Yirminci yüzyılda kurulan ve gelişen disiplinler arasında en tartışmalı ve dikkat çekici olanı psikanalizdir belki de. Sigmund Freud'un Viyana'daki ortamında karşılaştığı psikolojik vakalardan yola çıkarak inşa ettiği psikanaliz hem Freud yaşarken öğrencileri Adler ile Jung'un ondan ayrılıp kendilerine has bir yolla devam etmeleri hem de Freud öldükten sonra oluşan nesne ilişkileri kuramına Anna Freud'un yaklaşımı, Heinz Kohut'un varoluşçu yorumu ve Jacques Lacan'ın yaklaşımı başta olmak üzere birbirinden farklı ve kavgalı yorum çizgileri sebebiyle yirminci yüzyılda sürekli tartışılan bir disiplin oldu. Felsefeden edebiyata sanattan gündelik hayata ve siyasete kadar birçok farklı alanda sürdürülen bu tartışmalarda Freud'un bıraktığı eserlerin "doğru" yorumlanması kadar psikanalitik yöntemin işlevsel rolü de esin kaynağını teşkil etti.
1950'li yıllarda Freud'un handiyse Mesih, psikanalizin "ruhların kurtarıcısı" şeklinde görüldüğünü belirtiyor Hans Eysenck'in eşi. Hans Eysenck ise Türkçeye Freud İmparatorluğunun Çöküşü adıyla çevrilen kitabında Freud'un çalışmalarını yalnızca bilimsel açıdan ele alıyor. Kitabında psikanalize dair rüya tabiri, gündelik hayatın psikopatolojisi, Freudyen psikotarih ve antropoloji, Freudyen kavramların denel incelenmesi, psikanalitik terapinin etkileri gibi çeşitli konuları teknik olmayan bir tarzda ele alan Eysenck, psikanaliz hakkında erişilebilir bir malzemeyi bir araya getiriyor. Freud'un bir bilim adamı olmayı amaçladığını belirten Eysenck onu kendi açıkladığı kriterlere uygun bir tarzda incelediğini ifade ediyor.
Analist ve hasta arasındaki bağ
Freud'un bilime katkılarının esasını tartışan Eysenck psikanalizin üç boyutu içerdiğini düşünüyor: i) Genel bir psikoloji teorisiyle psikanaliz motivasyon, kişilik, çocukluk gelişimi, hafıza ve insan davranışın diğer önemli yönleriyle ilgili sorulara cevap arar. ii) Psikanaliz, bir terapi ve tedavi yöntemidir. iii) Psikanaliz bir sorgulama ve araştırma metodu olarak görülür. Freud'un başlangıçta tedavi yöntemlerinin imkanları konusunda heveskâr olmasına rağmen sonradan şüpheci bir tavra büründüğünü belirten Eysenck, onun kendisinin bir terapistten ziyade zihinsel süreçlere ilişkin bir araştırma yönteminin kurucusu olarak anılacağını umduğuna işaret ediyor.
Freudyen terapinin bastırılmış, bir anlamda "bilinçdışı"na (Eysenck'e göre "bilinçdışı" kavramı da Freud'un son derece spekülatif bir kurgusudur) itilmiş materyalleri bilinçli hale getirmeye dayandığını söyleyen Eysenck terapistin serbest çağrışım yöntemini kullanarak hasta ile aktarım (transference) olarak adlandırılan özel bir ilişki türü tesis eder. Bu özel ilişki türü hastanın analiste duygusal bağlılık geliştirmesini içerir ve hastanın tedavisinde kullanılır. Eysenck, bu noktada psikanalizin bu tür bir tedavi üretmediğini, bu konuda uzmanlar arasında oybirliği olduğunu da işaret ediyor.
Freudyen itikadın en büyük zayıflığının Jung, Melanie Klein, Wilhelm Stekel, Alfred Adler gibi isimlerin varlığı olduğuna işaret eden Eysenck, psikanalizin kanıtlama yönteminin öznel kalışından ötürü alternatif teoriler arasında karar vermenin herhangi bir yöntemini de sunamadığına dikkat çekiyor. Nihai olarak Freud'un konumu ile ilgili şunları söylüyor Eysenck: "Kuşkusuz o bilimin değil propagandanın; kuvvetli delillerin değil, ikna etmenin; deneylerin dizaynının değil, edebi sanatın dehasıydı. Onun yeri, iddia ettiği gibi Kopernik ve Darwin'in yanı değil; Hans Cristian Andersen ve Grimm Kardeşler gibi masal okuyan kimselerin yanıdır."