Modernlikle birlikte ortaya çıktığı söylenen sekülerleşmenin kültürel, dini ve ideolojik temellerinin uzun bir süreçte yatan çok katmanlı bir gerçeklik olduğu söylenebilir. Modern sekülerleşmenin epistemolojik ve ontolojik temellerinin Aydınlanma düşüncesi ile yapılandığı, küresel bir olgu haline dönüştüğü ve paradigmatik sayabileceğimiz bazı kavram ve teoriler, yaklaşım ve perspektiflerle başta felsefe ve sosyoloji olmak üzere tarih, antropoloji, psikoloji gibi birçok disiplinin nesnesi haline dönüştüğü vurgulanabilir.
Entelektüel yenilgi
Sekülerleşme köklendiği dünyanın dini, siyasi, ekonomik ve kültürel boyutları içinde teorileştirildi. Pozitivizmin etkisi altında gelişen klasik sekülerleşme yaklaşımları dinin toplumsal etkisinin zayıflayacağı varsayımında bulundu. Ancak pozitivist paradigmanın yaşadığı entelektüel yenilgi hem bu öngörüleri yanlışladı hem de bir süreç olarak sekülerleşme ile bir ideoloji olarak sekülarizm konusunda ayrım yapılmasına sebep oldu. Sekülerleşmeye dair öngörü ve teorilerin revizasyonuna sebep olan yeni dini hareketler, maneviyatçı eğilimler, pratikler ve din benzeri oluşumlar ile dini çoğullaşma, tartışmaların odak noktasını sekülerleşmenin pratik görünümlerine kaydırdı.
Post-seküler dünyada din ve İslam'da sekülerleşmeyi tartışan kitabı "Sekülerliğin Ötesi" adlı kitabında Celaleddin Çelik, İslam dünyası ve Türkiye'de çok sarsıcı kimlik ve kültür değişmelerinin odağında yer alan, popüler kültürde anahtar bir konuya dönüşen sekülerleşmeyi ele alıyor. Sekülerleşmenin Türkiye'de ele alınışının bakış açısına göre anlam ve değeri değişen bir durumu ifade ettiğini belirten Çelik "Örneğin din ve geleneğin hakimiyet zincirlerinden kurtulmak isteyenler için özgürleştirici, baskı ve geriliğin bertaraf edilmesini sağlayan bir çözüm, muhafazakâr ve dindarlar açısından ise yabancılaşma ve yozlaşmanın sebebi, dinden uzaklaşmanın kaynağı olarak yorumlanıyor." diyor. Oysa yeni zamanlarda bütün sınırlarını ortadan kaldıran akışkanlıkla birlikte "kutsalın sekülerleşmesi" kadar "sekülerin kutsallaştırılması" gibi hibrit, melez ya da sembiyotik oluşumların da tezahür ettiğini belirten Çelik, Türk modernleşme sürecinin söz konusu dini-kültürel görünümleri ve modelleri örnekleyen kayda değer bir sekülerlik tartışmasını temsil ettiğini düşünüyor.
Günümüzün İslami düşünce ve hareketlerin ideolojik direncini temin eden geleneksel hafızanın seküler sadme ile yaşadığı sendelemenin üstesinden gelmek için ya iç eleştiri, uyanış, tecdid mekanizmaları inşa etmeye ya da kolektif direnç kaynakları için daha yoğun bir şekilde politize olmaya sevk ettiğini vurgulayan Çelik "Modern sekülerizmle ilişkisinde İslami hafızanın kültürel yapılar ve kodları 'yapısal soykırıma' uğrarken, postmodern süreçlerde ise Müslüman zihni, ben idrak ve tasavvuru bir eksen kaymasına maruz kalmıştır" diyor.