18 Haziran 2022 Cumartesi

“ŞİİR, ŞAİR, ŞUARA VE İSLAM” BAŞLIKLI DOSYA/SORUŞTURMA

 

Edebiyatın en köklü ve en yaygın türlerinden biri olan şiire karşı, İslam’ın birbirinden farklı görüşleri barındıran yaklaşımları söz konusudur. Bu yaklaşımlar kabaca olumlu ve olumsuz olmak üzere iki ana eğilimi barındırır. İslam’ın şiire karşı olumsuz bir tavra sahip olduğunu dillendirenler, bunu kimi ayet ve hadislere dayandırmakla beraber, İslam’ın şiire karşı olumlu bir tavra sahip olduğunu dillendirenler de benzer bir yolu izlemektedirler. Hz. Muhammed’in “Şiirde hikmet vardır” sözünün yanısıra ünlü Arap şair Kab b. Malik’in “Ey Allah’ın Rasulü şiir hakkında ne düşünüyorsun? sorusuna “Mümin kılıcıyla olduğu kadar diliyle de mücadele eder” diye cevap vermekle kalmaz, Mekkeli şair Abdullah b.Revaha için söylediği “O’nun şiirleri oktan daha çabuk tesir eder” sözleri kadar şiiri olumsuzladığını belirten tartışmalı da olsa kimi sözlerinin tarih boyunca dillendirildiği de vakidir. Şiire karşı hem olumlu hem de olumsuz bir duruşa sahip olan edebi ve dini akım ve aktörlerin, genel olarak şairler manasına gelen Kur’an’daki Şuara süresinde yer alan şu cümleleri dayanak gösterdikleri de malumun ilamıdır:

“Şairlere gelince, onlara da yoldan sapanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça düşünenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, yakında nasıl devrileceklerini (başlarına nelerin geleceğini) göreceklerdir.”

Suriyeli şair Adonis’in “Arap Poetikası” isimli ünlü eserinde dile getirdiği “Cahiliye Şiiri” ile “İslam dönemi Şiiri” arasındaki karşılaştırma dikkat çekicidir. Adonis, büyük oranda Cahiliye Şiiri’nden yana bir duruşa sahip olan biri olarak bu şiirin güçlü ve varoluşsal damarına dikkat çekmekle beraber, İslam’ın gelişiyle birlikte Kur’an’ın şiirde epistemolojik kırılmayı getirdiğini ancak form ve üslup olarak cahiliye şiirindeki güçlü damarın devam ettiğini ileri sürer. (Adonis, Arap Poetikası, YKY.)  Benzer bir görüşü Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Mehmet YALAR’ın “Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi” isimli makalesinde de görmek mümkün. Kâtip Çelebi Üniversitesi’nden Murat KAYACAN, YALAR’ın bu makalesi üzerinden “Cahiliye Şiirinin Otantisitesi” yazısıyla da “Cahiliye Şiiri”nin olmazsa olmaz kablinden olmadığı ancak Kur’an’ı anlama konusunda faydalı bir araç olduğu yaklaşımı da ayrıca vurgulamakta yarar vardır. Özetle İslam öncesinden, İslam dönemine ve akabinde, İslam Sonrası dönemde de niteliği tartışmalı olsa da güçlü bir şiir yatağının bugünlere kadar geldiğini görmekteyiz.

Buradan yola çıkarak “Şair, Şiir, Şuara ve İslam” başlıklı dosya/soruşturmamızı şu iki soruyla katkı vermenizi sizlerden bekliyoruz:

1-Yukarıda değinilen bilgiler ışığında epistemolojik olarak olumsuzlanan, üslup ve form olarak güçlü görülen “Cahiliye Şiiri”nden tutun İslam dönemindeki şiire, oradan da Osmanlılar ve günümüze kadar uzanan tarihsel süreçte Yunus Emreler, Şeyh Galipler, Yahya Kemaller, Nazım Hikmetler, Necip Fazıllar vs ortaya çıkarmış Doğu ve İslam toplumlarındaki güçlü şiir damarına karşın şiir geleneksel olarak neden hala olumsuz görülmektedir? Yukarıda yer verdiğimiz Şuara Süresi’nde geçen olumsuz şair algısının bunda etkisi var mıdır? Sizin bu süredeki şair ve şiirden anladığınız nedir acaba?

2-Şuara süresinin 227. Ayetinde geçen olumlu şair profili Arap ve İslam toplumlarında karşılığını bulmuş mudur? Bulmuşsa bu şiir damarı hangi biçim ve içeriğiyle (formel ve mahiyet) kendini tebarüz ettirmiştir? Varsa bunun öncülleri kimlerdir? Bunlar bir poetika veya ekol oluşturmuşsa şayet bize poetika ve ekolün içeriği hakkında neler söyleyebilirsiniz? (Naman Bakaç)

 

CEVAP

İki sorunuzu birlikte cevaplamak taraftarıyım.

“Şiirin geleneksel olarak olumsuz görülmesi” olarak bahsedilen durumu doğrusu anlayabilmiş değilim. Kimler şiiri olumsuz addediyor ve neden? Sözgelimi İbn Teymiyye’nin külliyatında bu türden olumsuz ifadelere rastlanabilir. Ya da Ebussuud Efendi’nin Yunus Emre’yi bir ifadesinden dolayı cerh ettiğini biliyoruz. Lakin salt hukukçuların eleştirisi olarak mı değerlendirmeli bunları? Halk arasında da soruda bahsedilen ayet ve hadislere dayanmaksızın serdedilen bazı olumsuz görüşleri dile getirenler yok mudur? Elbette vardır. Hatta daha ilerisi de vardır. Bu tür eleştirileri dile getirenlerin saikleri bellidir aslında. Bunların kısmı azamisi şiirin “yararsız” bir faaliyet olmasını eleştiri konusu edinir, “şiir karın doyurmaz”la özetlenebilecek bir yaklaşım sergilerler. Bir nevi şairlere acıma durumu söz konusudur, şairleri tufeyli addetme iması da içerir esasen bu deyiş.

Şiirin ise beşerî/tekvinî bir alana tekabül ettiğini kavramak gerekli. Hukuk ve ahlak yani teklif düzeyinden önce şiirin tekvinî alandaki anlamını çözebilmeliyiz. Şiirin dile/insanî varoluşa dayalı bir sanat olduğunu biliyoruz. İnsanı “hayvan-ı natıka” olarak niteleyen Aristo’dan günümüze, Arapça’da mantık ile karşılanan (bu karşılamanın yanlış olduğunu savunan klasik ve çağdaş alimler vardır. Sözgelimi Taha Abdurrahman, mantık yerine ma’kil deyişinin daha doğru olacağını yazıyor)) logos kelimesinin içerdiği bütün imaların açılımına bir yoldur şiir belki de.

Arapça şˁr (شعر) kökünden geliyor şiir. Şuur, eş’ar gibi kelimelerle aynı semantik yöreye ait bir anlamda. “Sezgi, ilham ve ilhama dayalı ifade” gibi anlamları da içeriyor. Kur’an’daki ayetleri kavramada kelimelerin salt sözlük anlamları yanında tarihsel toplumsal anlamlarının da önem taşıdığını düşünüyorum. Cahiliye Arap kabilelerinin övündüğü en önemli hususlardan biri şiirdi bildiğimiz kadarıyla. Muallakat-ı Seb’a şiirlerinin de gösterdiği üzere şiir söyleme hüneri bir üstünlük emaresi idi. Şiir, bu açıdan toplumsal bilinci diri tutan bir faaliyet olarak değerlendirilebilir cahiliye Araplarında. Panayırlarda şiir okumalarının yaygınlığı bunu gösterir.  Şairler deyim yerindeyse o kabilelerin, toplulukların kamuoyu mimarlarıdır; fikirlerini de zikirlerini de, demem o ki şuurlarını da büyük ölçüde oluşturur/belirlerler. Şiirlerin bir anlamda o kabilelerin, toplulukların ileriki dönemlere devreden bilinci olduğunu vurgulamak gerekir.

Ama aynı zamanda biraz da içerdiği çarpıcılık ve sezgisellikten dolayı cahiliye Arapları arasında da şiirin olumsuzlandığına şahit olabiliriz. Hz. Peygambere yöneltilen “mecnun, şair” vb. suçlamaların/ithamların üstü kazınırsa ortaya çıkacak olan bu türden bir olumsuzlamadır belki de. Yani cahiliye şiirinin cahiliye Araplarının övündüğü kadar ürktüğü tarafları da vardır. Bütün cahiliye Araplarının şiiri yücelttiği savı bana kalırsa epey eksiklikler barındırır. Hemen her grupta, toplulukta ya da toplumda herhangi bir faaliyet övülür de yerilir de. İç içedir bu iki kutup. Beşerîlik dediğimiz şey de budur haddi zatında. İnsan, belki de zıtların en çok bulunduğu varlıktır; zıtların birleşimidir bir yerde.

Sözgelimi Kur’an-ı Kerim’de insanların da hüsranda olduğu vurgulanır, insanın nankör ve kan dökücü bir varlık olduğunun altı çizilir; bu ifadeleri insanın tamamen olumsuz addedildiği şeklinde anlamamak elzemdir. Şuara suresinde geçen ifadelerin bu bağlamda yorumlanması bana kalırsa doğru olacaktır. Zaten ayet-i kerime “iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça düşünenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başka” diyerek bu konudaki ayrım çizgisini, teklif hükmünü ortaya koyuyor. Şiirin ve şairlerin olumsuzları olduğu kadar olumlularının da olduğunu kabul etmek gerekiyor bu durumda. İyi insanlar olduğu kadar kötü insanların da olduğunu biliyoruz çünkü. Nasıl ki şiiri olumsuzlayanlar var, olumlayanlar da olacak; çünkü tekvinî/beşerî düzeyde olması zorunlu bir faaliyet şiir söylemek/konuşmak ya da düşünmek. “Nasıl ve niye söylemeliyiz, konuşmalıyız ya da düşünmeliyiz?” sorusuna ise teklif alanıyla, yani vahiyle bir cevap üretiyoruz muhakkak.

Müslüman toplumlardaki güçlü şiir damarına karşı şiire “olumsuz” yaklaşımların da var olabiliyor olması üzerinde Şuara suresindeki ayet-i kerimeden kaynaklı etkilerin olup olmadığı da sorusu bana kalırsa cevaplanmasında pek güçlük çekeceğimiz bir soru değil: Böyle bir etki varsa lütfen gösteriniz! Elbette olumsuz görüş sahiplerinin kendi görüşlerini meşru göstermek üzere ayet ve hadislere dayanmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bahsedilen bu türden bir etkilenme mi? Yoksa bu ayet ve hadisleri kişi kendi görüşünü haklı çıkarmak üzere mi istihdam ediyor? Bu sorulara da cevap bulmak gerekir verilebilecek herhangi bir örneğe rağmen.  Bu durumda yeri gelmişken değinmeli. İngiliz Marksist eleştirmen Terry Eagleton, bir yerde, Kur’an-ı Kerim’in “baba-metin” olarak diğer tüm metinleri kastre ettiği/enediği şeklinde bir görüşü dile getirir. İronik olarak bu görüş, psikanalitik eleştirinin gerçekliği kavrama noktasında öteden beri taşıdığı zayıflığı gösterebileceğimiz en güçlü örnek bile olabilir belki de. İslam inancına göre ilahi vahyi bir araya getiren/toplayan Kur’an-ı Kerim’in beşerî diğer metinlerle kıyaslanması/eşitlenmesi anlayışına dayanması bir yana, “baba-metin” deyişindeki “teslis” esintilerinin hissediliyor oluşu da bizi doğrudan geleneksel polemiklere Hıristiyan teologlar ile Mutezile ile temsil edebileceğimiz Müslüman kelamcılar arasındaki tartışmalara götürüyor. Yani aslında özelde şiir, genelde edebi faaliyetler, sanat ve diğer beşerî uğraşları değerlendirmeye ilişkin bir kılavuz arayışı mı bizi ilahi metne yöneltiyor yoksa zaten bu uğraşlara dair bir fikrimiz var da onu doğrulatmak için mi ilahi metne başvuruyor, kendi görüşlerimizi doğrulamasını ondan istiyoruz? Öncelikle cevap verilmesi gerekli sorular bunlar sanırım. Böylelikle şiir hakkında kategorik bir yasağın olmadığını vurgulamalı.

Bir faaliyet olarak şiirin olumluluğu ya da olumsuzluğu konusunda dile getirileceklerin diğer beşerî uğraşlara dair dile getirilecek fikirlerden bir farkının bulunmadığını düşünüyorum velhasıl. Yemek yerken su içerken dikkat edilmesi gerekli şerî hükümler olduğu gibi şiir yazarken de böylesi hükümlerin bulunduğunu söylemek mümkün. Netice itibariyle beşerî ve mübah bir faaliyet şiir söylemek, lakin diğer beşerî uğraşlarda gözettiğimiz hususları bu faaliyeti ifa ederken de gözetmemiz gerekli.

Şerî hükümlerin belirlediği sınırların ötesine geçmeyen, Müslümanca bir hayatı sürdüren bütün şairlerin bahsettiğiniz anlayışı örneklediğini düşünüyorum. Hassan bin Sabit, Kab bin Züheyr’den Mütenebbi’ye, Yunus Emre, Fuzuli, Baki, Şeyh Galip, Nabi, Bağdatlı Ruhi gibi klasik şiirimizin örneklerinden Mehmed Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi çağdaş şairlerimize kadar uzanan bir silsile içinde farklı poetikalar bu anlayış içinde bulunabilir. Bütün bu şairlerin Kur’an’da çizilen “olumlu şair”e ters düşmesi söz konusu değildir.

Esasen mesele şiir ile yaşadığımız hayatlar arasındaki irtibatı nasıl kurduğumuzla ilgilidir. Bu ilgi içinde gündelik sorunlara, siyasete, diğer insanlara nasıl baktığımız; bu bakışımızda bizim için değerli olduğunu addettiğimiz nelerin olduğu gibi daha farklı bir perspektiften ele alınması gerekli hususlar bulunur. Bütün bu hususlara bu soruşturma çerçevesinde bir cevap vermek ise takdir edilmeli ki epey zordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder