10 Eylül 2024 Salı

Platon'un felsefi pozisyonu hep aynı kaldı

 Felsefe ve Platon denince herhalde akla ilk gelen şeyler Sokrates ve Sokratik diyalog olur. Öğrencisi olduğu Sokrates'e ilişkin önemli bilgi kaynaklarımızın başlıcasını teşkil eder Platon'un aktarımları.

Yirminci yüzyılın önemli Platon yorumcularından sayılan Charles H. Kahn Türkçeye 'Platon ve Sokratik Diyalog' adıyla çevrilen eserinde Platon'un kuşağında yaşamış başka Sokratik yazarlar tarafından da kullanılmış Sokratik diyalog formu aracılığı ile Platon'un yazarlık kariyerinin oluşumunu inceliyor. Platon'un bu popüler türü diğer dramalarla rekabet edebilecek majör bir sanat formuna dönüştürebilen ve büyük çaplı bir felsefi dünya görüşünü sunmada bu forma dayanan tek Sokratik yazar olduğunu savlayan Kahn, onun içinde görünmediği bu söylem formunu tercih etmesi sebebiyle felsefeye dair sunumunun kasten "dolaylı, girişsel ve tamamlanmamış" kaldığını, bu yüzden de yorumlanmasının zorlaştığını vurguluyor.

İlk amaç kalpleri değiştirmek

Platon'un diyaloglarını felsefi düşüncesinin gelişimi bakımından ele alarak tarihsel açıdan üç fazda (ilk, orta ve geç) ele alan; yani, onun kariyerinin farklı aşamalarında kökten biçimde birbirinden farklı felsefeleri savunan bir yazar olarak değerlendiren standart görüşe aykırı bir tarzda bu ayrımı reddederek Platon'un Kant ve Wittgenstein gibi felsefe kavrayışı radikal değişiklikler yaşayan filozoflardan olmadığına, aksine düşünceleri olgunlaştığı zaman da felsefi pozisyonu aynı kalan Descartes ve Hume gibi filozoflarla aynı grupta olduğuna dikkat çekiyor Kahn.

Platon'un erken diyaloglarının birçoğunda Sokrates'i kullanma biçiminin dolambaçlı ve sanatsal bakımdan karmaşık olduğuna işaret eden Kahn, bu erken diyaloglardaki Platon'un asıl amacını "doğru önermeler öne sürmek değil, okurlarının zihinlerini ve kalplerini değiştirmektir. Platon'un felsefi eğitim anlayışı, yanlış doktrinlerin yerine doğrularını yerleştirmek değil, öğrenenlerin ahlaki ve entelektüel yönelimini radikal bir biçimde değiştirmektir" sözleriyle açıklıyor.

Erken diyaloglarda Platon'un düşüncesinin oluşumunu görmekten çok kendi felsefi görüşlerini sunmak için edebi bir planı kademe kademe geliştirdiğini belirten Kahn'a göre Platon'un gözünde, Sophokles ve Thukydides kadar Homeros ve Hesiodos tarafından temsil edildiği şekliyle, geleneksel Grek dünya görüşü kökten yanlıştır. Kendi büyük selefleriyle rekabet edecek majör bir edebî form olarak Sokratik diyalogu geliştiren Platon; Akhilleus, Oedipus ve Perikles'in yerine kendi kahramanı Sokrates'i koymak istemişti. Bu anlamda, yani Sokrates'in yeni bir geleneğin kahraman figürü haline gelmesiyle, Platon "gerçekliğin doğasıyla ilgili radikal biçimde yeni bir görüşte gömülü olarak bulunan, insan hayatının anlamına dair farklı bir görüş"ü dile getirdi. Bu görüşün Sokratik olarak nitelenen diyalogların çoğundan önceye tarihlendiğini ifade eden Kahn "yalnızca Phaidon ve Devlet tarafından belirlenen ahlaki ve metafizik bakış açısından hareketle Platon'un Lakhes, Kharmides, Euthyphron ve Protogoras gibi diyaloglar oluşturmasındaki felsefi niyeti düzgün bir biçimde anlayabiliriz" görüşünü ileri sürüyor.

Platon ile ilgili edebî, tarihsel ve felsefî bakımdan kuşatıcı bir yorum girişimini yansıtan eserinde Kahn, Platon'un eserinin edebî dalgalanmalarının arkasında onun ötedünyalı (otherworldly) bir metafiziğe ve katı bir Sokratik ahlaki ideale bağlılığı tarafından belirlenen sabit bir dünya görüşünün bulunduğunu iddia ediyor. Platon'un felsefesinin genel çerçevesinin değişmeden kaldığını belirten Kahn, yine de bundan onun düşüncesinin "cansız ve kemikleşmiş" olduğu sonucunun çıkarılamayacağını vurguluyor.


5 Eylül 2024 Perşembe

Sosyolojik ve teopolitik açıdan FETÖ

 İlkin 17-25 Aralık yargı darbesi ve bu darbe girişiminin yaklaşık bir buçuk yıl ardından bu kez meş'um 15 Temmuz askeri kalkışma gecesini bu halka yaşatan FETÖ hakkında çeşitli siyasal, sosyal, ekonomik, dini ve aktüel değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmelerin ortak paydası FETÖ'nün çarpıtılmış bir dini inanca dayalı, gizli amaçlara büyük önem veren ve bu amaçlar uğruna her türlü hile ve desiseye başvuran, Türkiye üstünde çeşitli menfaatler gözeten ve aralarında İsrail, ABD gibi başat aktörlerin de birtakım dış mihraklar yararına casusluk dahil birçok eylem gerçekleştiren, onların aparatı olmaya razı bir örgüt olduğu şeklinde tespit edilebilir.

15 Temmuz'un Sosyolojisi ve Teopolitiği ismini taşıyan kitabında Ercan Şen, halk İslam'ının imkanlarını ve İslam dışı kaynakları örgüt doğrultusunda kullanıp bütünüyle ezoterik bir öğreti oluşturup İslam olarak sunan, İslamiyet ile ahlak arasındaki olmazsa olmaz sayılabilecek ilişkiyi örgüt amaçları doğrultusunda emellerine alet kılan, dinî görünümlü ama senkretik karakteri besbelli, birtakım uluslararası güç oyunlarının kullanışlı piyonu olmayı önemseyen FETÖ'yü sosyolojik ve teopolitik açıdan ele alıyor.

Haşhaşiler ve Moon Kilisesi

FETÖ'nün örgüt üyelerinin endoktrinizasyonu aşamasında sık sık kullandığı vaaz ve kitapların halk İslam'ında yaygın bidatlerden beslenerek oluşturulduğunu, takiye gibi Şia uygulamalarının, ezoterizm/mistisizm akımlarının, Rudolf Steiner'ın antropomorfizmi ve ünlü Türk spiritüalist Bedri Ruhselman'ın bazı fikirlerinin ve hatta modern fantastik-bilim kurgu bazı romanların bile FETÖ teolojisindeki senkretizmin ana unsurları olduğunu, FETÖ'nün bu unsurlardan edindiklerini kaynak bile göstermeden kendi eserlerine aktardığını belirten Şen, Türkiye'ye karşı geliştirilen büyük bir operasyonun parçası konumundaki FETÖ hakkında 1990'lı yıllardan beri yaptığı gözlemlere de başvuruyor. FETÖ hareketinin nasıl dinî bir gruptan yola çıkarak sosyal bir hareket olarak başladığını, daha sonra kült bir dinî istihbarat örgütüne dönüşme sürecinin sosyolojik zeminini ve teopolitik düşünce haritasını irdeleyen Şen, bu örgütün sivil boyutuyla Moon kilisesiyle, askerî ve tarihî güç boyutuyla da yaklaşık bin yıl önce Selçuklu devletine yönelik tedhiş hareketleriyle bilinen Nizari İsmaili Haşhaşi örgütüyle mukayesesinin uygunluğunu vurguluyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'nin devlet ve toplum olarak FETÖ'nün dinî, siyasi ve toplumsal alanlarda oluşturduğundan daha büyük bir meydan okumayla karşılaşmadığını belirten Şen, Şerif Mardin'in deyişini kullanarak FETÖ'yü "içerisine girenlerin kaybolabileceği bir bulut" olarak niteliyor. FETÖ'nün taşıdığı tehlike, askeri bir darbe ile hükümetin devrilmesi olmanın yanısıra toplumum dini ve siyasi telakkilerinin de kült bir örgütün ezoterik/senkretik öğretisi doğrultusunda tamamen ve kalıcı bir şekilde değiştirilme çabasında saklıydı. Bu öğretinin dinlerarası diyalog yöntemiyle İslam/Hıristiyan eklektik inanışının hakim kılınması, FETÖ'nün tanımladığı biçimiyle İsevi Müslümanların, Mesih'in şahsı manevisi önderliğinde bu ezoterik/senkretik inanışı hakim kılmaya uğraşmaları iç barış açısından en önemli tehlikeydi.

Genellikle FETÖ gibi kült örgütlerde "hakikatin tüketilmesi" ya da hakikatin tek tipleştirilerek bu hakikatin sadece örgütün söyledikleriyle özdeşleştirmesinin İslam düşünce geleneğinden kopuşu belgelediği kanaatini izhar eden Şen, "İlahi kitapların bile sürekli yorumlandığı günümüzde ezoterik (Batıni) oluşumların hakikate hizmet duygusu, lideri kutsamaya ve her şeyden önce hakikat tekelciliğine yol açar. Sosyal bunalım dönemlerinde karşılaştığımız Mehdici/Mesihçi anlayışın sürekli diri tutularak kült kişiliğin Mehdi yerine ikamesi, FGH'de sık gördüğümüz bir olgudur" diyor. Kitabında FETÖ'nün sosyolojisini yaparken Şerif Mardin'in teorik perspektifini kullanan Ercan Şen, 15 Temmuz gecesinin gazilerinden biri ve sosyal bilimci olarak 15 Temmuz'u hazırlayan ve meydana getiren koşulları, olayları ve aktörleri bihakkın bilebilmek için yapılması gerekenlerin ne olabileceğini de gösteriyor: Olguların tarihinin, yaşadığımız yıllara sari olduğunun bilinmesi ve sosyal bilimlerin bu alandaki görevlerini tam anlamıyla yapmaları.