19 Ekim 2022 Çarşamba

Tiksinmenin, utanmanın sosyolojisi

 Duygular genelde ölçülemez, tartılamaz, tartışılamaz, hesaba kitaba gelmeyen keyfiyetlerden sayılageldiği için pozitivizmin yoğun etkisi altındaki son yüzyılda bilimler tarihinde pek ele alınmamıştır. Nicellenebilir, genelleştirilebilir, tekrarlanabilir olgularla uğraşan doğa bilimleri bir yana toplumsal bilimlerde de etkisi yoğun hissedilen pozitivizm sebebiyle duygular kolaylıkla ele alınan, tartışılan konular arasında değildir. Yer yer sosyal bilimcilerin edebiyatla, güzel sanatlarla uğraştığını görsek de genellikle çalıştıkları disiplinle uğraş konularını ele almaya pek yaklaşmazlar.

Toplumsal bilimlerin başlıcasını oluşturan sosyolojinin de duyguları ele almaya yeterli yer ayırdığı kolayca söylenemez. Buna mukabil sosyologların duygu verimlerine büsbütün bigâne kaldıkları da söylenemez. Sözgelimi sosyolojinin gözde kurucu babalarından Durkheim ilkel toplumlardaki dini ritüelleri ele alırken "coşku"yu, toplumsal eylemi çözümleyişinde Weber "anlam"ı, Marx'ın din için "kalpsiz dünyanın kalbi" derken duygularla kendi düşüncelerine bir dolayım aradıklarını görürüz. Erwin Goffman'ın sosyolojik çözümlemelerinde "utanç" ve "onur" kavramlarını yeri pek tartışılmaz; Goffman onların toplumsal hayatta edindikleri merkezi yeri açığa çıkartır çünkü.

Sosyal hareketlerde etkili

Bütün bunlara karşın 1970'li yıllara kadar duyguların sosyoloji içinde yeterince yer bulduğunu söylemek mümkün değildir. Sosyoloji içinde bugün gördüğümüz azımsanamayacak külliyatın son elli yılda, özellikle sembolik etkileşimci sosyolojinin mikro analizleri sayesinde oluştuğunu vurgulamak gerekir.

Baş editör olarak Köksal Alver'in yerini Ahmet Koyuncu'ya bıraktığı altı aylık sosyoloji Divanı dergisi 19. sayısında "Duygular Sosyolojisi"ni ana konu başlığı olarak belirlemiş. Bu konu etrafında yazılan yazıların hemen hepsinde duygunun sosyolojik imkanlarından çok, birbirinden farklı duyguların yerini araştıran bir ortaklık bulunduğunu belirtmek gerekiyor. Tiksinti, utanma, mutluluk, ağıt gibi çeşitli duyguları ele alan makaleler ayrıca kimlik, din, ekonomi, tüketim, sosyal hareketler gibi farklı alanları kimileyin duygular sosyolojisiyle ilgili literatürü kimileyin de bir roman ya da filmi çözümlemeleri için çerçeve olarak belirliyorlar. Dergide Asım Yapıcı din alanında duyguların ne tür toplumsal kategoriler oluşturduğunu çözümlerken İbrahim Halil Yılmaz, sosyal hareket teorilerinden hareket ederek duyguların sosyal hareketlerin oluşumu ve gelişimine etkilerini irdeliyor.

Sertaç Timur, Bahattin Cizreli, Alkan Üstün, Merve Betül Üçer, Hatice Budak, Aynülhayat Uybadın, Ekrem Saltık, Atakan Durmaz, Süheyla Ayvaz da yazılarıyla dosyanın tekamülüne katkı sunanlardan. Bu makalelerde endüstriyel mutluluk çağrısının eleştirisinden sinemaya dair tarihyazımında sözlü belgeler ve duygulara, 1980'li yıllarda Elele gibi popüler dergiler eliyle orta sınıfın hayat tarzı pratiklerinde yaşanan değişimlerden travmatik yas süreçleri ve Osmanlı devletinin çöküşünde bu tür bir sürecin duygular düzleminde neler anlatabileceğine kadar birçok ilginç konu ele alınmış. Sayı editörlüğünü ise Ali Zafer Sağıroğlu üstlenmiş.

Pembe Hıristiyanlar ve Rusya

 Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Çehov, Puşkin gibi birçok edibin eserlerinin Türkçeye çevrilmiş olmasına karşın on dokuzuncu yüzyıl Rus düşünce dünyası hakkında yeterli bilgilere Türkçede sahip olmadığımız söylenebilir. Özellikle onyedinci yüzyıl sonrasında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Rus devrimine dek süren büyük savaşların gerçekleştiğini ve bu iki devletin handiyse birbirinin can düşmanı olduğunu hatırlarsak Osmanlı devletinin bakiyesinin yön verdiği Türk düşünce dünyasında düşman komşunun fikri hayatının ihmal edildiğini görmek üzücüdür. Osmanlı'da olduğu gibi Rus düşünce hayatı bakımından en zengin ve karmaşık dönemi oluşturan ondokuzuncu yüzyılın toplumsal ve siyasal bakımlardan da epey hareketli geçtiği düşünülürse tıpkı Osmanlı devletinin bekası için türeyen siyasal akımlar gibi Rusya'da da Çarlık rejiminin bekası için birtakım akımların türediği, bu akımların ve tartışma konularının modern Rus siyasi düşüncesinin zeminini oluşturduğu açıktır.

Otokrasi savunusu

Napolyon savaşlarının ardından Rus entelektüelleri ve devlet adamlarının üzerinde en çok söz sarf ettikleri kavram olan "otokrasi"yi savunan Konstantin Nikolayeviç'in 1863'te başlayıp yaklaşık 10 yıl süren diplomatik kariyerinin sonlarında yazdığı eseri Bizansçılık ve Slavlık bir açıdan Rus siyasi tarihinin önemli kavramlarının edebi, dini ve tarihsel bir yorumu olarak değerlendirilebilir. Fransız ihtilalinin imparatorluk rejimlerini tehdit eden ilkelerine karşı olarak ilk kez 1833'te Çar I. Nikolay'ın Eğitim Bakanı Sergey Uvarov tarafından önerilen "Ortodoksluk, Otokrasi ve Milliyet" meşhur üçlemesinin de otokrasiyi devletin bekasının ayrılmaz bir parçası olarak gördüğüne şüphe yok. İngiltere ve Fransa gibi dönemin önemli batılı devletlerinin desteğini alan Osmanlı devleti ile Rusya arasında gerçekleşen Kırım Savaşı sonrasında, Rusya'nın Batı'dan izole edilişini jeopolitik bir dille yorumlayan ve Rusya ile Batı arasında antagonist bir ayrım olduğunu düşünen Nikolay Yakovleviç Danilyevski'nin akıl hocası olduğu Konstantin Nikolayeviç'in tıp öğretimini Kırım Savaşı sebebiyle yarıda bırakıp askeri doktor olarak cephede görev aldığını da belirtmeli. Fransız İhtilali'nin ilklerinin içerdiği tehditlere karşı "Peki biz ne diye endişeleniyoruz? Avusturya ve Türkiye ayakta durmuyor mu en nihayetinde? Avusturya ve Türkiye'nin ömrü uzun olsun (bilhassa bu sonuncusunun). Türkiye'nin varlığını sürdürmesi hem bizim için hem de Doğu'da bizle aynı inancı paylaşan çoğunluk için faydalı bir şey olduğunun bugün dahi pek çok kişi farkında" satırlarını kaleme almasının sebebi de bu.

Slav dünyasında Orta Avrupa Cermenlerine, Roma Kilisesine ve en nihayetinde Batı medeniyetine karşı Bizansçılığı savunmaya dönük bir eğilim yaygındır. Konstantin Nikolayeviç'in benimsediği tarih görüşünün bu eğilime yaslandığı gayet açık, bu tarih görüşüne göre fenomen tarihte asla yok olmaz, belki zaman ve mekân şartlarına ayak uydurup yeni bir forma girer, varlığını böyle idame ettirir. Dostoyevski ve Tolstoy'u "pembe Hıristiyan" olmakla suçlayan Konstantin Nikolayeviç Leontyev'in kitabında Rusya'nın "özgül bir yol"a sahip olduğunu ispatlamaya çalıştığını, bu özgüllüğün içeriğini de Bizans mirasçılığına dayandırdığını ifade edebiliriz.

Erol Güngör ve fikri mücadelesi

 Çağdaş Türk düşüncesinde Ziya Gökalp'ten Yılmaz Özakpınar'a ve günümüze dek uzanan muhafazakâr milliyetçi çizginin önemli duraklarından biridir Erol Güngör. Hem akademik bakımdan hem de içinde yer aldığı zengin ve geniş muhit bakımından yetişme dönemi son derece ilgi çekici olan Erol Güngör'ün fikri mücadelenin epey yoğun olduğu bir dönemde entelektüel sorumluluk duygusuyla içinde bulunduğu geleneğin kendisinden önceki mirasını deruhte ederek zenginleştirip sonraki kuşaklara devretmeye yönelik çabasında muhitinin de önemli katkıları vardır hiç kuşkusuz. Bu muhit içinde yaş ve kuşak bakımından Erol Güngör'ün öncüsü sayılabilecek birçok sima yer alır; Fethi Gemuhluoğlu, Ayhan Songar, Ziya Nur Aksun, Ali Fuad Başgil, Osman Turan, Nihal Atsız, İbrahim Hakkı Ayverdi, Mükrimin Halil Yınanç, İbrahim Kafesoğlu, Mahir İz bunlardan bazılarıdır sözgelimi. Mehmet Genç, Emin Işık, Mehmed Çavuşoğlu gibi isimlerle ise akrandır.

Güngör'ün özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra beşerî bilimlerin yeniden yapılandığı bir dönemde önemli çalışmalarını kaleme aldığını unutmamak gerekir. Ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak savaş öncesine kadar uzanan dönemde beşerî bilimlerde disiplin ayrımları önemli sayılmış, sosyolojiden antropolojiye birçok disiplinde çalışan bilim adamları kendi disiplinlerinin dışına adım atmakta tereddüt etmişlerdi. Erol Güngör'ün ise eserlerini kaleme aldığı dönemdeki gelişmelere uygun olarak asıl uzmanlık alanı sayılan sosyal psikolojide kapalı kalmak yerine diğer alan ve disiplinlere de uzanan bir bakışa sahip olduğu söylenebilir. Multidisipliner bir yaklaşımla sosyal psikolojiden tarihe, antropolojiye, sosyolojiye, din sosyolojisine, edebiyata ve edebiyat eleştirisine dahil edilebilecek yazılarını kaleme alan Güngör'ün ülkede yaşanan birçok meseleye özgün bir bakış geliştirdiği öne sürülebilir.

Garplılaşmanın neresindeyiz?

Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp ve Mümtaz Turhan gibi düşünce adamlarını kendi fikri öncüsü addeden Erol Güngör'ün eserlerinde sergilediği yaklaşımları çözümlemeyi ve onun düşüncelerini soğukkanlı bir şekilde analiz etmeyi amaçlayan Erol Güngör Kitabı'nda sosyoloji ve psikoloji çalışmalarıyla ön plana çıkmış birçok aydının yazısı bir araya getirilmiş. Mustafa Kemal Şan'ın editörlüğünü yaptığı kitabın ilk yazısında Mustafa Kemal Şan ve Adem Bölükbaşı Erol Güngör'ün Türk modernleşmesine dair düşünce ve eleştirilerini din ve toplumsal değişme bağlamında değerlendiriyorlar. Mümtaz Turhan'ın Peyami Safa ve Akis dergisinde gelişen çeşitli tartışmalarla başlayan ve ünlü "Garplılaşmanın neresindeyiz?" sorusunu baz alan Türk modernleşmesi eleştirisinden Güngör'ün etkilendiği boyutları ele alan ve bu etkinin Güngör'ün yaklaşımına nasıl yansıdığını soruşturan Şan ve Bölükbaşı'nın düşüncedeki sürekliliği göz önünde tuttuklarını söyleyebiliriz. Erol Güngör'ün asistanlık dönemlerinden arkadaşı olan ve kitap hazırlanırken vefat eden merhum Doğan Cüceloğlu'na ait ikinci yazıda Doğan Cüceloğlu'nun Erol Güngör'le ilgili hatıralarını okumak mümkün. Kitapta ayrıca Yılmaz Özakpınar, Tahsin Görgün, Kurtuluş Kayalı, Erol Göka, Murat Beyazyüz, Bedri Gencer, Fahri Yetim, Bilal Yamak'ın Erol Güngör'ün eserinin değerlendirilebileceği perspektifleri serimleyen yazıları bulunuyor.