14 Kasım 2018 Çarşamba

Niçin hiç kimse bir ‘Hıristiyan sorunu’ndan bahsetmez?

Marx’tan beri Batı düşüncesinde bir “Yahudi sorunu”nun olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca elbette bir “zenci sorunu” da vardır Batılıların gözünde, bir “Müslüman” sorunu da. Peki ama niçin hiç kimse bir “Hıristiyan sorunu”ndan bahsetmez? Soruyu soranın sorunun bir parçası olduğu yolunda Heidegger’in Metafizik Nedir’de dile getirdiği o ünlü hatırlatmayı göz önünde tutarak cevabı aranması gerekli bir sorudur bu. Bir nevi masayı tersine çevirerek, sorulan soruyu sorana iade etmeye çalışmak gerekiyor. Gil Anidjar’ın Ahmet Demirhan tarafından Türkçe’ye çevrilen Kan: Bir Hıristiyanlık Eleştirisi kitabı masanın tersine çevrilmesinin doğurgularını görebileceğimiz türden bir kitap.
Modern Batı medeniyetinin, dahası modern Batı’nın ortaya çıkışında antik Grek, Hıristiyanlık ve Yahudi inancı ile Roma hukukuna dayalı kökenlerin bulunduğu iddiası öteden beri hep tekrarlanagelir. Elbette bu iddia ve ezbere yönelik bazı eleştiriler de vardır. Bu eleştirilerin büyük bir kısmını Edward Said’in Şarkiyatçılık kitabıyla erişiriz. Lakin Said’in seküler hümanist bakışından dolayı Şarkiyatçılık’ın temsil ettiği eleştirel çizginin Batı dediğimiz söylemsel yapıyı yeterince soruşturma konusu edinemediğini de kabul etmek gerekir.
Siyasal ilahiyat
Diğer yandan Talal Asad’ın antropoloji disiplini içinde sekülerlik ve din konularını ele alan çalışmaları da sekülerleşmenin ‘Hıristiyani pratiklerin içinde barındırdığı teolojik vasattan ayrılması zor olan’, hatta Hıristiyanlık ile birlikte gelişen bir süreç olduğunu ortaya koyar. Anidjar’a göre, bilimsel bilginin bir nesnesi olarak ırkçılık ulusalcılık gibi sekülerleşmenin bir paradigmatiğidir; ama ırkçılığı tasvir etmekte başarısız kalır çünkü, ırk ile din arasındaki ayrımın kendisi bizatihi bunların ‘oluşturulma tarihi’nin bir etkisidir. Carl Schmitt’in bilinen ‘siyasal ilahiyat’ tanımını özellikle ‘Hıristiyan sorunu’nu vazedebilmek üzere yeniden biçimlendiren, yeniden kuran Gil Anidjar modern dünyanın tüm anlamlı kavramlarının akışkan bir hale getirilmiş teolojik kavramlar olduğunu ileri sürüyor kitabında. Yani modern dünyada hem Hıristiyan teolojisinin önemli kavramları dolaşımdadır, hem de bu kavramlar içerdikleri akışkanlıkla siyasal bir kabullenmeyi yansıtmaktadır. Kitaba yazdığı kapsamlı giriş yazısında mütercim Ahmet Demirhan bu iki kavram aracılığıyla kitaptaki tezlerin felsefeden edebiyata, tıptan tarihe, bilimden hukuka, siyasetten ekonomiye birçok alanda ileri sürülmesine, etki ve sonuçlarına şahit olduğumuzu ifade ediyor.
Okunması epey güç, battal dilli, ağır bir kitap Anidjar’ın kitabı. Bu kısmen ele aldığı konudan, yani din, ulus, devlet gibi kavramların Batı Hıristiyanlığının başta tarihsel-siyasal ilahiyatında olmak üzere, ekonomiden tıbba farklı alanlardaki anlamsal dönüşümlerinin izlenmesindeki battallıktan, kısmen de bu dönüşümleri izlemeyi imkan tanıyacak üslubun mecburen kısmi ve parçalı bir bütünlük oluşturma zorunda kalışından kaynaklanır. Antik Yunan’dan Pavlus’a, Augustine’den Derrida’ya, Hobbes’tan Agamben’e,Shakespeare’den Schmitt’e, Hegel’den Freud’a, Jacob Taubes’ten Franz Rosenweig’e yürütülen bir tartışmada günümüz sosyal bilimleri için temel nitelikte sayılan çalışmaların da hasar görmemesi imkansızdır. Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler’i, Michel Foucault’un Cinselliğin Tarihi, Marshall Berman’ın Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’u taşıdıkları ana tezler bakımından Anidjar’ın bakış açısından epey olumsuz etkilenecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder