2 Temmuz 2022 Cumartesi

Cogito ergo boom!

 İnsanlık durumuna içkin ve birçok acı veren yapısal çelişkileri çözmeyi, bilincin bütünlenmesini, aşkınlığı hedefleyen plan, terminoloji ve tutum ile tasavvurlara genel olarak maneviyat ya da tinsellik diyoruz. Bu açıdan her çağın, her dönemin, her coğrafyanın, hatta bilinci bölünmemiş hemen herkesin bir maneviyatının yahut tinselliğinin olduğu söylenebilir.

Kendini anlama uğraşısı

Yirminci yüzyılın ünlü Amerikalı romancı ve yazarı Susan Sontag her çağın kendi "maneviyat" projesini yeniden icat etmek zorunda olduğunu, modern çağdaki manevi projenin en etkin metaforlarından birinin ise sanat olduğunu öne sürüyor, Türkçeye Radikal İrade Üslupları adıyla çevrilen ve 1966, 1967 ile 1968'de estetik, felsefe ve politika ile ilgili yazılarını bir araya getiren kitabının ilk yazısında.

Zanaatların sanata terfi etmesinin ardından sanatçıların faaliyetinin mutlaklığına ilişkin bir mitin ortaya çıktığını, bu mitin sanata bilincin kendini anlama uğraşısı olarak gördüğünü ifade eden Sontag, yazısında sanatın bilimle ilişkisini problematize ederek modern sanatın etfarındaki çeşitli mitlere ve sessizlik arayışının sebeplerine dair kapsamlı bir analize girişiyor. Analizinde Rimbaud'dan Wittgenstein'a , John Keats'tan Nietzsche'ye birçok modern şair, filozof ve ressamın görüşlerini tartışan Sontag manevi bir proje olarak tasavvur edilen sanatın özellikle çağımızda pozitif nihilizmin radikal dini mitlerce yorumlanan soyutlanmış ve parçalanmış bir kopyası olarak bilincin en acı verici tonlamalarına doğru hareket ettiğini gözlemliyor. Ona göre, modern sanatçılar, rücu etmiş bir haliyle yeniden diriltmek üzere sanatı feshetmeye devam edecekler. Bütün önemli modern sanatçıların erken vatandaşlık hakkı aldığı post-politik, elektronik olarak iletişim halindeki kozmopolit şehirde kültür ile düşünme arasındaki birçok bağlantının da koptuğunu öne sürebiliriz bu durumda.

İçinde bulunduğumuz çağın hemen her şeyin tarihselleştirildiği, dolayısıyla entelektüel, sanatsal ya da ahlaki her olayın bilincin zorbaca ele geçirmesiyle özümsendiği bir çağ olduğunu öne sürerek başladığı Fransız filozof Cioran hakkındaki düşüncelerine Sontag, anlamın bir oluş akışında boğulduğunu tespit ediyor. Buna göre, zuhur ve azilin bilinçsiz ve ziyadesiyle belgelenmiş ritmi, yani insanın oluş tarihi, bir nevi imkanlarını tüketme tarihine de işaret ediyor. Batı'da son yüz elli yıldır yürütülen entelektüel ve yaratıcı spekülasyonların en iyilerinin insanlık tarihinin belki de en enerjik, en yoğun, en incelikli, ilginç ve gerçek olanları gibi görünmesine rağmen bunca yaratıcılığı tartışma götürmez bir sonucunun da olduğunu, düşüncenin harabelerinde, tarihin ve insanın mahvının eşiğinde olduğumuz hissinin hepimizi kuşattığını belirten Susan Sontag, "Düşünüyorum öyleyse güm" anlamına gelen cogito ergo boom ile bu hissiyatı dile döküyor. Yunan Ortodoks bir rahibin oğlu olan Cioran'ı ve felsefesini 19. yüzyılda Batı'da egemen felsefi sistemin çöküşüne tepki olarak ortaya çıkmış ve aralarında Comte, Marx, Freud ile antropoloji, sosyoloji ve dilbilimsel disiplinlerin öncü isimlerinin olduğu felsefe karşıtı düşünce sistemlerinden çok yine felsefi sistemin çöküşüne bir tepki olarak doğan ve Kierkegaard, Nietzsche ve Wittgenstein'da en önemli örneklerini gördüğümüz anti-sistematik felsefe denebilecek türden bireysel, sık sık aforizmalara başvuran, edebi yönden lirik bir yazma tarzıyla ifade edebileceğimiz bir yazı geleneğinin günümüzdeki en önemli figürü addeden Sontag siyasal bakımdan da onun bir muhafazakar sayılabileceğini vurguluyor. Felsefe sonrası bir felsefi düşünme biçimi addettiği Cioran felsefesinin başlangıcına geleneksel biçimlerin kırılmışlığına ilişkin bir farkındalığı yerleştiren Sontag onun birçok denemesinde aydınlanma eleştirmenleriyle aynı safta yer aldığının da altını çiziyor.

Sontag'ın kitabında ayrıca Bergman, Godard ve Bresson'un sinematografilerine ilişkin yorumlar ve Vietnam'daki deneyimlerini aktardığı yazılar da yer alıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder