22 Temmuz 2023 Cumartesi

Beden, anlam ve felsefi imalar

 Yirminci yüzyıl düşüncesi tarif edilmeye çalışılırsa anlam sorunu bu düşüncenin en temel uğraş alanlarından biri olarak görünür. Fenomenolojiden hermenötiğe, analitik felsefeden yapısalcılık ve postyapısalcılığa bu yüzyılda gelişen felsefi akımlar, Max Weber'in anlamayı açıklamaya önceleyen verstehen sosyolojisinden sembolik etkileşimci sosyoloji teorilerine ve Jung, Adler ve Freud'un çalışmalarına kadar felsefe, sosyoloji ve psikoloji disiplinlerinde ele alınan konular eninde sonunda anlam sorununa gelir ve orada düğümlenirler.

Anlam sorununun yanısıra çağdaş felsefenin odak noktalarından biri olan diğer önemli kavram yani beden, gerek analitik felsefede gerekse kıta Avrupası'ndaki felsefi yaklaşımlarda "beden ve anlam" olarak çoğu kez birlikte ele alınır. Bir anlamda bedenin anlama, değer verme, bilme vb. insana ait tüm entelektüel üretimlerin kaynağı ve temeli olduğuna dayalı yaklaşımlar, beden ve anlam ilişkisine dair birçok tartışmayı ateşler. Yeni bakış açılarıyla insanın dünyayla ilişkisi bedenli ve anlam veren/anlam oluşturan bir varlığın dünya ile ilişkisi olarak yorumlanırken beden hem bu ilişkinin hem de anlamın kaynağı olarak konumlandırılır.

KÜLTÜR VE BEDEN

Editörlüğünü Aysun Aydın'ın yaptığı Beden ve Anlam başlığıyla bir kitapta derlenen makaleler bedeni ve anlamı bu bakımdan birlikte tartışıyor, bedeni ve anlamı bir arada ele almanın sosyolojik ve felsefi bağlamda taşıdığı imalar konu ediliyor. Derlemedeki makalelerde beden ile anlam arasındaki ilişkinin kuruluşu, anlamın bedensel temasla ilişkisi, anlamın beden karşısında ya da bedenden ayrık, ondan yalıtılmış bir halde konumlandırılması, beden üzerine inşa edilen toplumsal, ideolojik, kültürel ve tarihsel anlamlar, bedeni biçimlendiren bu türden anlamlar, bedenin mekanla ve bulunduğu mekana bağlı olarak ortaya çıkan anlamlarla ilişkisi, yani bedenin mekansallığı, bedenin hayat ve ölümle ilişkisinin anlamı dahil olmak üzere birçok konu ele alınıyor, tartışılıyor.

Bedensel/tensel hermenötik imkanını soruşturan derlemedeki makalesinde Abdullah Başaran, anlamın okurun bedeni ile okunan metin arasındaki karşılaşmada ve bu karşılaşma dolayısıyla yaşanan tensel temasta ortaya çıktığını kaydederek okumaya yönelik tavırları felsefi ve fenomenolojik bir tavra dönüştürme imkanını ve bu yolda çıkabilecek zorlukları tartışıyor.

Hilary Putnam'ın semantik dışsalcılık olarak özetlenebilecek görüşünü ele alan Pakize Arıkan Sandıkcıoğlu ise Putnam'ın "Anlam'ın Anlamı" makalesini esas ittihaz ederek semantik dışsalcılığın sadece terimlerin anlamları ile sınırlı kalmadığını aynı zamanda zihinsel durumların içerik bakımından dışsal olarak belirlendiği iddiasını onun verdiği örnekler, düşünce deneyleri ve çözümlemeler ışığında tartışıyor. Böylelikle Putnam'ın semantik dışsalcılığının felsefi sonuçlarını değerlendiriyor.

Derlemede Ayşe Uslu'nun "Otonom Beden ve Anlam: Bir Anti-Temsiliyetçi Anlam Kuramı Olarak Etkinleşimcilik", Aysun Aydın'ın "Bedensel Deneyim ve Örtük Anlam: Gendlin'in Yeni Fenomenolojisi", Mehmet Fatih Elmas'ın "Hayatta Kalmak ve Yaşamak Arasında: Spinoza'da Bir Beden Ne İfade Eder?", Meral Timurturkan'ın "Kadın Bedeni ve Bedene Gömülü İktidar Pratikleri", Cihan Eratn'ın "Beden, Anlam ve Mekan: Mahkum Bedenin Dövme Üzerinden İnşası" başlıklı makaleleri de yer alıyor.

Böylelikle günümüz kültürel ögelerinin beden ve anlam üzerine kurulu bazı kavram ve kabulleri ve kültürel kodların bunlar etrafında nasıl oluştuğunu da tartışmaya dahil etmek mümkün.

15 Temmuz 2023 Cumartesi

İki asırlık MİT tarihi

 Kökleri yenileşme tarihimizin başlangıcına, Yeniçeri Ocağı'nın II. Mahmut tarafından lağvedilmesine kadar götürülebilecek modern Türk istihbarat tarihinin elbette istihbarat faaliyetleri dolayısıyla bilinmeyeni, gizli ve saklısı çoktur; lakin herhangi bir istihbari faaliyetin gizliliği ve saklılığından kaynaklanmayacak sorunları da var bu alanın. Bu sorunların başında elbette popüler kültürde, matbuat ve TV'lerdeki diziler yoluyla istihbarat konularının birtakım komplo teorileriyle çarpıtılarak, Teşkilat-ı Mahsusa gibi aslen istihbarat örgütü olmayıp Gayrınizami Harp örgütü sayılması gerekli bazı kurumların istihbarat örgütü olarak değerlendirilmesi gibi çeşitli akademik araştırmaları yanlışa sürüklemiş hatalarla, bazen de asıl meslekleri tarihçilik olmayan gazeteciler, senaristler, roman yazarları veya güvenlik bürokrasisinden emekli olan zevatın bazı ideolojik şartlanmalarla malul, bilhassa yönlendirilmiş ya da kurgulanmış sayabileceğimiz hususlarla bezeli çalışmalarının neticesinde bu tarihsel zeminin bozulması geliyor.

19. yüzyıldan günümüze Türk istihbarat tarihini ana hatlarıyla incelemeye çalışan Polat Safi'nin kitabı Millî İstihbarat Teşkilatı bu açıdan son derece değerli ve önemli. Safi kitabında hem popüler bir dil tutturmaya gayret ediyor hem de bahsedilen sorunları alandan tasfiye ediyor.

Dört ana dönem

Modern Türk istihbarat tarihini dönemselleştirmeyi amaçlayan Safi 1826'dan günümüze kadar uzanan bu uzun kesiti istihbarat paradigmaları çerçevesinde dört ana ve dört ara dönemde ele alabileceğimizi ileri sürüyor. Bu dönemselleştirmesinde Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti ve MİT üzerinden modern Türk istihbaratını ve pratiklerini şekillendiren anlayışları tespit eden Safi böylelikle hem Türk istihbarat tarihinde tekin süreç ve eğilimleri daha anlaşılır kılıyor, hem Türk istihbarat ve pratiklerinin bağlamlarını vuzuha kavuşturuyor hem de bu tarihteki önemli dönüm noktalarını görmemizde bize yardımcı oluyor. 1879 yılından Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar olan süreç Safi'nin ele aldığı ilk dönem, ikinci dönemse 1927-1945 dönemi, yani MAH'ın kurulduğu tarihten başlayıp İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna uzanan dönem. MAH personelinin CIA tarafından eğitilmesini esas tutan üçüncü dönemse Soğuk Savaş sonuna kadar uzanıyor. 1955 ila 1990 arasını kapsayan bu üçüncü dönemin akabinde 2010'dan günümüze dördüncü ana dönemin başladığını ifade ediyor Safi. Bu ana dönemler haricinde elbette dört ara dönem de tespit eden Safi, 1826 ila 2009 arasındaki ilk üç dönem ile 2010'dan bu yana süren ana dönem olarak modern Türk istihbarat tarihini iki önemli unsura ayırıyor. Beş önemli husus etrafında bu ayırma girişiminin haklılığını ispata girişen Safi ilk üç dönemde etkin reaktif ve savunmacı karakterli yaklaşımın 2010'dan itibaren kademeli bir şekilde dönüşmeye başladığını işaret ederek dekapitasyon faaliyetlerine kadar uzanan bu faaliyetleri özetliyor.

Osmanlı devletindeki gizli polis teşkilatından II. Abdülhamit'in hafiyelik sistemine, Teşkilat-ı Mahsusa'dan Milli Mücadele yıllarındaki Karakol, Mim Mim ve Felah gruplarına, MAH'ın kuruluşundan MİT'e geçişe kadar önemli bilgiler veren Safi, Suriye, Irak, Libya, Karabağ ve Somali'deki istihbari faaliyetlerden Rusya Federasyonu, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İran'a karşı icra edilen istihbarata karşı koyma operasyonlarına ve FETÖ, PKK ve DEAŞ'la yürütülen mücadelelere kadar birçok meseleyi daha iyi anlamamızı kolaylaştıracak bilgiler içeren Polat Safi'nin kitabı ilk defa yayınlanan MİT arşiv ve belgeleriyle de ilgi çekiyor.

8 Temmuz 2023 Cumartesi

Erken dönem Yunan felsefesi

 Hemen bütün felsefe tarihlerinde ilk filozoflar olarak anılır Sokrates öncesi felsefe ile ilgilenenler. Yedi Yunan hakimden Pytagoras, Parmenides, Heraclitus'a, Thales, Anaximander, Anaximenes sıralamasına kadar presokratik filozoflar hakkında tüm bilgilerin onlardan daha sonraki eserlerde aktarılan alıntılar ve anektodlar olduğunu söylemek gerekir.

1988'de Napoli'de verdiği derslerde bir bakıma "Batı kültürünün başlangıcı" olduğu kabul edilebilecek Yunan felsefesinin başlangıcını inceleyen Gadamer Türkçeye "Felsefenin Başlangıcı" adıyla çevrilen derslerde bu incelemenin sebebini açıklarken son derece dürüst: "Bu konu yalnızca tarihsel bir ilgi oluşturmuyor. Radikal bir dönüşümün yanı sıra, bir belirsizlik ve özgüven eksikliği döneminde bulunan kendi kültürümüzün mevcut sorunlarıyla da ilgili; bu nedenle tamamen farklı, bizimkinin aksine Yunan kültüründen doğmamış olan kültürlerle bağlantı kurmaya çalışıyoruz. Yunan düşüncesinin gelişiminin ilk aşamalarına ilgi duymamızın bir nedeni bu." Presokratiklerin incelenmesinin bir bakıma Batı düşüncesinin yazgısına dair anlayışı derinleştireceği umudunu taşıdığı bu bakış açısıyla Gadamer, Thales, Homeros ya da M. Ö. 2. yüzyıldaki Grek dili analiziyle değil Platon ve Aristoteles'in aktardığı şekliyle psresokratik felsefeyi inceliyor. Ona göre böylesi bir tutum alış zorunlu; çünkü "Presokratiklerin felsefi bir yorumu ancak bu yolla mümkün... Bunun dışındaki her yöntem, felsefe içermeyen bir tarihselciliktir."

İLK YORUMLAYAN ALMANLAR

Batı felsefesinde presokratikleri araştırma ve metinleri ana dilinde derinlemesine yorumlama görevini ilk kez üstlenenlerin Romantikler olduğunu vurgulayan Gadamer, 18. yüzyılda Avrupa üniversitelerinde felsefi metinleri orijinal dilinde incelemenin genelgeçer bir kural olmadığına dikkat çekerek el kitapları yerine orijinal metinlerin incelenmeye başlanmış olmasının önemli bir tutum değişikliğini yansıttığına işaret ediyor. Presokratiklerin felsefi araştırma ve yorumuna ilk girişen Alman düşünürlerin Hegel ve Schleiermacher olduğunu söyleyen Gadamer özellikle Hegel'in eserlerinde presokratik felsefenin Hegel düşüncesi için ne kadar önemli olduğunu gösteren birçok unsur bulunduğunu da vurguluyor. Gadamer'e kalırsa Hegel diyalektik düşünme yönteminin mimarisini inşa ederken presokratklerle işaret edilebilecek felsefenin ilk patikalarının kendisine rehberlik etmesine izin vermiştir. 19. yüzyılda Hegel ile beraber klasik felsefeye yönelik tarihsel araştırmayla birlikte felsefenin presokratiklerle sürekli yeniden başlayan ve hiç bitmeyene bir diyalogunun da başladığı sonucuna ulaşan Gadamer, presokratikleri felsefi incelemesinin öncülü olarak "başlangıç" kavramının birbirinden ayırt edilmesi mümkün olmayan üç anlamını belirliyor: "Tarihsel-zamansal anlam, başlangıç ve sona ilişkin refleksif anlam, başlangıca ilişkin en olası ve en sahici düşünceyi, yani nasıl bir rol izleyeceğini önceden bilmeyen bir başlangıca ilişkin anlam."

20. yüzyılın başında etkin Eduard Zeller ve Wilhelm Dilthey isimleri yardımıyla presokratikleri yorumlama denemesinde Hegel ve Schleiermacher'in süregelen etkilerini betimleyen Gadamer "sorunlar tarihi" ve "etkin tarih" gibi hermenötik yaklaşımının önemli bileşenlerini de bu isimler üzerinden paylaşıyor.

Presokratikleri, yani Batı düşüncesinin başlangıcı ele alırken kendisine en sağlam zemin olarak Platon ve Aristoteles'in metinlerini seçen Gadamer, böylelikle presokratik düşüncenin tutarlı bir biçimde yorumlandığı metinler olarak Platon ve Aristoteles metinlerini kabul ettiğini gösteriyor. Presokratik felsefeyi, Platon ve Aristoteles metinlerinin bu felsefeden aktardığı fragmanlar ve görüşler doğrultusunda yorumlayan Gadamer derslerinin sonunda Martin Heidegger'i anmadan edemiyor: Batı düşüncesinin en büyük dramının presokratiklerde olmayan metafiziğin uçurumuna düşüş olduğunu iddia eden bir Heidegger.