26 Ağustos 2022 Cuma

Küçümsenen bir Külkedisi: Kültür tarihi

 Türkiye'de özellikle 2010'lu yıllardan itibaren yoğun olarak tartışılan bir konudur "kültürel iktidar." Onun ne olup ne olmadığından başlayarak onu kimlerin mülk edindiğine ve bu mülkiyetin el değiştirmesinin gerekip gerekmediğine kadar bir yığın konu etrafında gerçekleşen tartışmalarda belirsiz kalan ya da zaten tartışmanın sürebilmesi için bilinmesi ön şart olan bir kavram olarak davranılır kültüre. Oysa tıpkı kültürel iktidar gibi temelde bu iktidarın türediği kavram ve alan olarak kültür de son derece muğlaktır. Kelimenin Batı dillerinde yüze yakın anlamı olduğunu belirten Cemil Meriç merhum onu en dar ve maddeye yönelik anlamıyla uygun temrinlerle bazı bedensel ve zihinsel melekelerin gelişmesi olarak nitelemeyi uygun buluyor. 19. yüzyılda Britanya ve Almanya'da sıkılıkla kullanılan kültür terimini Fransızların civilisation (medeniyet) olarak karşıladıklarını biliyoruz sözgelimi. Bugün de geçerli görünen tasnife göre Türk düşüncesinin yapısal gelişimi içinde son derece önemli İkinci Meşrutiyet yıllarında ortaya atılmış medeniyet ve kültür ayrıştırmasının bir kaynağı belki de Almanca ve İngilizce ile Fransızca arasında kelimeye yönelik olarak gelişen bu kullanım farklılığıdır.

Kültürlerin bütünlüğü

"Kültür tarihi" deyişi ise 1780'li yıllarda ortaya çıkmış görünür. Almancada iki yüzyılı geçkin bir süre boyunca bu kavramın kullanıldığını bilmekteyiz. 1870'li yıllarda Almanya'da Kilise ile Devlet arasındaki sert tartışma ve çatışmaların "kültür mücadelesi", "kültür davası", "kültür savaşları" gibi karşılıklarla Türkçeye aktarabileceğimiz kulturalkampf olarak tanındığını da söyleyebiliriz.

Kültür Tarihi adıyla Türkçeye Mete Tunçay'ın kazandırdığı kitabında Peter Burke tarih disiplinleri arasında daha başarılı ablalarının küçümsediği bir Külkedisi olan kültür tarihinin 1970'lerde yeniden keşfedildiğini belirtiyor. Kültür tarihinin bu yeniden keşfini açıklayan iki temel eğilimden ilki olan içsel yaklaşımın bu keşfin geçmişi ele alan eski yaklaşımlara bir tepki olarak değerlendirdiğini vurgulayarak bu yaklaşıma göre kültür tarihçisi geçmişin öteki tarihçilerin ulaşamadıkları yanlarıyla uğraştığını ifade ediyor. Tarih disiplininin nüfus tarihi, diplomasi tarihi, kadın tarihi, düşünce tarihi, işletme tarihi, iktisat tarihi, savaş tarihi vb. uzmanlık alanlarına bölünmesine bir çare olarak "kültürlerin bütünlüğü" üstünde ısrarla duran içsel yaklaşım böylelikle kültür tarihinin yeniden keşfinin sebeplerine ilişkin bir izahı da sunuyor.

Burke'nin dışsal yaklaşım olarak adlandırdığı bakış açısıysa kültür tarihi disiplininin yükselişini siyasal bilimler, coğrafya, ekonomi, psikoloji, antropoloji ve kültürel incelemelerdeki daha geniş ve genel bir "kültürel dönüş"le ilişkilendiriyor. Bu kültürel dönüşle birlikte günümüz dünyasında kültürel ayrılıkların siyasi ve ekonomik farklardan daha önemli olduğunu iddia edenler, sözgelimi Soğuk Savaş'ın bitmesinden beri olup biteni uluslararası bit çıkar çatışmasından çok "medeniyetler çatışması" olarak niteleyen Samuel P. Huntington'lar çoğalıyor. Günümüzde pek çok kişinin yirmi ya da otuz yıl önce "toplum"dan söz ettikleri durumlarda "kültür" demeyi seçtiğini belirten Burke, kültür tarihçilerinin ortak özelliğini simgesel olanla ve onun yorumuyla ilgilenmek olarak belirliyor. Kültür tarihine has kılınmış tarihi dört ana aşamaya ayırarak ilk aşamayı "klasik aşama", 1930'larda başlayan ikinci aşamayı "güzel sanatların toplumsal tarihi" aşaması, 1960'larda halk kültürünün keşfini içeren üçüncü aşama ve son olarak da "yeni kültür tarihi" aşamasıyla kabataslak bir biçimde kültür tarihi çalışmalarının kronolojik bir öyküsünü sunan Burke kitabında kültür tarihçilerinin çeşitliliklere, çatışmalara, tartışmalara, ortak kaygı ve geleneklere bakarken neler yaptığını okura izah etmeye uğraşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder