17 Ağustos 2023 Perşembe

Felsefe tarihinden dört büyücü

 Yirminci yüzyılın fikri ve kültürel çehresini belirleyen isimler arasında şu isimler önemli bir yer tutar: İnsanların anlamlı olarak ne hakkında konuşabileceği ve ne hakkında konuşamayacağı problematiği çevresinde kale alınmış Tractatus'uyla handiyse felsefi bir tanrı mertebesine getirilen Wittgenstein, "varlığın unutulmuşluğu" çerçevesinde varlık sorusunu yeniden kazanmayı amaçlayan perspektifiyle yazdığı Varlık ve Zaman adlı şaheseriyle Heidegger, temel bir fikre sahip olmayan dağınık temalar bütünü olarak görülebilecek eserleri ve benimsediği eleştirmen tutumuyla felsefe sanatını handiyse bir yaşama sanatıyla örtüştüren Walter Benjamin, yeni-Kantçı oluşuyla dikkat çeken ve insanı işaretler kullanan ve semboller üreten bir varlık olarak düşünen Cassirer...

Bu isimlerin 1919 ile 1929 yılları arasını domine eden hayat ve fikirlerini; dönemin ruh halini, Birinci Dünya Savaşı'nın tahribatı ile İkinci Dünya Savaşı'nın yaklaşan uğultuları arasındaki belirsizliklerle ve Büyük Buhran'la kaplı havasını irdeleyen Wolfram Eigenberger, eskinin yıkılması ve ancak yeninin de henüz tam olarak belirlenememesiyle tarif edilebilecek bu dönemde taşınan hayat sevincine de eğiliyor elbette.

Kitabının epigrafına Goethe'nin "Tarihten elimizde kalan en iyi şey, içimizde uyandırdığı coşkudur" özlü sözünü yerleştiren Eigenberg, Immanuel Kant'ın sorduğu "İnsan nedir?" sorusunun cevaplanmasına yönelik düzenlenen ve Martin Heidegger ile Ernst Cassirer'i karşı karşıya getiren ünlü Davos buluşması diğer isimlerinde eserlerinde ele alınır. Özellikle Walter Benjamin'in eserlerinin odağını oluşturan Kant felsefesinin yeni bir teknik çağ zemininde nasıl dönüştürüleceği, sıradan dilin metafiziksel özü, akademik felsefenin krizi, modern bilincin ve zaman hissiyatının içsel kopukluğu, burjuva varoluşunun metalaşması, toplumsal çürümeye karşı kurtuluş arayışı gibi konular dolaylı olarak ya da doğrudan Davos'ta Heidegger ile Cassirer'in tartışmalarının özüne değer. Kant'ın tüm eleştirel düşüncesinin temel bir gözlemden, insanın nihai olarak cevaplanamayacak sorular soran bir varlık olduğu gözlemine dayandığını savlayan Eigenberger, felsefe yapmayı böylesi soruların açtığı yolda düşünmek olarak gören Cassirer ve Heidegger için geçerli olan şeyin Wittgenstein'ın "felsefe terapisi"ne de teşmil edilebileceğini öne sürüyor: "Aynı şey, Ludwig Wittgenstein'ın işte o, akıllı bir varlık olarak insanın neyin hakkında konuşabileceği ile neyin hakkında susması gerektiği arasında kesin bir sınır çizmeye yönelik daha ziyade mantık odaklı denemeleri için de geçerliydi."

TEMEL UZLAŞILAR VE REFORMLAR

Davos'a katılanların en temel uzlaşısının Kant'ın felsefi sistemini üzerine oturttuğu bilimsel temellerin çürüdüğünün, en azından bu temellerin ciddi bir reforma tutulmasının gerektiğinin kabulü olduğunu belirten Eigenberger, Newton'un fizik teorisinin Einstein'ın görelilikçi teorisiyle, her insanın sabit bir doğaya sahip olduğu fikrinin Darwinci evrim teorisiyle -ki bu teori rastlantısallığı öne çıkararak tarihin aklın kılavuzluğunda bir hedefe akışı fikrini de zayıflatır-, Kant'ın transandantal araştırmasının çıkışında yer alan insan bilincinin kendi kendine karşı mutlak şeffaflığının da Sigmund Freud'un psikanalizi dolayısıyla şüheli hale dönüştüğünü tespit ediyor. Aydınlanmanın bilim, kültür ve teknik aracılığıyla uygarlık yolunda ilerleme retoriğinin en büyük darbeyi ise Birinci Dünya Savaşı'ndaki ölümlerden aldığı hiç kuşkusuz. Eigenberger'in Max Scheler'den aktardıkları bu açıdan son derece ilgi çekici: "Yaklaşık 10 bin yıllık tarihte, insanın kendi kendisi için tamamen ve eksiksiz sorunsal bir hal aldığı ilk çağın içindeyiz; insanın artık ne olduğu bilmediği, ama aynı zamanda, bunu bilmediğini bildiği bir çağdayız."

Büyücüler olarak nitelediği bu dört düşünürü hayatları ve temel düşünceleri ekseninde felsefe tarihine uygun bir tarzda irdeleyen Eigenberger'in onların düşüncelerinin sonuçlarına ve günümüzdeki anlayışlara etkilerine de yer verdiğini söylemek mümkün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder