Sesi hep siyah!
Mantık okuyor nicedir
Nicedir Borges ve bocurgat
Ve yalnızca yalnızlığına güveniyor
Aşka ve ölüme güvenilmez çünkü
Ve aslında hayata da
Benzemiyor yalnızlığı ama asla
Kızgın güneşle kavrulmuş asma yapraklarından
Kayarak düşen
Dolgun tenli bir yağmur damlasına
Ya ya! Benzemiyor kimsenin yalnızlığı kimseninkine
Abanoz bir kapım var benim mesela
Kimsenin çalmadığı bir kapı, saba rüzgârı bile
Arada bir şöyle dokunup geçiyor sadece
Çok acayip bir kış belki kapıldığım gamze
Çok mu acayip kış?
Kış mı dedim?
Kuş diyecektim oysa, rengarenk bir kuş
Kartal değil kaknüs değil sülün değil
Bütün bilinen kuşlardan başka
Papağan değil tavus değil albatros değil
Renkli ama
Rengi bilinen kuşlarınki gibi değil
Sesi hep siyah!
Siyah mı dedim beyaz diyecektim oysa
Çünkü en çok beyaz yakışır yalnızlığa
Halbuki yalnızlığım bile benim değil
Hatırla ki sesi hep siyah
Belagat biliyor nicedir
Nicedir el-milel ve’n-nihal
Ve yalnızca yalnızlığına güveniyor
Siyah kan bulaşmış yalnızlığına
Gece kanı, kuş kanı!
O kanı silmeye uğraşıyor durmaksızın
Durmaksızın kendi gölgesinde keşiş
Aşkı ve ölümü düşünüyor
Ve akşamı,
Güneşin tunç kalbinden yontulmuş
Bir sunak taşı mı ki akşam
Sadece bir gölge seçilir
Sıyrılıp geçen abanoz kapıdan
Ve ah rüzgâr!
Evet rüzgâr!
Çöl yılanlarının kutsal ıslığı
Kumların kutlu velvelesi
Kudümler
Neyler
Güneş neşideleri yani tereddüt
Her şeyi
Ve hatta bütün şüpheleri kaplayan
B i r a n
***
Girip deyre biraz incil
Havarilere dair bir kıssa okusam
II
Durmaksızın kendi gölgesinde keşiş
Aşkı ve ölümü düşünüyor
Ve akşamı
Öyle ki siliniyor
Entarisine bulaşan seslerin siyah lekesi
Tohum olarak saçılıyor arzu toprağına
Güvenilmez bulduğu bikr-i mana
Yani yelve kuşları
Ten oyunları
Tarih
Ve bütün bakireleri Babil’in
Kemerlerinde bozulmamış büyüler taşıyan
Yalnızlık mabedleri
Ki Hadrianus’un Anıları’nı okuduğu kahverengi günler
Geliyor aklına gele gele hafıza denen boşluktan
Kırlangıç fırtınaları
Boğa güreşleri
Av partileri
A n i
m u l a V
a g u
l a B
l a n
d u l a
Anlamsız olan anlamsızdır oysa
İçindeki göğün serçeleri
Sireng bir yalnızlığa uçmuşken çoktan
Aşkı ölümü ve akşamı kavradığı gibi
Kavrıyor kendi gölgesinde keşiş
İnsanları telaşlandıran bu meş’um bilgeliği:
Her kalbin bir yalnızlığı var
Ve her kalb kendi yalnızlığını arar
İnsanları telaşlandıran halbuki
Mevsimsiz artan tütün fiyatları
Ya da yaşlı bir göçebenin kırçıl sakalları
Bozkır sabahlarının yağlı postundan
Koparılmış bir tutam tüy gibi duran
Yayvan çenenin anlamlı çukurunda
Dünyanın en anlamlı çukurunda öğrendim bunu
Ve boynumu uzattım kitaplığın örümcek ağları
Ve tozlu sayfalarla kaplanmış raflarına
Ama anlamı yok!
Ölmüş dediler inanmadım ama anlamı yok
Üstelik içimde aradım ama yok dışımda yok
Korktum dediler
Korkulası bir şey yok:
Her kalbin bir yalnızlığı var
Ve her kalb kendi yalnızlığını arar
Sanki bir üfleyişte sönen lambalar
Talan edilmiş pamuk tarlaları
Arzular
Ağıtçı kadınlar
Dağların dalgın mihveri
Dönüp duran dönüp duran dönüp duran
A n i
m u l a V
a g u
l a B
l a n
d u l a
***
Her kalbin bir yalnızlığı var
Ve her kalb kendi yalnızlığını arar
III
O ki yalnız kendi gölgesinde keşiş
Siyah kan bulaşmış bilgeliğin vaizi
Bu kenti düşlediğim ne zaman anlaşılacak
Fısıh yemeğine gecikmiş bir havari
Ya da birazdan saati soracak biri
Kürdanıyla karıştırırken diş kovuklarını
Zaman yorgunu bir kumarbaz belki
Avcuna sakladığı kemik zarların şıkırtısı
Lades
kemiğinin
Kafataslarının
şıkırtısı
Gölgemin
bulanık yankısına karışacak sürekli
Sesi dediydim
halbuki
Sesi hep siyah
Asfaltta
çiğnenmiş ışık kırıntıları
Düşler
Oval bir
haklılık lastik izleri
Öpüp başına
koyan yok
Öpüp başına
kuru ekmeği yağmuru kaderi
Hayır saati
soramam ona
Yalnızlığıma
ki saati yok kaderi yok ekmeği
Vakti yok
bekleyecek
Beklemekten
başka herhangi bir şeyi
Bu gölgekent
ki kentlerin en düşseli
Şiraz İsfahan
Delhi Viyana Paris Napoli
İlkin bu
irkiltici bulutlara yakışan ilahi
Çok yakınında
kin ovalarının
Karanlık
dehlizlerin
Yoksul
tepelerin nefrete dönük yüzünde
Yalnızlığın
öğle vakti ikindi demi
Sadece Kahire
Şam Semerkant
Yahut hırs
damarlı
Bir kayanın
kemirgen dili
Turuncuya
çalan çatlaklarında
Gezinen bir
küçük yılan ayağı eli
Sadece Ombuktu
Beyrut Floransa değil ki
“Hayya alel
aşk!
Hayya alel
aşk!”
Değil Wagner
değil Verdi
Kalbimin aşk
boşluğunda çınlayan
Abdülkadir-i
Meragi
Ne zor ölmeden
söyleyebilmek bunu
Güneşin
Ve günlerin
sağırlaştığı bu yaşlılık ikliminde
Ayın
yıldızların bile sağırlaştığı
Çok yakınında
kin ovalarının
Karanlık
dehlizlerin
Bile bile
dönmez olduğu dünyanın
Tüm seslerin
siyaha eriştiği
Bu ekinoks bu
epilepsi
Ne zor
düşlemek bu gölge kenti
Ki kentlerin
en rüzgarsızı en düşseli
Yalnızlığın
öğle vakti ikindi demi
***
Böyle yazdım
ben ki
Yalnız kendi
gölgesinde keşiş
Siyah kan bulaşmış bilgeliğin vaizi
1996-1999-Konya
"Yalnızlık Allah'a mahsus" derler. Yermek için zannederiz. Kendimizi yereriz, yeriz en çok. Ötekiler bize bunu aslında bizi cilveyle mağaralarıımızdan çıkarmak için söylerler. Kötü değildir niyetleri. İki tarafın da. Bazen şu gözden kaçabilir çünkü: "Allah'a mahsus" demek aynı zamanda ilahi olana mahsus da demek. Ve yalnız olanın dipsiz boşluktaki arayışı bundandır. Yoksa o da renklerle dansı, kuşlarla cilveyi de bilir. Fakat 2 renk arasındaki boşlukta, bir kuş cıvıltısının ritminin içindeki boşlukta bir ses daha var gibi. Onu da dahil etmesek mi dansa? Felsefeyle mi? Şiirle mi? Duayla mı? Muzikle mi? Muhabbetle mi? Hiçlikteki gizin cilvesi ne ola ki? Yalnız adam, yalnız değildir, doğru cilveyi arayan edeptir. Dans da biraz edepsiz işidir. Şiir de. Gönlüne sağlık.
YanıtlaSil