27 Haziran 2025 Cuma

Acı üzerine kurulan endüstri

 Herhangi bir adalet mefhumuna sığmadan ve mer'i uluslararası hukuk açısından da herhangi bir meşruiyeti bulunmadan Ekim 2023'ten beri Gazze'de süregelen İsrail şiddeti ve soykırımının kendisine yöneltilen eleştirileri saptırmak için sık sık başvurduğu söylemlerden ilkidir Holokost. Hatta bu söylem aracılığıyla sadece Almanya'nın değil, birçok Almanya'ya benzer ülkenin de bir nevi rehin alındığı düşünülebilir.

İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazi Almanya'sında vuku bulan Yahudi katliamlarını adlandırmak için kullanılan Holokost özellikle 1967 sonrasında ideolojik bir tür silaha döndürüldü ve İsrail'in Holokost kurbanlarının kurduğu devlet imajı oluşturuldu. Holokost söyleminin Nazi Holokostunun ideolojik bir yansıması olduğunu ileri sürdüğü ve Türkçeye Holokost Endüstrisi: Yahudi Acılarının İstismarı adıyla çevrilmiş kitabında Norman G. Finkelstein bu söylemin merkezindeki dogmaların hatırı sayılır ölçüde politik ve sınıfsal çıkarları muhafaza ettiğini de söylüyor. Holokost söyleminin vazgeçilmez bir ideolojik silah olduğunu vurgulayan Finkelstein bu silahın kullanılmasıyla insan hakları geçmişi son derece korkunç olan İsrail'in kendisini "kurban devlet" olarak lanse ettiğini, ABD'deki en başarılı etnik grubu olan Yahudilerin de aynı sahte kurban statüsünden faydalandığını belirtiyor. Finkelstein'a göre bu sahte kurbanlık statüsü hem hatırı sayılı zenginliklere yol açıyor hem de eleştirilere karşı bir dokunulmazlık kazandırıyor. Fakat bu dokunulmazlıktan faydalananların ahlaki yozlaşmadan kaçmaları mümkün olmuyor.

Paha biçilmez bir koz

İsrail'in 1948'de kurulmasından Altı Gün Savaşları'nın yaşandığı 1967 Haziran'ına dek Amerikan Yahudi elitlerinin gündeminde Nazi Holokost'unun olmadığı tespitini yapan Norman Finkelstein, savaştan sonra Holokost'un Amerikan Yahudilerinin hayatlarının bir parçasına dönüştüğünü ifade ediyor ve şunları ekliyor: "Amerikan Yahudiliği Haziran Savaşı'ndan sonra Nazi Holokost'unu istismar etmeye başladı. Holokost, ...ideolojik olarak bir kez biçimlendirildikten sonra, İsrail'e yönelik eleştirileri saptırmak için mükemmel bir silah olduğunu kanıtladı... Burada vurgulanması gereken Holokost'un Amerikan Yahudi elitleri için de İsrail'le aynı işlevi gördüğüdür: Yüksek bahisli bir iktidar oyununda paha biçilmez bir koz."

Finkelstein'ın işsiz kalması, sürgün hayatı yaşaması ve Filistin'e girişinin yasaklanması gibi birçok meseleye yol açan kitabında başta ABD olmak üzere hemen tüm Batı ülkelerinin İsrail'e açık destek vermesi ve İsrail sorununun halihazırdaki politik iklimden bağımsız bir şekilde Nazi Holokost'uyla yorumlanmasının üretilen Holokost ideolojisi sayesinde olduğunun altını çizen Finkelstein oluşturulan bu suni konsensusa muhalif herkesin antisemitist olarak yaftalandığını da belirtiyor. Üretilen bu söylemle Yahudilere mutlak bir masumluk atfediliyor, İsrail ve Amerikan Yahudiliği de meşru eleştirilerden korunuyor. Holokost söylemiyle Yahudilerin çektiği çilelerin benzersiz, çünkü Yahudilerin benzersiz kılınmaya çalışıldığı dogmatik ortamda entelektüel bir terör de estiriliyor.

Finkelstein antisemitist yaftası takılamayacak biri, çünkü hem Yahudi hem de anne ve babası Nazi kamplarında yaşamış ve oralardan canlı çıkmışlar. İsrail'e karşı çıkışının temelinde de bu var: Anne babasının yaşadıklarının çok daha fazlası bizatihi Filistinlilere yaşatılıyor. Kendilerini savunmaktan bir şekilde aciz bırakılmış insanlara efelenmek belki de ABD'de yoğunlaşan Siyonist elitizmin en önemli göstergesi.

12 Haziran 2025 Perşembe

İslam dairesi içinde erkeklik ve kadınlık tasavvurları

 Günümüzde cinsiyet rolleri ve kimlikleri etrafında oluşturulan ilginç bir literatür ve süreç var. Bu rol ve kimlikler sık sık tartışma konusu edilip sorgulanıyor ve yeniden tanımlanıyor. Bu süreçte geleneksel değerler ve normların yanı sıra dini ve kültürel kodlar da yeniden biçimleniyor. Sosyal bilimler alanında üçüncü bir cinsiyetin varlığından söz eden yaklaşımlar kadar biyolojik cinsiyeti tamamen reddeden teorilere (queer) de rastlanıyor. Bu süreç ve tartışmalarda cinsiyet rol ve kimliklerinin akışkan ve müzakereye açık hale gelişi de çarpıcı bir nitelik.

Geleneksel roller, modern talepler

Editörlüğünü Saadet Bayazıt'ın yaptığı Tezkire'nin "Müslüman Erkekler ve Müslüman Kadınlar" dosyası, İslam dairesi içinde erkeklik ve kadınlık tasavvurlarının geçmişten geleceğe nasıl aktığı, modern dünyanın meydan okumalarıyla nasıl yüzleştiği ve bu yüzleşmenin ne tür imkân ya da sorunlar ürettiğini tartışıyor. Dosya bu niteliğiyle mezkûr radikal sorgulamalara karşı Müslüman düşüncenin nasıl bir tavır alması gerektiğini de problematize ediyor. Dosyada bulunan yedi akademik makale, iki söyleşi ve bir çeviri metni İslam'ın adalet, eşitlik ve toplumsal roller konusundaki tutumunun yorumlarından geleneksel fıkıh müktesebatı ile modern yorumlar arasındaki gerilimlere, feminist teorinin İslam'la kurduğu etkileşimden muhafazakâr modernleşmenin ürettiği yeni erkeklik ve kadınlık tasavvur ve formlarına kadar geniş bir çerçevede ilginç tartışma zeminleri oluşturuyor. Bu tartışma zeminlerinin en önemli soruları geleneksel rollerle günümüzün toplumsal talepleri arasındaki denge problemi ve dini sabitelerle güncel toplumsal değişimler arasındaki etkileşimin biçimi olarak görünüyor. Dosya bu sorularla yüzleşme biçimlerini anlamaya dönük zengin bir içerik sunmayı amaçlarken aynı zamanda kadınlığı ve erkekliği sadece birer biyolojik ya da toplumsal kategori değil, ayrıca fikri ve tarihsel bir miras olarak ele almayı öneriyor. Dosyada yer alan makalelerin cevap aradığı temel soruysa açık: Din ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi ne geleneksel kalıpların ağırlığına ve başına buyrukluğuna ne de modern akışkanlığın savrukluğuna teslim olmadan nasıl kurabiliriz?

Dosyanın ilk makalesinde Mustafa Çevik toplumsal cinsiyetin (gender) doğasına dair süregelen tartışmaları Simone De Bouvier'den Judith Butler'a uzanan bir atıf zinciriyle biyolojik determinizm ve sosyal konstrüksiyon yaklaşımlarını harmanlayarak ele alıyor. Çevik, yazısında toplumsal cinsiyetin tarihsel olarak inşa edilen ve sürekli değişen bir yapıda olduğuna işaret ederek erkek egemen kültürün bu süreçteki rolüne de dikkat çekiyor. Birsen Banu Okutan ise makalesinde yeni muhafazakâr orta sınıfın ekonomik ve kültürel dönüşümüne odaklanarak mütedeyyin erkek kimliklerini tüketim pratikleri üzerinden çözümlüyor. Bu kimliklerin tüketim odaklı statü arayışlarını ve daha iyi bir hayat arzularını tarihsel bir bağlamda değerlendiren Okutan aynı zamanda onların paradoksal bir tarzda geleneksel değerlerden uzaklaşan noktalarını da göz önüne çıkarıyor. Hacer Ayaz da makalesinde modern dünyada Müslüman erkek kimliklerinin ataerkil normlar, dini değerler ve küreselleşmenin etkisi altında dönüşme biçimlerini irdeliyor. Ayaz irdelemesinde erkekliğin otorite ve güç merkezli bir yapıdan şefkat ve bakım temelli bir modele doğru evrildiğini tespit ediyor. Gönül Yonar Şişman'ın makalesinde ise feminist mit eleştirisinin potansiyeli kullanılarak mitlerin taşıdığı ataerkil yapıları sarsmak ve cinsiyet odaklı eşitsizliklere dair yeni okuma pratikleri geliştirmek teşvik ediliyor. Müslüman erkeklik ve kadınlık kavramlarını tarihsel, teolojik ve modern bağlamlarda ele alan Necdet Subaşı da geleneksel dini referansların modern dünyadaki dönüşümünü analiz ediyor.