1 Haziran 2023 Perşembe

MURAT GÜZEL İLE ŞİİRİ VE MUTLAK MÜZİK KİTABI ÜZERİNE SÖYLEŞİ

OSMAN SÖĞÜT 

2008’de yayımlanan Uzak Koku’dan sonra ikinci şiir kitabınız Mutlak Müzik 2020’de yayımlandı. Az yazan yahut az yayımlayan bir şair olmanın kendi özelinizde eksi veya artılarından bahsedilebilir mi? Bu bağlamda şiir yazmanın gerekçeleri üzerine ne demek istersiniz?

Doğrusunu isterseniz az ya da çok şiir yazmanın yahut yayınlamanın kendi içinde bazı olumlu nitelikler taşıdığı kadar handikaplar da taşıdığı doğrudur. Çok yazmanın ve sık sık yayın yapmanın getirdiği olumlu nitelikler arasında elbette tanınırlığın daha çabuk gerçekleşmesi vardır. Ama kof bir tanınırlıktır bu kanaatimce. Yazmayı ve yayınlamayı kestiğiniz an unutulursunuz çünkü. Ayrıca bu durumun sanatınız açısından pek matah olmadığı da ortadadır. Zaten zayıf olan eleştiri ortamının size ve yayınladıklarınıza olumlu ya da olumsuz, ama bir biçimde bakacaklarını/göreceklerini düşünmek bir yana, siz bile kendi sanatınıza dönük özeleştirel tutumu bu tempo içinde zor tutturursunuz. Diğer yandan az yazıp yayınlamanın da getirdiği birtakım olumlu nitelikler kadar baş etmekte zorlanacağınız kimi handikaplar doğurması kaçınılmazdır. Bu handikapların başında elbette ‘usta’laşmak gelir; ama bu ustalık değil, deyim yerindeyse virtüeldir, sanaldır. Etki uyandırmaya dönüktür yani. “Aaa” denir yazıp yayınladığınız nadirata, “ne kadar ustalıkla inşa edilmiş ne kadar ustaca söylenmiş.” Ama bu kadardır olup biten, önü arkası yoktur. Halbuki her şeyin kararında olması, her şeyin kararında bırakılması gerektiğini bilenler ne zaman ne kadar yazıp yayınlayacaklarının da takdir ile oluştuğunun farkındadırlar. Ne kendilerini ne de okuyucuları zorlarlar.

Bu açıdan bir şiirin en önemli unsurudur bana kalırsa yazılma gerekçesi. Yazılma gerekçesi olmayan herhangi bir metni, sadece şiire değil edebiyatın ya da bilimsel disiplinlerin diğer birçok alanına dahil etmek de güç olacaktır. Elbette şiirle diğer edebi türlerin sözgelimi öykünün, romanın ya da tiyatro eserlerinin arasında bir fark vardır; ama bu farkın yazılma gerekçesinin ötesinde olduğunu düşünmek mümkündür. Çünkü bir öykü de bir şiir gibi kendi gerekçesine sahiptir. Gerekçesiz sanat olamaz. Diğer edebi sanat alanlarında değil de şiir alanında yazmanın gerekçesi ise diğer edebi sanat alanlarıyla şiir arasındaki farklardan kaynaklanır hiç kuşkusuz. Bu farkların neler olduğunu ise uzun boylu anlatmak gerekmez. Neyin öykü neyin şiir olduğunu bilenler için gayet vazıhtır bu farklılıklar.

Kimi sevgilisine aşkını beyan etmek üzere şiir yazar kimi ise kendi bunalımlı benliğini avutmak üzere şiire başvurur. Fark edildiği gibi her iki tutumu da kendime uzak buluyorum. Sevdiğim biri olmadığı için ya da kendi benliğimi dört başı mamur, düzgün bir halet-i ruhiyeye sahip gördüğüm için değil tabii ki. Sevdiği kişiye aşkını şiir yoluyla beyan etmeyi, ona özel şiirler yazmayı ya da bunalımlı benliğini avutmak üzere şiire başvurmayı büsbütün yanlış bulmadığımı söylemeliyim bu arada. Ama herhangi bir şiirin yazılma gerekçesinin sadece bu tür şeylere irca edilmesini de doğru bulmuyor, en azından ben bu tür bir gerekçeyi gerekçe saymıyorum.

Şiir olma haysiyeti taşıyan her şiirin yazıldığı dilin damgasını üstünde taşıdığı malumdur. O dilin, yani yazıldığı dilin en kuvvetli, en mehabetli metinleri arasındadır şiir. O dili, o dili konuşan halkın kültürünü en dolaysız şekilde o dilde yazılan şiirlerde bulmamız bundandır. Demem o ki şiir yazıldığı dili konuşan halkın sesinin ve kültürünün izlerini taşımakla kalmaz; bir yerde o halkın atan nabzı, hayatı yaşayış ritmi de olur. Şiir hep bunu başarır, bunu bize gösterir.

Uzak Koku, Murat Güzel şiiri için iddialı ve başarılı bir çıkış oldu.  “İronik realizm” adını verdiğiniz poetik düşüncelerinizle de mütecanis açılımları gösteren bir kitap olarak değerlendirilebilir. Size soracak olduğumuzda Mutlak Müzik’i poetik olarak nereye koyarsınız?

Uzak Koku hakikaten dediğiniz gibi benim “ironik realizm” diye formüle ettiğim poetik yaklaşım için önemli bir açılımdı. En azından bu kitapta yer alan The Question For Amnesia, Tarih Değil Tongadır-Bir Toz Meseli-, Avrupa Birliği’ne Hayır gibi bir anlamda kurucu şiirler ironik realizmin önemli doğurgularıydı. Bu şiirler ve kitapta yer alan diğer şiirler ironik realizmin vüsati konusunda okuyuculara bir fikir veriyordu. Mutlak Müzik de ironik realizm açılımının doğrultusunda önemli şiirler içeriyor. Deyim yerindeyse ironik realizmin pivot metinleri sayabileceğimiz birçok şiiri içeriyor Mutlak Müzik. Mümtehine bölümündeki şiirler başta olmak üzere dramatik monologla kaleme alınmış Ayyaş Yanaşmanın Yanlışı Neydi, Affet Kadınım Uyuyup Kalmışım tarzı şiirler bu minvalde konuşulabilir pekâlâ. Demem o ki, Mutlak Müzik’in ortaya çıkışında da ironik realizm başat. Mutlak Müzik’teki şiirlerin tamamına şamil edilebilir mi ironik realizm? Bu soruya ben olumlu cevap versem de elbette asıl cevabı eleştirmenlerin vermesi daha doğru ve uygun olacaktır.

1990’ların Neo-Epik adı altında gelişen şiir oluşumuna poetik bir yakınlık içinde olduğunuzu ve bunu önemsediğinizi görebiliyoruz. Şiirlerinizde bunun kâh açık kâh daha örtülü diyebileceğimiz emareleri yoğun olarak var. Fakat “ironik realizm” diyerek bir farklılaşma ihtiyacı duyduğunuzu da dikkate alacak olursak, Neo-Epikle buluşma ve ayrışma noktaları konusunda ne demek istersiniz?

İronik realizm büsbütün neo-epik yaklaşımdan farklılaşma yahut ayrışma gerekçesiyle değil, benim poetik gerçeklikle kurduğum etik-o-politik ilişkimi daha belirgin, daha açık gösterme umuduyla ifade edildi. Bir anlamda neo-epik yaklaşımın şemsiyesi altında ironik realizm ifade buldu. Ki, bu ibareyi yani ironik realizm deyişini ilk kullanan kişi de ben değilim. 1990’ların sonunda neo-epik yaklaşımı formüle eden Hakan Arslanbenzer, Atlılar’daki bir başyazıda kullanmıştı bu deyişi. İronik realizmin neo-epikle buluşma noktaları bu yüzden ayrışma noktalarından daha fazla. Belki teknik olarak ayrışma noktalarının müziksel ifadenin şekillenmesi gibi birtakım estetik/teknik konularında toparlandığını söyleyebilirim. İronik realizmle hedeflediğim ise modern hayatı, bu hayatı sürdüren insanları anlamamızda bize zorluk çıkaran, eleştirilmesi gereken birçok nokta içeren şiirlere ve özellikle bir şiirin kuruluşunda imgeyi aşırı önemseyen yaklaşımlara, imgeci/lirik yaklaşımlara karşı ‘ironi’nin başat kılınması gerektiğini düşünmemdi çünkü. Ve hâlâ aynı kanaatteyim. Hakan’ın pastiş, parodi, hipertekst vb. söz figürleri ve teknikleriyle örülmüş şiirlerde gerçekliği teşrih eden eleştirel duyarlığın kararsız kaldığı eleştirisine de bu kanaatim yol açmış olabilir. İroniyi başat kıldığım için genel bir hükmün verilişini sürekli erteleme yanlısı bir tutum benimsemem kaçınılmazdı bir yerde. Gerçi bahse konu genel hüküm zımnen olsa da şiirlerimde varitti; lakin ben bu hükmün büsbütün aşikâr bir biçimde ifade edilmesini doğru bulmuyordum, en azından bu konuda kararın benden bağımsız olduğu açıktı. O hüküm o metinlerde mevcuttu, isteyen o metinlere tekrar başvurabilirdi. Bu kez söz konusu hükmün ilam edilmesinin tehir edilmesindeki ana gerekçeyi merak edenler için şiir metinlerine tekrar başvurmanın gerekliliği böylelikle görülebilirdi. 

 

Mutlak Müzik kitabında, baştaki 5-6 kadar şiiri ayırt ederek söyleyecek olduğumuzda, Neo-Epik’le bağların daha açık bir hal aldığını tespit edebiliyoruz. Bazen tahkiyeye, bazen iç konuşmaya dayalı olarak somut gerçeklik buralarda daha bir öne çıkmakta. Aynı zamanda söyleyiş formunun da belli bir konvansiyon üzerinden gittiğini söyleyecek olursam, şairin poetik gerçekliği ve tecrübesi bu hususiyetlerin neresinde durmaktadır?

Dediğim gibi ironik realizmin genel olarak somut gerçekliği poetik gerçekliğe evirirken bağlı olduğu etik-o-politik değerleri önemsemesi, en azından bu çeviri işleminde halka, halktan aldığı sese, kültüre hak ettikleri değeri vermesi gereklidir. Bundan mebni iç konuşmalar, parçalı tahkiyeler, yapboz oyunları bu gerçekliğin poetikleştirilmesinde gerekliydi. İç konuşmaların, yapboz oyunlarının, parçalı tahkiyelerin geldiği noktada da somut gerçekliğin nasıl kavrandığı konusu öne çıkıyordu.  Şiir estetiği bakımından bahse konu ettiğim gerçekliğin halkın gerçekliğine yakınlaştırılması kadar onun yanlış bulduğu taraflarından kaçınması da gerekiyordu. Gerçek hayatta doğru bulduğum şeyleri şiirimde yanlışlamam abes olurdu, aynı şekilde gerçek hayatta yanlış olanı da şu ya da bu şekilde poetik gerçeklikte doğrulayamazdım. Bireysel anlamda yazdığım şiir ile yaşadığım hayat arasında bir fark, bir aralık gözetmediğim açıktır. Bu hayatı şiirleştirerek yaşadığım anlamına çekilmemeli elbette; yine bunun tersine hayat ile şiirin arasında önemli bir kopukluğun da olduğu göz ardı edilmemeli. Şiir/öykü/roman ya da adına ne derseniz deyin yazılan herhangi bir şeyin doğrudan yaşananla bir farkı vardır. Yazılan hemen her zaman kurgudur, o yazılan şey isterse tarih metni olsun. Sonuçta yaşadıklarımı poetikleştirmeye verdiğim önem onları şahsi tecrübemde nasıl kavradığımla alakalı aslında. Söyleyişteki konvansiyonu benimsemem ise iletişim imkanını mümkün mertebe azamileştirme kaygısıyladır.

 

Mutlak Müzik’te beni yani şahsiliği merkeze alan şiirlerle birlikte, anlatısal nitelikteki başka öznelerin şiirlerini de okuyabiliyoruz. Her iki durumda da Neo-Epik etkisindeki birtakım şiirlerde çok örtülü şekillerde bile olsa karşımıza çıkan hamaset problemine karşı ihtiyatlı bir tutum içinde olduğunuzu söyleyebiliriz. Siz bu ihtiyatı, şiirinizdeki şahsi unsurlarda da başka öznelerin anlatımında da gösterdiğinizi düşünür müsünüz?

 

Destansı söyleyişlerin hakim olduğu şiirlerin kolayca hamasileşebileceği, bu tür bir söyleyişin kendiliğinden hamaset tehlikesine açık olduğu, bu noktada önemli bir zaaf taşıdığı düşünülür genelde. Hatta hamaset olmasa bile destansı söyleyişi hamaset olarak niteleyenler bile vardır. Oysa genelde neo-epik yaklaşımın özelde ironik realizmin hem bu tehlikeye karşı yeterli önlemi bünyelerinde barındırdığını hem de bu yaklaşımların etkisine giren şiirlerde karşılaşılan söz konusu problemle aralarındaki mesafeyi belirginleştirdiğini vurgulamak gerekir. Şiir olamayan bazı metinlerin söyleyişteki destansılıkla ürettikleri hamaset sayesinde şiiri kurtardıklarını, şiiri salt söyleyişe indirgeyerek düşündüklerini, bu durumun ise kendiliğinden yanlış olduğunu söylemeliyiz.

Mutlak Müzik’te benin içsel konuşmalarında da dramatik monologlarda da ısrarla hamasilikten kaçındım. Teenni ve ihtiyat bu şiirlerin gerçekliğinin merkezindedir. Lakin bu şiirlerin gösterdiği üzere ihtiyat sadece söyleyişte değil, metinlerin kendisindedir de. Çünkü bu şiirlerde dile getirilen gerçeklikteki bir ihtiyattır bu. Gerçekliğe içkindir deyim yerindeyse bahse konu ettiğimiz ihtiyat. Şiirler sadece bu gerçekliğin bize ulaşmasını sağladıkları ölçüde sözü edilen ihtiyata da yatkın olacaklardır. Gerçekliği kavrayışımda taşıdığım ihtiyatı yazdığım şiirlerde de sergilemişsem ne mutlu bana. Sözgelimi 2009’da yazdığım Devlet-i Ebed Müddet’te “işten ayrıldım, basit bir istifa, basit bir temizlik… işsiz bir akşamım” derken gerçekliği kavrayış şeklimi de dışa vuruyorumdur. Söyleyişteki ihtiyat içinde bulunduğum durumu kavrayışımdaki ihtiyata tekabül ediyordur. Ancak burada sözü edilen bu ihtiyatın gerçekliğin ihtiyatı olduğunu, aynı şekilde gerçekliğin hamasileştiği anda şiirlerin de hamasileşebileceğini unutmamak gerekir. Şiirde olup bitenle gerçekte olup biten arasında bakışım bulunması kadar normal bir şey de olamaz.

 

 

Felsefe, sosyoloji alanlarında yoğun okumalar yapan ve yazmaya devam eden bir isim olduğunuzu biliyoruz. Bu okuma ve yoğunlaşmalar şiir çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Bundan memnun musunuz? Ümmilik şiirde bir avantaj mı gerçekten, yoksa bu tarz değerlendirmeler bir safsatadan mı ibaret?

Doğrusu felsefe, sosyoloji, tarih, antropoloji gibi genelde benim “sosyal teori” olarak nitelediğim alanlardaki okuma ve yazmalarımın şiir alanında yürüttüğüm çalışmaları olumlu ya da olumsuz etkilemesi söz konusu değil. Bu okumalar ve yazmaların varlığı ya da yokluğu benim şiir yazma ameliyemi etkilemeyecekti, etkilemiyor. Bu tür okuma ve yazmalar olsa da olmasa da şiir yazdım çünkü. Şiirimin ifade buluşunda felsefe ve sosyoloji alanında edindiğim birikimin bir etkisinin olup olmadığı merak ediliyorsa bu başka. Elbette böyle bir etki var, bunu inkâr edemem. Yaşadığım zamanı, toplumu, hayatı daha iyi anlama çabası idi bu tür okumaların ilk esbab-ı mucibesi. Şiirlerimin de hemen hemen aynı amaca matuf olduğu söylenebilir. Bu durumda karşılıklı etkileşimin olması kaçınılmaz. Bana bu durumdan memnun olma/olmama gibi bir seçeneğin sunulduğunu da düşünmüyorum. Hayatı kavrayış şeklimle felsefeyi, sosyolojiyi ya da şiiri kavrayış şeklim arasında bir fark yok çünkü. Hepsi insan oluşuma bağlı ve bu sebeple bir değere sahipler.

Ümmiliğin şiirde bir avantaj olduğu ise elbette bir safsata. Çünkü modern şiirin böyle bir ümmilik sonucu ortaya çıkacağını düşünmek muhal. Klasik zamanlarda, halk şiirlerinde ümmi oluşun, bade içerek şiire başlamanın kendine özgü, kendi içinde bir açıklaması bulunabilir, ama modern zamanlarda ve modern şiirde bu türlü açıklamaların kişileri mutmain etmesi bana kalırsa imkânsız. Felsefe okumalarının şiir yazımına olumlu ya da olumsuz etkilerde bulunabilmesi ise bu tür okumalardan murat edilenin niteliğine bağlıdır büyük ölçüde.

Cevaplarınız için çok teşekkür ediyorum.

Edebiyat Ortamı, Mart-Nisan 2023, sayı: 91

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder