27 Ekim 2024 Pazar

Psikanalizin üç boyutu

 Yirminci yüzyılda kurulan ve gelişen disiplinler arasında en tartışmalı ve dikkat çekici olanı psikanalizdir belki de. Sigmund Freud'un Viyana'daki ortamında karşılaştığı psikolojik vakalardan yola çıkarak inşa ettiği psikanaliz hem Freud yaşarken öğrencileri Adler ile Jung'un ondan ayrılıp kendilerine has bir yolla devam etmeleri hem de Freud öldükten sonra oluşan nesne ilişkileri kuramına Anna Freud'un yaklaşımı, Heinz Kohut'un varoluşçu yorumu ve Jacques Lacan'ın yaklaşımı başta olmak üzere birbirinden farklı ve kavgalı yorum çizgileri sebebiyle yirminci yüzyılda sürekli tartışılan bir disiplin oldu. Felsefeden edebiyata sanattan gündelik hayata ve siyasete kadar birçok farklı alanda sürdürülen bu tartışmalarda Freud'un bıraktığı eserlerin "doğru" yorumlanması kadar psikanalitik yöntemin işlevsel rolü de esin kaynağını teşkil etti.

1950'li yıllarda Freud'un handiyse Mesih, psikanalizin "ruhların kurtarıcısı" şeklinde görüldüğünü belirtiyor Hans Eysenck'in eşi. Hans Eysenck ise Türkçeye Freud İmparatorluğunun Çöküşü adıyla çevrilen kitabında Freud'un çalışmalarını yalnızca bilimsel açıdan ele alıyor. Kitabında psikanalize dair rüya tabiri, gündelik hayatın psikopatolojisi, Freudyen psikotarih ve antropoloji, Freudyen kavramların denel incelenmesi, psikanalitik terapinin etkileri gibi çeşitli konuları teknik olmayan bir tarzda ele alan Eysenck, psikanaliz hakkında erişilebilir bir malzemeyi bir araya getiriyor. Freud'un bir bilim adamı olmayı amaçladığını belirten Eysenck onu kendi açıkladığı kriterlere uygun bir tarzda incelediğini ifade ediyor.

Analist ve hasta arasındaki bağ

Freud'un bilime katkılarının esasını tartışan Eysenck psikanalizin üç boyutu içerdiğini düşünüyor: i) Genel bir psikoloji teorisiyle psikanaliz motivasyon, kişilik, çocukluk gelişimi, hafıza ve insan davranışın diğer önemli yönleriyle ilgili sorulara cevap arar. ii) Psikanaliz, bir terapi ve tedavi yöntemidir. iii) Psikanaliz bir sorgulama ve araştırma metodu olarak görülür. Freud'un başlangıçta tedavi yöntemlerinin imkanları konusunda heveskâr olmasına rağmen sonradan şüpheci bir tavra büründüğünü belirten Eysenck, onun kendisinin bir terapistten ziyade zihinsel süreçlere ilişkin bir araştırma yönteminin kurucusu olarak anılacağını umduğuna işaret ediyor.

Freudyen terapinin bastırılmış, bir anlamda "bilinçdışı"na (Eysenck'e göre "bilinçdışı" kavramı da Freud'un son derece spekülatif bir kurgusudur) itilmiş materyalleri bilinçli hale getirmeye dayandığını söyleyen Eysenck terapistin serbest çağrışım yöntemini kullanarak hasta ile aktarım (transference) olarak adlandırılan özel bir ilişki türü tesis eder. Bu özel ilişki türü hastanın analiste duygusal bağlılık geliştirmesini içerir ve hastanın tedavisinde kullanılır. Eysenck, bu noktada psikanalizin bu tür bir tedavi üretmediğini, bu konuda uzmanlar arasında oybirliği olduğunu da işaret ediyor.

Freudyen itikadın en büyük zayıflığının Jung, Melanie Klein, Wilhelm Stekel, Alfred Adler gibi isimlerin varlığı olduğuna işaret eden Eysenck, psikanalizin kanıtlama yönteminin öznel kalışından ötürü alternatif teoriler arasında karar vermenin herhangi bir yöntemini de sunamadığına dikkat çekiyor. Nihai olarak Freud'un konumu ile ilgili şunları söylüyor Eysenck: "Kuşkusuz o bilimin değil propagandanın; kuvvetli delillerin değil, ikna etmenin; deneylerin dizaynının değil, edebi sanatın dehasıydı. Onun yeri, iddia ettiği gibi Kopernik ve Darwin'in yanı değil; Hans Cristian Andersen ve Grimm Kardeşler gibi masal okuyan kimselerin yanıdır."


4 Ekim 2024 Cuma

Kant ve Hegel de ırkçılığı besledi

 Modern önyargı türleri arasında belki de en şedidi ve aklen kabul edilmesi en zor olanı olumsuz duygular beslenen topluluğa karşı negatif stereotipler üreterek işleyen ırkçılık olsa gerektir. Irkçılığı antropolojinin temel günahı addeden Claude Levi-Strauss ona bir köken bulamasa da özellikle modern çağlarda ırkçılığın gezi edebiyatı ile asıl anlamına kavuştuğu görülür. Batı'da sözü edilen gezi edebiyatının gelişmesi ise emperyalizm ve sömürgecilikle iç içedir. David Locke'tan Immanuel Kant ve Hegel'e kadar birçok felsefecinin de yorumlarıyla ırkçılığı beslediğini vurgulayabiliriz. Özellikle Hegel, Batılı seyyahların zaten çarpıtma ve yanlı yorum dolu gezi notlarını kaynak seçerken onları bir daha çarpıtır ve ırkçılığa davet çıkaran yorumlar yapar. Batı toplumlarında ırkçı fikirlerin yaygınlaşmasında Avrupa'nın ekonomik ve siyasi çıkarlarının önemli bir rol oynadığını biliriz; ancak Locke, Kant, Hegel gibi filozofların ve Aydınlanma çağının da bu sürecin inşasında önemli olduğu görülür.

Cahiliyenin bir türü

Genel Yayın Yönetmenliğini Yunus Badem'in yaptığı Tezkire dergisinin 88. sayısında ırkçılık bir dosya olarak ele alınıyor. Dosyada yer alan yedi makale ve bir söyleşi de üç inceleme ve değerlendirme yazısıyla takviye edilmiş. Dergide ayrıca gündemdeki konuları ele alan üç yazı da bulunuyor. Hiçbir bilgiyle giderilemeyecek cahiliyenin bir türü olan ırkçılığa karşı modernliğin aldığı bazı tedbirlerin onun aydınlanmış vehmini yansıttığını belirten Yasin Aktay'ın yazısı ile açılan dosyada Mahmut Hakkı Akın Amerikan sosyolojisinin kurucu ismi sayılan W. E. B. Du Bois'in "göçmen karşıtlığı ve ırkçılık" karşıtı görüşlerini ele alıyor. Sümeyye Sakarya ise ırk sonrası dünyaya odaklandığı çalışmasında ırkçılığın 'öteki' ve modernleşme süreçlerindeki yerini soruşturuyor. Irkçılık söz konusu edildiğinde sık sık zikredilen de Gobineau'nun argümanlarını, düşüncelerini ve ırkçılık etrafındaki etkisini sorgulayan Mustafa Demirci de böylelikle günümüz ırkçılığının mümkün temellerini soruşturuyor. Dergide Ayberk Eryılmaz'ın çevirdiği ve Nadiya N. Ali, Lucy El-Sheriff ile Hawa Y. Mire'nin ortak makalesi ise İslamofobiyi konu seçerek onun operasyonel açılımlarını irdeliyor. Kızıl Goncalar dizisinde yer alan söylemler üzerinden bu tür dizilerin toplumsal ve kültürel olarak İslamofobiyi güçlendirdiğine işaret eden Aydın Aktay'ın makalesini

Türkive ve Almanya'da göçmen karşıtlığıyla ön plana çıkan iki siyasal partiyi mukayese eden Şahika Akın'ın yazısı takip ediyor. Aynı zamanda dosya editörlüğünü yapan Ufuk Necat Taşçı'nın yazısı ise Afrika'daki kimlik bunalımını kolonizasyon ve Batı ırkçılığı ile birlikte tartışıyor: "Afrika kıtasında her anlamda bağımsızlaşma amacındaki ülkelerin, Batı-Doğu arasındaki rekabetin bir unsuru olmaktan çıkarak, Afrikalı bir reçete oluşturmaları gerekmektedir."

Bekir Berat Özipek dergide kendisiyle yapılan söyleşide "Avrupa'da aşırı sağın sergilediği tutumun aynısını, Türkiye'de merkez sol ve onun etki alanındaki ayrımcı, ırkçı siyasi oluşumlar sergiliyor" tespitini dile getiriyor. Dergide ayrıca Kamil Ergenç kanı merkeze alan politik kültürü Sıbgatullah Kaya da milliyetçiliği gündem yazılarında tartışıyorlar. Emine Çift, İlhan Bilici ve Esra Ekiz de yazdıkları yazılarla ırkçılık konusunda öne çıkan çeşitli kitapları değerlendiriyor.