumhuriyet döneminde felsefenin durumu ve geleceği konusunun yanısıra Mayıs ayında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili de bir soruşturma yer alıyor. Oğuz Adanır, Betül Çotuksöken, Hasan Aydın, İsmail Demirdöven, Doğan Göçmen, Afşar Timuçin, Yavuz Kılıç gibi isimlerin yer aldığı bu soruşturmada Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bugüne felsefenin geldiği nokta kadar seçim süreci ve sonucu da felsefi bakımdan ele alınıyor.

Demokrasi, cumhuriyet, özgürlük, insan hakları, cinsiyet, eşitlik, aydınlanma, din, toplum, ahlak vb. kavramlarının yeniden ele alınması gerektiğini düşünen bir talebin ya da ihtiyacın olduğunu düşünen dergide bu talep ve ihtiyaç Cumhuriyet bağlamında analiz ediliyor. Böylelikle yeni bir düşünce ufku hedefleniyor.

Hatice Nur Beyaz Erkızan ile Mustafa Günay'ın ortaklaşa edite ettiği dergide Afşar Timuçin, Onur Bile Kula, Yakup Kepenek, Ali Timuçin, Murat Bayram, Fatih Yıldız, Ayşe Çiğdem Kocaman, Betül Çotuksöken, Cemzade Kader Düşgün, Haluk Erdem, Mustafa Günay, Sevgican Akça Fişenk, Sinem Özdemir, Adnan Gümüş, Sait Vesek, Çiğdem Özbay, Volkan Koyutürk, Pelin Özdemir Taşdelen, Doğan Göçmen, Demet Altun ve Hasan Gençcan'ın makaleleri yer alıyor.