OSMAN SÖĞÜT
2008’de
yayımlanan Uzak Koku’dan sonra ikinci şiir kitabınız Mutlak Müzik 2020’de
yayımlandı. Az yazan yahut az yayımlayan bir şair olmanın kendi özelinizde eksi
veya artılarından bahsedilebilir mi? Bu bağlamda şiir yazmanın gerekçeleri
üzerine ne demek istersiniz?
Doğrusunu isterseniz az ya
da çok şiir yazmanın yahut yayınlamanın kendi içinde bazı olumlu nitelikler
taşıdığı kadar handikaplar da taşıdığı doğrudur. Çok yazmanın ve sık sık yayın
yapmanın getirdiği olumlu nitelikler arasında elbette tanınırlığın daha çabuk
gerçekleşmesi vardır. Ama kof bir tanınırlıktır bu kanaatimce. Yazmayı ve
yayınlamayı kestiğiniz an unutulursunuz çünkü. Ayrıca bu durumun sanatınız
açısından pek matah olmadığı da ortadadır. Zaten zayıf olan eleştiri ortamının
size ve yayınladıklarınıza olumlu ya da olumsuz, ama bir biçimde bakacaklarını/göreceklerini
düşünmek bir yana, siz bile kendi sanatınıza dönük özeleştirel tutumu bu tempo
içinde zor tutturursunuz. Diğer yandan az yazıp yayınlamanın da getirdiği
birtakım olumlu nitelikler kadar baş etmekte zorlanacağınız kimi handikaplar
doğurması kaçınılmazdır. Bu handikapların başında elbette ‘usta’laşmak gelir;
ama bu ustalık değil, deyim yerindeyse virtüeldir, sanaldır. Etki uyandırmaya
dönüktür yani. “Aaa” denir yazıp yayınladığınız nadirata, “ne kadar ustalıkla
inşa edilmiş ne kadar ustaca söylenmiş.” Ama bu kadardır olup biten, önü arkası
yoktur. Halbuki her şeyin kararında olması, her şeyin kararında bırakılması
gerektiğini bilenler ne zaman ne kadar yazıp yayınlayacaklarının da takdir ile
oluştuğunun farkındadırlar. Ne kendilerini ne de okuyucuları zorlarlar.
Bu açıdan bir şiirin en
önemli unsurudur bana kalırsa yazılma gerekçesi. Yazılma gerekçesi olmayan
herhangi bir metni, sadece şiire değil edebiyatın ya da bilimsel disiplinlerin
diğer birçok alanına dahil etmek de güç olacaktır. Elbette şiirle diğer edebi
türlerin sözgelimi öykünün, romanın ya da tiyatro eserlerinin arasında bir fark
vardır; ama bu farkın yazılma gerekçesinin ötesinde olduğunu düşünmek
mümkündür. Çünkü bir öykü de bir şiir gibi kendi gerekçesine sahiptir.
Gerekçesiz sanat olamaz. Diğer edebi sanat alanlarında değil de şiir alanında
yazmanın gerekçesi ise diğer edebi sanat alanlarıyla şiir arasındaki farklardan
kaynaklanır hiç kuşkusuz. Bu farkların neler olduğunu ise uzun boylu anlatmak
gerekmez. Neyin öykü neyin şiir olduğunu bilenler için gayet vazıhtır bu
farklılıklar.
Kimi sevgilisine aşkını
beyan etmek üzere şiir yazar kimi ise kendi bunalımlı benliğini avutmak üzere
şiire başvurur. Fark edildiği gibi her iki tutumu da kendime uzak buluyorum.
Sevdiğim biri olmadığı için ya da kendi benliğimi dört başı mamur, düzgün bir
halet-i ruhiyeye sahip gördüğüm için değil tabii ki. Sevdiği kişiye aşkını şiir
yoluyla beyan etmeyi, ona özel şiirler yazmayı ya da bunalımlı benliğini
avutmak üzere şiire başvurmayı büsbütün yanlış bulmadığımı söylemeliyim bu
arada. Ama herhangi bir şiirin yazılma gerekçesinin sadece bu tür şeylere irca
edilmesini de doğru bulmuyor, en azından ben bu tür bir gerekçeyi gerekçe
saymıyorum.
Şiir olma haysiyeti taşıyan
her şiirin yazıldığı dilin damgasını üstünde taşıdığı malumdur. O dilin, yani
yazıldığı dilin en kuvvetli, en mehabetli metinleri arasındadır şiir. O dili, o
dili konuşan halkın kültürünü en dolaysız şekilde o dilde yazılan şiirlerde
bulmamız bundandır. Demem o ki şiir yazıldığı dili konuşan halkın sesinin ve
kültürünün izlerini taşımakla kalmaz; bir yerde o halkın atan nabzı, hayatı
yaşayış ritmi de olur. Şiir hep bunu başarır, bunu bize gösterir.
Uzak
Koku, Murat Güzel şiiri için iddialı ve başarılı bir çıkış oldu. “İronik realizm” adını verdiğiniz poetik
düşüncelerinizle de mütecanis açılımları gösteren bir kitap olarak
değerlendirilebilir. Size soracak olduğumuzda Mutlak Müzik’i poetik olarak
nereye koyarsınız?
Uzak Koku
hakikaten dediğiniz gibi benim “ironik realizm” diye formüle ettiğim poetik
yaklaşım için önemli bir açılımdı. En azından bu kitapta yer alan The Question
For Amnesia, Tarih Değil Tongadır-Bir Toz Meseli-, Avrupa Birliği’ne Hayır gibi
bir anlamda kurucu şiirler ironik realizmin önemli doğurgularıydı. Bu şiirler
ve kitapta yer alan diğer şiirler ironik realizmin vüsati konusunda okuyuculara
bir fikir veriyordu. Mutlak Müzik de ironik realizm açılımının
doğrultusunda önemli şiirler içeriyor. Deyim yerindeyse ironik realizmin pivot
metinleri sayabileceğimiz birçok şiiri içeriyor Mutlak Müzik. Mümtehine
bölümündeki şiirler başta olmak üzere dramatik monologla kaleme alınmış Ayyaş
Yanaşmanın Yanlışı Neydi, Affet Kadınım Uyuyup Kalmışım tarzı şiirler bu
minvalde konuşulabilir pekâlâ. Demem o ki, Mutlak Müzik’in ortaya
çıkışında da ironik realizm başat. Mutlak Müzik’teki şiirlerin tamamına
şamil edilebilir mi ironik realizm? Bu soruya ben olumlu cevap versem de
elbette asıl cevabı eleştirmenlerin vermesi daha doğru ve uygun olacaktır.
1990’ların
Neo-Epik adı altında gelişen şiir oluşumuna poetik bir yakınlık içinde
olduğunuzu ve bunu önemsediğinizi görebiliyoruz. Şiirlerinizde bunun kâh açık kâh
daha örtülü diyebileceğimiz emareleri yoğun olarak var. Fakat “ironik realizm”
diyerek bir farklılaşma ihtiyacı duyduğunuzu da dikkate alacak olursak, Neo-Epikle
buluşma ve ayrışma noktaları konusunda ne demek istersiniz?
İronik realizm büsbütün
neo-epik yaklaşımdan farklılaşma yahut ayrışma gerekçesiyle değil, benim poetik
gerçeklikle kurduğum etik-o-politik ilişkimi daha belirgin, daha açık gösterme
umuduyla ifade edildi. Bir anlamda neo-epik yaklaşımın şemsiyesi altında ironik
realizm ifade buldu. Ki, bu ibareyi yani ironik realizm deyişini ilk kullanan
kişi de ben değilim. 1990’ların sonunda neo-epik yaklaşımı formüle eden Hakan
Arslanbenzer, Atlılar’daki bir başyazıda kullanmıştı bu deyişi. İronik
realizmin neo-epikle buluşma noktaları bu yüzden ayrışma noktalarından daha
fazla. Belki teknik olarak ayrışma noktalarının müziksel ifadenin şekillenmesi
gibi birtakım estetik/teknik konularında toparlandığını söyleyebilirim. İronik
realizmle hedeflediğim ise modern hayatı, bu hayatı sürdüren insanları
anlamamızda bize zorluk çıkaran, eleştirilmesi gereken birçok nokta içeren
şiirlere ve özellikle bir şiirin kuruluşunda imgeyi aşırı önemseyen
yaklaşımlara, imgeci/lirik yaklaşımlara karşı ‘ironi’nin başat kılınması
gerektiğini düşünmemdi çünkü. Ve hâlâ aynı kanaatteyim. Hakan’ın pastiş,
parodi, hipertekst vb. söz figürleri ve teknikleriyle örülmüş şiirlerde gerçekliği
teşrih eden eleştirel duyarlığın kararsız kaldığı eleştirisine de bu kanaatim
yol açmış olabilir. İroniyi başat kıldığım için genel bir hükmün verilişini
sürekli erteleme yanlısı bir tutum benimsemem kaçınılmazdı bir yerde. Gerçi
bahse konu genel hüküm zımnen olsa da şiirlerimde varitti; lakin ben bu hükmün
büsbütün aşikâr bir biçimde ifade edilmesini doğru bulmuyordum, en azından bu
konuda kararın benden bağımsız olduğu açıktı. O hüküm o metinlerde mevcuttu,
isteyen o metinlere tekrar başvurabilirdi. Bu kez söz konusu hükmün ilam
edilmesinin tehir edilmesindeki ana gerekçeyi merak edenler için şiir
metinlerine tekrar başvurmanın gerekliliği böylelikle görülebilirdi.
Mutlak
Müzik kitabında, baştaki 5-6 kadar şiiri ayırt ederek söyleyecek olduğumuzda,
Neo-Epik’le bağların daha açık bir hal aldığını tespit edebiliyoruz. Bazen
tahkiyeye, bazen iç konuşmaya dayalı olarak somut gerçeklik buralarda daha bir
öne çıkmakta. Aynı zamanda söyleyiş formunun da belli bir konvansiyon üzerinden
gittiğini söyleyecek olursam, şairin poetik gerçekliği ve tecrübesi bu
hususiyetlerin neresinde durmaktadır?
Dediğim gibi ironik
realizmin genel olarak somut gerçekliği poetik gerçekliğe evirirken bağlı
olduğu etik-o-politik değerleri önemsemesi, en azından bu çeviri işleminde
halka, halktan aldığı sese, kültüre hak ettikleri değeri vermesi gereklidir.
Bundan mebni iç konuşmalar, parçalı tahkiyeler, yapboz oyunları bu gerçekliğin
poetikleştirilmesinde gerekliydi. İç konuşmaların, yapboz oyunlarının, parçalı
tahkiyelerin geldiği noktada da somut gerçekliğin nasıl kavrandığı konusu öne
çıkıyordu. Şiir estetiği bakımından
bahse konu ettiğim gerçekliğin halkın gerçekliğine yakınlaştırılması kadar onun
yanlış bulduğu taraflarından kaçınması da gerekiyordu. Gerçek hayatta doğru
bulduğum şeyleri şiirimde yanlışlamam abes olurdu, aynı şekilde gerçek hayatta
yanlış olanı da şu ya da bu şekilde poetik gerçeklikte doğrulayamazdım.
Bireysel anlamda yazdığım şiir ile yaşadığım hayat arasında bir fark, bir
aralık gözetmediğim açıktır. Bu hayatı şiirleştirerek yaşadığım anlamına
çekilmemeli elbette; yine bunun tersine hayat ile şiirin arasında önemli bir
kopukluğun da olduğu göz ardı edilmemeli. Şiir/öykü/roman ya da adına ne
derseniz deyin yazılan herhangi bir şeyin doğrudan yaşananla bir farkı vardır.
Yazılan hemen her zaman kurgudur, o yazılan şey isterse tarih metni olsun.
Sonuçta yaşadıklarımı poetikleştirmeye verdiğim önem onları şahsi tecrübemde
nasıl kavradığımla alakalı aslında. Söyleyişteki konvansiyonu benimsemem ise
iletişim imkanını mümkün mertebe azamileştirme kaygısıyladır.
Mutlak
Müzik’te beni yani şahsiliği merkeze alan şiirlerle birlikte, anlatısal
nitelikteki başka öznelerin şiirlerini de okuyabiliyoruz. Her iki durumda da Neo-Epik
etkisindeki birtakım şiirlerde çok örtülü şekillerde bile olsa karşımıza çıkan
hamaset problemine karşı ihtiyatlı bir tutum içinde olduğunuzu söyleyebiliriz. Siz
bu ihtiyatı, şiirinizdeki şahsi unsurlarda da başka öznelerin anlatımında da
gösterdiğinizi düşünür müsünüz?
Destansı söyleyişlerin hakim
olduğu şiirlerin kolayca hamasileşebileceği, bu tür bir söyleyişin
kendiliğinden hamaset tehlikesine açık olduğu, bu noktada önemli bir zaaf
taşıdığı düşünülür genelde. Hatta hamaset olmasa bile destansı söyleyişi
hamaset olarak niteleyenler bile vardır. Oysa genelde neo-epik yaklaşımın
özelde ironik realizmin hem bu tehlikeye karşı yeterli önlemi bünyelerinde
barındırdığını hem de bu yaklaşımların etkisine giren şiirlerde karşılaşılan
söz konusu problemle aralarındaki mesafeyi belirginleştirdiğini vurgulamak
gerekir. Şiir olamayan bazı metinlerin söyleyişteki destansılıkla ürettikleri
hamaset sayesinde şiiri kurtardıklarını, şiiri salt söyleyişe indirgeyerek
düşündüklerini, bu durumun ise kendiliğinden yanlış olduğunu söylemeliyiz.
Mutlak Müzik’te benin içsel konuşmalarında da dramatik
monologlarda da ısrarla hamasilikten kaçındım. Teenni ve ihtiyat bu şiirlerin
gerçekliğinin merkezindedir. Lakin bu şiirlerin gösterdiği üzere ihtiyat sadece
söyleyişte değil, metinlerin kendisindedir de. Çünkü bu şiirlerde dile
getirilen gerçeklikteki bir ihtiyattır bu. Gerçekliğe içkindir deyim yerindeyse
bahse konu ettiğimiz ihtiyat. Şiirler sadece bu gerçekliğin bize ulaşmasını
sağladıkları ölçüde sözü edilen ihtiyata da yatkın olacaklardır. Gerçekliği
kavrayışımda taşıdığım ihtiyatı yazdığım şiirlerde de sergilemişsem ne mutlu
bana. Sözgelimi 2009’da yazdığım Devlet-i Ebed Müddet’te “işten ayrıldım, basit
bir istifa, basit bir temizlik… işsiz bir akşamım” derken gerçekliği kavrayış
şeklimi de dışa vuruyorumdur. Söyleyişteki ihtiyat içinde bulunduğum durumu
kavrayışımdaki ihtiyata tekabül ediyordur. Ancak burada sözü edilen bu
ihtiyatın gerçekliğin ihtiyatı olduğunu, aynı şekilde gerçekliğin hamasileştiği
anda şiirlerin de hamasileşebileceğini unutmamak gerekir. Şiirde olup bitenle
gerçekte olup biten arasında bakışım bulunması kadar normal bir şey de olamaz.
Felsefe,
sosyoloji alanlarında yoğun okumalar yapan ve yazmaya devam eden bir isim
olduğunuzu biliyoruz. Bu okuma ve yoğunlaşmalar şiir çalışmalarınızı nasıl
etkiliyor? Bundan memnun musunuz? Ümmilik şiirde bir avantaj mı gerçekten,
yoksa bu tarz değerlendirmeler bir safsatadan mı ibaret?
Doğrusu felsefe, sosyoloji,
tarih, antropoloji gibi genelde benim “sosyal teori” olarak nitelediğim
alanlardaki okuma ve yazmalarımın şiir alanında yürüttüğüm çalışmaları olumlu
ya da olumsuz etkilemesi söz konusu değil. Bu okumalar ve yazmaların varlığı ya
da yokluğu benim şiir yazma ameliyemi etkilemeyecekti, etkilemiyor. Bu tür
okuma ve yazmalar olsa da olmasa da şiir yazdım çünkü. Şiirimin ifade buluşunda
felsefe ve sosyoloji alanında edindiğim birikimin bir etkisinin olup olmadığı
merak ediliyorsa bu başka. Elbette böyle bir etki var, bunu inkâr edemem.
Yaşadığım zamanı, toplumu, hayatı daha iyi anlama çabası idi bu tür okumaların
ilk esbab-ı mucibesi. Şiirlerimin de hemen hemen aynı amaca matuf olduğu
söylenebilir. Bu durumda karşılıklı etkileşimin olması kaçınılmaz. Bana bu
durumdan memnun olma/olmama gibi bir seçeneğin sunulduğunu da düşünmüyorum.
Hayatı kavrayış şeklimle felsefeyi, sosyolojiyi ya da şiiri kavrayış şeklim
arasında bir fark yok çünkü. Hepsi insan oluşuma bağlı ve bu sebeple bir değere
sahipler.
Ümmiliğin şiirde bir avantaj
olduğu ise elbette bir safsata. Çünkü modern şiirin böyle bir ümmilik sonucu
ortaya çıkacağını düşünmek muhal. Klasik zamanlarda, halk şiirlerinde ümmi
oluşun, bade içerek şiire başlamanın kendine özgü, kendi içinde bir açıklaması
bulunabilir, ama modern zamanlarda ve modern şiirde bu türlü açıklamaların
kişileri mutmain etmesi bana kalırsa imkânsız. Felsefe okumalarının şiir
yazımına olumlu ya da olumsuz etkilerde bulunabilmesi ise bu tür okumalardan
murat edilenin niteliğine bağlıdır büyük ölçüde.
Cevaplarınız
için çok teşekkür ediyorum.
Edebiyat Ortamı, Mart-Nisan 2023, sayı: 91