12 Kasım 2022 Cumartesi

Gerçek hayat ve felsefe aynı şey!

 Yirminci yüzyılın en çok tanınan Fransız filozofu olan Jean Paul Sartre, bu ününü elbette sırf felsefi görüşleriyle değil edebi, siyasal, kamusal etkinlikleriyle de pekiştirmiştir. Varoluşçuluk dendiğinde ilk akla gelen isim olmasının dışında oyun yazarı ve romancılığının yanısıra aktif siyasi hayatı ve "kamusal entelektüel" olarak Bernhard-Henry Levy'nin deyimiyle "kamuoyuyla birlikte felsefe yapması" ile bilinen Sartre bir bakıma varoluşçuluğun papası sayılır. İnsan için varoluşun özden önce geldiğini ileri süren varoluşçuluk tanımıyla varoluşçuluğu bir hümanizma olarak sunan Sartre fenomenolojiye getirdiği yeni soluk ve Marksist felsefeyle ilginç ilişkisi sebebiyle de dikkat çekti. İdeolojik açıdan Sartre'ın Marksistlerle uyuşmazlık içinde olduğunu belirten Simone de Beauvoir onun Marksistler tarafından idealizmle ve gençleri Marksizm'den soğutmakla suçlandığını da ekler.

Yazdıklarını yaşadı

Sartre'ın yaşadıklarını yazan, yazdıklarını yaşayan edebi kişiliğine uygun bir biçimde bireysel tecrübelerinden evrensel sonuçlara ulaşmaya çalışan bir filozof niteliği taşıdığı da söylenebilir. Varoluşçuluğunun ruhuna uygun bir tarzda felsefesi ile hayatını korumaya çalışmaz, lakin gerçek hayat ile felsefenin aynı şey olduğunu düşünür. Bir bakıma Sartre geleneksel anlamda akademik bir filozof olmaktan öteye geçer; Marksist, solcu, yazar, aydın, anarşist, eylemci vb. sıfatların hemen hepsini ihtiva eden bir tutum benimser.

Yılda iki kez yayınlanan Özne dergisinin Bahar 2022 tarihini taşıyan 36. Kitabının dosya konusunu Sartre ve onun temsil ettiği Varoluşçuluk oluşturuyor. Dergide Sartre'ın ihmal edildiği ve hak ettiği felsefi değeri görmediği düşünüldüğü için Sartre'ın konu edinildiği belirtiliyor. Romanları hâlâ ilgi görmesine karşın Sartre'ın felsefi düşüncesini ele alan çalışmaların azlığı vurgulanarak onun bu bakımdan önemli bir haksızlığa uğradığı da ifade ediliyor. Sartre ve onun düşünceleri olmadan yirminci yüzyılın anlaşılmasının epey zor olacağının belirtilerek içinde bulunduğumuz yüzyılla geride bıraktığımız yüzyıl arasındaki felsefi hattın mahiyetine ilişkin yapılacak yorumların eğer Sartre düşüncesini ihmal ederlerse eksik kalacağı vurgulanan sunuş yazısında Sartre'ın yaşadığımız dünyaya söyleyecek sözünün hâlâ kaldığına da işaret ediliyor. Ali Osman Erdoğan ile Sadık Erol Er'in birlikte yazdığı sunuş yazısında Sartre düşüncesinin 1970'lerde postyapısalcılığın ortaya çıkışıyla birlikte etkisini kaybettiği noktasında felsefe tarihçilerinin mutabık oldukları vurgulanarak o zaman dan bu yana Sartre'ın argümanlarının eski moda ve hatta esrarengiz göründüğü belirtiliyor. Dergide hem bu algıyı yerle bir etmek hem de Sartre'ın düşüncelerinin hak ettiği ilgiyi görmesi için hazırlanan kapsamlı dosyada salt onun felsefi eserleri değil sinema, edebiyat ve siyaset meseleleriyle ilgisi de ele alınıyor.

Dergide Sartre'ın Augustinus, Kant, Marx, Nietzsche, Heidegger, Brecht, Camus, Fanon, Foucault, Deleuze ve Lacan'la etkileşimlerini ele alan ve genelde çeşitli yazarlardan tercüme edilen makalelerin yanı sıra Özgür Taburoğlu, Ali Osman Gündoğan, Hüseyin Aydoğdu, Uğur Köksal Odabaş, Seçil Özdemir gibi isimlerin de makaleleri yer alıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder