26 Ağustos 2020 Çarşamba

Foucault'nun rehberliğinde yeni ilişki kipleri icadı

Yirminci yüzyılın özellikle son çeyreğinde Fransa’da düşünceleri ve yaklaşımıyla etkinleşen düşünürlerin başında gelir Michel Foucault. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Soykütüğü gibi eserleriyle 1960’lar sonrasında düşünce iklimini değiştiren etkisiyle bildiğimiz Foucault, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Collége de France’da verdiği “yönetimsellik” temalı derslerle fikri yaklaşımında önemli bir bükülmenin de gerçekleştiğini duyurur. Foucault’nun entelektüel güzergahında önemli bir durak sayabileceğimiz 1978 yılında Sorbonne’da Fransız Felsefe Cemiyeti huzurunda verilmiş Eleştiri Nedir başlıklı konferans ile 1983 yılında Bekeley Üniversitesi’nde verilmiş Kendilik Kültürü konferansını ve bu konferanslar eşliğinde gerçekleştirilmiş üç tartışma metnini içeren kitabın Foucault’nun 1978 ila 1983 yılları arasında yaşadığı fikri dönüşümün iki ayrı kutbunu bir araya getirmesiyle de kıymetli olduğunu söylemek gerekir.
Bu fikri dönüşümün ana çizgisinin ünlü Alman filozof Immanuel Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” başlıklı metnini Foucault’nun okuma tarzından geçtiği vurgulanabilir. Foucault’a kalırsa bu soruyla birlikte Kant, felsefeye yeni bir soru tipi sokmuştur: Filozofun yazdığı ve kendisinin de bir parçası olduğu belirli bir anın tarihsel-felsefi anlamı sorusudur bu. Eleştiri Nedir başlıklı konferans metninde o zamana dek pek işitilmemiş bir tezi, 15. ve 16. yüzyıllardan itibaren Batı toplumlarını karakterize etmeye başlayan “yönetişimselleşme”nin “şunlar tarafından, şu ilkeler adına, bu amaçlarla ve böyle usullerle bu şekilde nasıl yönetilinmez?” sorusuyla ilişkili olduğunu ileri süren tezi ortaya atar. Foucault’nun henüz Kant’ın ismini dahi anmadan burada nitelediği şekliyle ‘eleştirel tavır’, yönetme sanatlarının hem ortağı hem de rakibidir. Öyle ki bu tavrı “o kadar da yönetilmeme sanatı” olarak nitelemekte herhangi bir beis yoktur. Eleştirel tavrın soykütüğünde Hıristiyan pastorallik alanında üretilen direniş noktalarını öne çıkaran Foucault, eleştirel tavrın tarihsel kökenini Ortaçağ’da Batı’da yaşanan din savaşlarında aramak gerektiğini de ifade eder. Eleştirel tavrı, Kant’ın Aydınlanma Nedir’de “Aydınlanma”ya dair yaptığı o ünlü “reşit olmama halinden çıkmak için cesaret” nitelemesiyle bağlantılandırarak Aydınlanma sorusunu, iktidarı temel veri ve yegâne açıklama ilkesi olarak kabul etmekten çok, onu “bir etkileşim sahasındaki ilişki” tarzında ele alarak bilginin nasıl kendiliğinden doğru bir fikir oluşturduğunu anlamaya çalışmaktan çok artık böyle yönetilmek istememekten oluşan, hem bireysel hem de kolektif bir tavrın etik-politik değerini öne çıkarmak olarak cevaplar.

Güncel olarak neyiz?
Foucault 1983’te verdiği konferansta ise Aydınlanma meselesini artık eleştirel bir tavırla ilişkilendirmekten çok farklı sayabileceğimiz bir meseleyle “tarihsel-felsefi” anlamdaki bir meseleyle, “Güncel olarak neyiz biz?” sorusuyla bağlantılandırır. Bunu yaparken Kant’ın kendi eserlerinde kolayca birbirine indirgenemeyecek, ama yine de birbirlerine bağlı sayabileceğimiz iki felsefi geleneği başlattığını ileri süren Foucault, bu iki gelenekten ilkini “hakikatin biçimsel ontolojisi”, ikincisini ise “kendimizin tarihsel ontolojisi” şeklinde niteler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder