9 Temmuz 2020 Perşembe

ŞİİR OKUMA GÜNLÜĞÜ-8

Mustafa Karasoy’un ilk kitabı
1980 doğumlu bir şair Mustafa Karasoy. İlk ve şimdilik tek şiir kitabı uzun bir isme sahip: Gün Ağarırken Terk Edilecek Siperler İçin Kazı Çalışmaları. Kitapta on beş şiir yer alıyor. Kitapla aynı ismi taşıyan şiir on beş bölümlü ve handiyse kitabın yarısını oluşturuyor. Bu şiiri ben ile sen arasında geçen upuzun bir diyalog olarak okumak mümkün, ki zaten “ben bunları söyleyerek sana/söyleyerek bunları ve diğerlerini/borçlarımı ödermiş gibi yapıyorum/badem çiçekleri açıyor badem çiçekleri yeniden” dizeleri de aynı şiirden. “Sevinmeyi bilmeyen” bir öznenin üzgünlüklerini, hatalarını, hayretlerini, öfkelerini, düşmanlık ve marifetlerini sayıp döktüğü bir şiir aynı zamanda bu. Karasoy’un zamanın geçişine karşı yaraları üstüne döktüğü tuzlar olarak da okunabilir kitaptaki şiirler.  Neticede şükretmeyi bilen bir şair Karasoy. (17 Haziran 2018)

Şiir ile hakikat arasında ne tür bir bağ var?
“Misyon, şiirin modern ve kurucu vasfını zedeler. Çünkü şöyle olur, iletişime indirgenen dil, nesnesini meta kılar. Metanın dili muhatapla klişe aracılığıyla anlaşılabildiği için hazır dilleri (kalıplar, konuşma dilleri, gündelik dil, deforme edilmiş olsa bile deyimler) asıl kabul eder. “Şiir dili” denebilecek özel dili yaratma işi metalaşma sürecinde hep “doğallıkla” ertelenir.”
Bu cümleleri Hayriye Ünal’ın Salim Nacar’ın sorduğu “Bizim bağlı olduğumuzu iddia ettiğimiz hakikatle yaptığımız sanat arasında bir ilişki var mıdır? Varsa bu ilişki nedir? Yoksa biz ne yapıyoruz” sorusuna verdiği uzun cevaptan aldım. Ünal’ın şiir dili ile gündelik dili ayırt etmesine katıldığımı belirtmeliyim öncelikle (en azından şimdilik, birazdan zikredeceğim düşüncelere bir tutamak olması için katılıyorum, ancak kökeninde Mallarme’cı bu ayrımın pek işe yarar olmadığını da düşünüyorum); ancak “gündelik dili”, “normal dili” hep bir “hazır dil” olarak kavrayışının ise yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu gayet açık bir durum: Gündelik dil ancak biz konuşmaya karar verdiğimiz an bizim için “hazır” (presented-sunulmuş) bir hale dönüşür. Diğer türlü dil, gramer kitapları ve sözlüklerde gömülüdür. Bir “konuşma” ise hemen her zaman bir bağlam gerektirir, yani tarihsel-toplumsal bir vasatta gerçekleşir. O bağlamda konuşmaya karar veririz yani. Asla durup dururken hazır bir konuşma dili bize sunulmaz. Konuşmayı ve konuşacağımız kelimeleri, konuşmayı sürdüreceğimiz yol ve kipleri seçeriz yani. (Bu noktayı daha fazla vurgulamamın bir anlamı yok aslında. Mihail Bahtin’in heteroglassia kavramını bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır.)
Ve üstelik Ünal’ın bahsettiği “metalaşma” tehlikesi “şiir dili” diyerek ayrıksılaştırılan bir dilde yazılmış şiirlerde bile mümkündür. Metalaşma tehlikesi olarak koyutlanan tehlike Kant estetiğinin “amaçlı amaçsızlık” olarak kavradığı beğeni düzeyini zedelemesi sebebiyle bir tehlikedir. “Şiir dili” denerek ayrıksılaştırılmış bir dilde yazılan hemen her şiirde sonuçta muhatapların “beğeni”si de kazanılmaya çalışılır, en azından şair yazdığı bu şiirle kendisine bunu kanıtlama, o hazzı yaşamak ister. Bu nokta en iletişime kapalı, en metalaşmaya direnen şiirde bile önümüze çıkan o ‘tehlike’yi bize hatırlatır. Kabul edilsin edilmesin, şiir yazmak da bir “iş”tir. Bu “iş”in başarılı yapılabilmesi farklıdır, doğrudan bir amaç gözeterek üstünkörü yapılabilmesi farklı. Bütün üstünkörülüklerin sonuçta bir amaç için yapılmış olması, şiirde düzgünlüğün bir amaç gözetmeden yapılabileceğini ortaya koymaz evvel emirde. Şiirin kendini aşan bir mesajı var mı yok mu? Şiir karşılığında haz alınan bir estetik obje mi değil mi? Sorun burada düğümleniyor aslında. Eğer şiiri bir estetik nesne olarak görmeyeceksek haklı Hayriye Ünal. Ama şiir neticede estetik bir hazzı yaşatabildiği için şiirdir. Velev ki “şiir dili” ile yazılmış olsun. Bu haz orada durdukça metalaşma hemen her zaman olacaktır. Çünkü başkasına “iletilen” bir fikir, bir mesaj, Ünal gibi söyleyelim bir misyon olmayabilir; ama bu şiirin bize hiçbir şey iletmediğini göstermez.
Hayriye Ünal’ın şiir dili-gündelik dil diye yaptığı ayrımın Mallarme’daki karşılığı tam olarak saf dil ile brüt dil ayrımıdır. En saf haliyle bile bir arzuyu taşımayan bir dilin düşünülemeyeceğine kaniyim. Bir arzu, hemen her zaman bir ileti’dir, bir mesajdır, bir misyondur. Çığlık şeklinde dahi dışa vurulmuş olsa bile her dilin kökünde bir arzu vardır. Elbette şiirde kullanılan dilin gündelik dilden farklılaşmaları olacaktır, en azından herhangi bir şiirde kullanılan dilin ‘çapaklar’, ‘fazlalıklar’ içeren bir dil, deyim yerindeyse brüt dil olması kabul edilemez bir durumdur; ancak bundan şiirin tamamen dilin özselliğini ön plana geçirerek yazılması gerektiği, şiirin ancak o zaman şiir olacağı sonucunu çıkarmanın acele verilmiş bir karar olduğunu da belirtmeliyim.
Elbette Hayriye Ünal’ın cümleleri temelde ‘ideolojik şiir’ yazdığını söyleyenleri hedefliyor, onların şiirlerinin şiir olmadığını vurgulama ihtiyacı hissediyor Ünal. Bu noktada onunla hemfikir olduğumu belirtmeme gerek var mı? Ancak, bunu yaparken “şiir dili” vb. birtakım kurmacalar da icat ediyor. Asıl itirazım bunlara. Bu kurmacaların taşıdığı arzu ideolojik şiirlerin şiir olmadığını ispatlamayı amaçlıyor. Bu ispat için bu kurmacalara gerek yok oysa. (17 Temmuz 2018)

Mehmet Aycı’nın yazısı
Edebiyat Ortamı dergisinin Mart-Nisan 2020 sayısının bir eki Ali Sali’nin hazırladığı Şiir Yıllığı. Bu yıllıkta benim de bir şiirim yer alıyor. Ama asıl üzerinde durmak istediğim Mehmet Aycı’nın yazdığı yazı. Yazısında Aycı, şimdiye dek hep ıskalanan, ısrarla görmezden gelinen konulardaki hakşinaslığını konuşturmuş resmen. İkinci Yeni şairlerinin şairliğinin de İsmet Özel’in İsmet Özel’liğinin de 90’lı yıllarda şiir yazmaya başlayan kuşakla birlikte tebellür ettiğini, birilerinin bu yıllarda şiir yazan çeşitli şairlere yönelik yersiz töhmetler içeren saldırılarının aslında doğrudan şiire yapılmış sayabileceğimizi vurguluyor. Günümüz şiir ortamında geçerli şiir anlayışlarının tamamı elbette 90’lı yıllarda ifade bulan görüşler. Günümüzde şiir yazıp tutarlı bir şekilde 90'lı yıllarda dile getirilen görüşlerle hesaplaşamayanların öncelikle kendilerini var kılan koşulları dinamitlediğini de söylemeli. Aşılacaksa buyursunlar aşsınlar, aşamıyorlarsa en azından edeplice susmayı bilsinler. (12 Mart 2020) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder