9 Eylül 2016 Cuma

Kapital’i okumadan önce Hegel’i anlamak gerek

Her ne kadar yakın dönem Fransız düşüncesi yapısalcılık, postyapısalcılık ve postmodernizmle ilgili düşünülse de modern Fransız düşüncesinin iliklerinde kuvveli bir Hegel etkisi olduğu ileri sürülebilir. Gerek yapısalcılık-postyapısalcılık, gerekse postmodernizm esasen bu Hegelciliğe karşı yürütülen kapsamlı bir düşünce harekatı olarak görülebilir. Özellikle iki büyük savaş arasında, 1930’larda, Bergson’un felsefi etkisi giderek tavsarken Fransız düşüncesinde Hegel’i yeniden yorumlama çabaları hız kazanmıştı. Sartre’ın fenomenoloji ve varoluşçuluk atılımının öncesine denk gelen bu dönemde özellikle Alexandre Kojève’nin Tinin Fenomenolojisi üzerine verdiği derslerle yaygınlık kazanan Hegelcilik liberal bir yönelim de içeriyordu. 1929’da kaleme aldığı Hegel Felsefesinde Bilincin Mutsuzluğu adlı kitapla modern Fransız düşüncesi içinde Hegel yorumculuğunun başka bir durağını temsil eden de Jean Wahl’di. Emmanuel Levinas’a göre Wahl’ın bu Hegel yorumu Hegel’in katı biçimci sisteminin ardındaki somut deneyimleri açımlıyordu. Olgun Hegel, gençliğinin belirsizliklerini unutmuş görülemezdi.
Jean Wahl ve Alexandre Kojève ile birlikte, Fransa’da Hegel’in felsefesinin yayılmasını ve uzun denebilecek bir süre boyunca düşünce dünyasına hükmetmesini sağlamış olan 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden üçüncüsü de Jean Hyppolite. Onu bu derece önemli kılan, Hegel’in Fenomenoloji’sini 1946 yılında Fransızcaya çevirmiş olmasının yanı sıra, Hegel çalışmaları açısından halen vazgeçilmez bir nitelik taşıyan 1947 yılında yayımladığı Genèse et structure de la Phénoménologie de l’esprit de Hegel başlıklı kapsamlı çalışmasıdır.
En önemli eseri sayabileceğimiz Kapital’de kendisini açıkça Hegel’in tilmizi olarak ilân eden ve temelde baş aşağı duran Hegelci sistemi ayakları üstüne oturtmakla övünerek düşünceleriyle neredeyse 150 yıldır dünyayı hem fikri hem de pratik anlamda son derece etkilemiş bir düşünür. Marx’ın ekonomi-politik kaynakları kadar felsefi kaynakları da tartışma konusudur, özellikle Marksist bir felsefenin temelde idealist sayılan Hegel felsefesiyle ilişkisi bu tartışmaların vazgeçilmez konusudur.
Jean Hyppolite, Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar’da (1955), Hegel’in felsefesindeki Marksizm’e kaynaklık etmiş olabilecek öğeleri, Marx’ın olgunluk dönemi eserlerinin ardında yatan felsefi varsayımları, Marx’ın Hegel eleştirisinin içerimlerini ve bu eleştirilerde haklı olup olmadığını ve ayrıca hem Hegel’in hem de Marx’ın düşüncesinin varoluşçu felsefe içinde değerlendirilebilecek yönlerini tartışmaya açıyor.
Hyppolite’in eseri, bu anlamda, Herbert Marcuse’nin Us ve Devrim’i (1941) ve Georg Lukacs’ın Genç Hegel’inin (1948) yanında Marx ve Hegel ilişkisine dair üçüncü büyük ana kaynak olarak görülebilir. “Hegel’in Fenomenoloji’sini okumadan Kapital’i okumak kaçınılmaz bir şekilde bir dizi yanlış yoruma götürecektir” şeklinde yazan Hyppolite’in, Marx’ın Hegel’le olan ilişkisine dair söyledikleri halen üzerinde düşünülmeye değer ve Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar bu anlamda hem Hegel’in hem de Marx’ın düşüncelerini kavramak açısından önemli bir başvuru kaynağı sunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder