22 Mart 2017 Çarşamba

Şehrin muhayyilesi

Yaşadığımız şehri düşünmenin yollarından biri o şehrin hayal gücünü düşünmekten geçer.
Konya, ufku açık bir şehir. Hatta “açık” kelimesi bile yetmez Konya’nın ufkunu nitelemek için. Sırtını Loras ile Takkeli’nin eteklerine yaslamış bir şehir, gözleri kuzeye, güneye ve doğuya açık. Akyokuş’u aşınca batıya da açılan gözler bunlar elbette.
Gözlerini sonsuza dikmiş bir şehir mi peki Konya? Elhak öyle…
Yapılan arkeolojik kazıların da kanıtladığı gibi yeryüzündeki macerası 10 bin yıl önce başlamış bir şehrin sonsuzluğu düşlemesinden daha doğal ne olabilir?
Görüyoruz ki şehrin hafızası, her ne kadar bazı kötü evlatları bu hafızayı parçalamak istese de sapasağlam yerinde. Çünkü muhkem işaretlerle donatılmış bir hafıza bu.
Şehrin kalbi hep şu eksene yakın: Türbe-Meram. Şehrin kanı da elbette bu eksen etrafındaki atar ve toplardamarlarda dolanıp duracak.  Gah biraz kuzeye çıkacak, gah biraz güneye inecek. Gah doğuya doğru yürüyecek, gah bazen batıya sapacak. Ama şehir bu eksenden asla kopmayacak.
Şehrin hayal gücünü de bu eksen belirleyecek elbette: Türbe ve türbe önü aşkın, kalbin mekânı… Geleneksele yakın… Duygularınızı ifade etmenize elverişli bir dil sağlayacak size…
Meram dediğinizde ise bir yaşama üslubu dokunacak dimağınıza. Estetik önyargılarınızı bir kez de bu üslupla sorgulayacaksınız. Ama Meram dendiğinde aklınıza yine de sırf bu “yaşama üslubu” değil, başka başka şeyler de gelecek. Yani sırf geçmiş değil, geleceğiniz de önünüze serilecek Meram’la.
Konya’yı “bozkırın öksüz çocuğu”, inisiyasyon isteyen içe kapanık bir şehir sayan Tanpınar’ı anlamamanız bundan. Konya’da kendi yalnızlığının, krizlerinin içindeki Tanpınar konuşacak insanlar bulamadığı için mi sürekli kaçıyor Selçuklu tarihine, o abidevi eserlerle bütün haşmetini sergileyen İslam’ın bu topraklardaki ilk olgunluğuna? Belki de bundan. Belki de bu yüzden inisiyasyon gerektiğini söylüyor Tanpınar Konya ahalisine karışabilmek için.
1927’de türbe müzeye dönüşmezden hemen önce ilk kez bir Mevlevi icrasıyla Itri’yi keşfedebilmiş, dinleyebilmiş bu büyük romancımızın bütün “cezri Batıcılığı”na rağmen Konya’nın yüzyıllardır gördüğü rüyadan bir hisse kapabilmiş olmasına şaşırmalıyız belki.
Yine de bizi daha çok şaşırtacak olan ansızın bir köşe başında önümüze çıkan eski bir taş, bir çeşme ya da eski bir konaktır.
Ya da “kötü evlatları”nın onca yıkımına zulmune rağmen hâlâ haysiyetini savunmayı kudsiyyet bellemiş bir kerpiç ev…
Şehrin hayal gücünü elbette bu kerpiç evde idrak edeceksiniz.
Yüzyılları aşıp gelen iğde kokusu bu evin dimağınıza dokundurduğu o hayal gücünün yumuşak elidir işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder