17 Mart 2017 Cuma

Düşmanlığa neler borçluyuz?

Gündelik hayatımızdan siyasete, hemen her alanda genelde hep karşılaştığımız iki temel duygulanım şekli olduğunu ileri sürebiliriz. Ya kederliyizdir, ya da sevinç dolu. Çevremizde bulunan nesnelerle, insanlarla, giderek dünyayla ilişki kurma tarzlarımızı da belirleyen bir sarmaldır bu.
Yine de çoğumuz hoşlanmaz düşmanlıklardan, özellikle bize karşı serdedilen düşmanlıklara biz de aynı şekilde karşılık vermek zorunda kalınca. Düşmanlık genelde sevilen bir konu değildir, yine de herkesin günün birinde onunla meşgul olması icap eder. İncir çekirdeğini doldurmayan meseleler bile zaman zaman dostlukları, düşmanlığa dönüştürebilir rahatça çünkü.
Peki, düşmanlığın olması şart mıdır? Hayatlarımız “düşman” addettiğimiz, husumet duyduğumuz kişiler olmaksızın sürdürülebilir değil midir?
Hınç fenomeni
Düşmanlık konusunu detaylıca inceleyen Alman felsefeci Wilhelm Schmid’e kalırsa, “Bir insan düşmanlığın ayartısından kendini sakınabilse de, hiç kimse başkalarını kafasına göre bundan alıkoyamaz.” Çünkü düşmanlık fenomeni son derece inatçıdır. Düşmanlık fenomenindeki bu inatçılığın sebeplerini sorgulayan Schmid, “Hayatı zıtlıklara dayalı yapısının bir unsuru mudur bu? Dünyanın sadece dostlardan ibaret olamayacağı açıktır, peki ama düşmanlara herhangi bir anlam atfedebilir miyiz?” sorularını yöneltiyor.
Schmid’e göre, hayatlarımızı sürdürürken düşmanlığa da borçlu olduğumuz bir şeyler, hatta önemli bir şeyler vardır. Pekala düşmanlıklardan da bir anlam devşirebiliriz: “Ötekilerle husumet, belirli ilişki türlerine daha fazla değer vermemize yol açar. Anlayış, arkadaşlık ve sevgi gibi hoş deneyimler, kızgınlık, hiddet ve bazen de nefret gibi nahoş deneyimler sayesinde kendilerini daha iyi gösterirler. Bir düşmanlık hayatta sürekliliği sağlar ayrıca, belki başka ilişkilerden daha da iyi yapar bunu, insanın tutunabileceği ve yönünü tayin edebileceği bir sabit noktadır.”
Özellikle düşmanların varlığı kişiye hayatta arzuladıklarını gerçekleştirmeye dönük bir şevk ve hırs da kazandırabilir. Bir anlamda Nietzche’nin ve Scheler’in olumsuzlayarak analiz ettikleri Türkçe’ye “hınç” olarak çevirebileceğimiz ressentimente fenomeninden tamamen koparmadan, onunla ilişkili kısımları boz bulanık bırakarak düşmanlığı irdeleyen Schmid, insanların yaratıcı güçlerinin “…sadece düşmanlığı derinleştirmenin gitgide daha alçakça yöntemlerine değil, tarihin akışı içinde onu aşmanın çok daha vaatkâr olan imkânlarına da yönelmesinin sonuçları”nın da önemli addedilebilecek boyutları olduğunu göstermeye girişiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder