5 Ağustos 2023 Cumartesi

Tasavvufun altın çağı

 Moğol istilası sebebiyle 13. asrın İslam dünyasında birçok siyasi ve toplumsal karışıklığa ve soruna yol açtığı ileri sürülebilir. Aynı yüzyıl yaşanan onca karmaşaya karşın İslam düşüncesi açısından velud sayılmalıdır. Özellikle İşraki felsefenin kurucusu Şihabeddin Suhreverdi ve takipçilerinin (sözgelimi Kutbuddin Şirazi'nin), Fahreddin Razi'nin takipçisi addebileceğimiz Siraceddin Urmevi'nin, Muhyiddin İbn Arabi ve arkadaşı Evhadüddin Kirmani ile onların artçısı Sadreddin Konevi'nin, Mevlana Celaleddin Rumi'nin, Necmeddin Daye'nin, Yunus Emre'nin ve daha isimlerini anabileceğimiz birçok ismin Anadolu'da kesişen anlayışlarının bu yüzyıldaki bilim ve düşünce hayatının ana konturlarını belirlememize epey yardımcı olacağı söylenmelidir.

Memzuc dönem

Onüçüncü yüzyılı kendinden önceki yedi asırlık İslam mirası içinde analiz ederek bu asra "memzuc dönem' diyen Ekrem Demirli, bu dönemin Gazzali ve Fahreddin Razi'den itibaren kelam ve felsefenin seyrinin değişmesi neticesinde ortaya çıkmaya başladığını vurguluyor. Felsefe ile kelamın seyrinin değişmesiyle başlayan süreçte İslam dünyasındaki bilim ve düşünce hayatını yeniden şekillendiğini söyleyen Demirli, bilimler arasındaki ilişkilerin de bu süreçte yeniden ele alındığını ifade ediyor.

Yaşanan en büyük değişimin tasavvuf alanında vuku bulduğuna dikkat çeken Demirli, İbn Arabi ve Sadreddin Konevi'nin tasavvuf anlayışının bu yeni dönemin izlerini taşıdığını belirterek, söz konusu dönemin tasavvuf ve bütün İslam mirası için bir altın dönem ve olgunluk çağı sayılması gerektiğine işaret ediyor. Bu dönem sonrasında şarihler döneminin geldiğini dile getiren Demirli, onların da kendilerinden önce yazılan eserlere şerh yazarak o eserlerdeki düşünceleri tartıştığını, bu itibarla da on üçüncü yüzyıla bir kaynak dönem gözüyle bakmak gerektiğini düşünüyor.

Onüçüncü yüzyıl ile onu takip eden yüzyıllar arasındaki ilişkiyi anlayabilmenin iyi bir yolunun tasavvuftaki klasik iki temel dönemi irdelemekle bulunabileceğini ifade eden Demirli, tasavvufun ilk döneminde Bayezid-i Bestami ve Cüneyd-i Bağdadi gibi imamlar ve onların öğrencisi addebileceğimiz şarihlerin yer aldığını ifade ediyor. Bu dönemin en önemli sorununu Sünni fıkhın lafız-mana problematiğine benzer bir biçimde şeriat-hakikat problematiği olduğunu iddia eden Demirli, şeriat ve hakikat ayrımına ilişkin geliştirilen çözümlerin zahir ile batın ya da lafız ile mana problematiğinin bir yansıması olduğuna işaret ediyor.

Tasavvufun ilk döneminde gerçekleşene benzer şekilde İbn Arabi ve Konevi'nin ardından da verimli bir şerh geleneğinin ortaya çıktığına işaret eden Demirli, İbn Arabi ve Konevi'nin üstat kabul edildiği bu dönemde şarihlerin de büyük ölçüde Osmanlı sufileri olduğunu belirtiyor.

Farklı zamanlarda yazılan makalelerin bir kitap bütünlüğünde derlenmesinden oluşan "Tasavvufun Altın Çağı: Konevi ve Takipçileri" kitabında Konevi ve sonrasındaki sufilerin tasavvuf anlayışı etrafında İslam metafizik geleneğinin bu kritik evresine dikkat çeken Demirli, öncelikle 12 ila 15. yüzyıllar arasında Anadolu'daki düşünce hayatını ele alıyor. Bu minvalde İbn Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli bu düşünce hayatının başlıca temsilcileri olmaları hasebiyle ele alınıyorlar. Kitabının ikinci bölümünde Sadreddin Konevi ve takipçilerinin metafizik düşüncesinin ekseninde Sadreddin Konevi'nin Tanrı anlayışı ile entelektüel mirasını ele alan Ekrem Demirli, şerh ve özgün telif arasında Osmanlı düşünürlerini de Kutbuddin İzniki'nin Miftahu'l Gayb şerhi etrafında irdeliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder