11 Temmuz 2018 Çarşamba

Türk diasporası için söylem arkeolojisi

İkinci Büyük Savaş’ta hemen bütün şehirleri müttefik kuvvetlerin ağır bombardımanına maruz kalmış, bunun yanısıra Berlin Duvarı aracılığıyla Sovyet nüfuzundaki Doğu ve ABD-İngiltere ikilisinin nüfuz alanı olarak belirlenmiş Batı (Federal) olarak ikiye bölünmüş Almanya’nın, 1961’de üretim bantlarında, fabrikalarda, işyerlerinde çalıştırabilmek üzere ülke dışından işçi gelişi için İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın ardından anlaşma yaptığı dördüncü ülke Türkiye’ydi. Alman yetkililer, ilk başta, Türk işçilerin Alman toplumuna adaptasyonu gibi bir konuyu düşünerek bu işçileri iki yıllık bir süreyle getirtmeyi planlamıştı. Sonradan bu iki yıllık sürenin anlaşma metninden çıkarılmasıyla ülkede kalıcılaşan Türk işçilerin gerek sayıları gerekse sorunları da zaman içinde birçok sosyolojik çalışmaya konu oldu.
Sirkeci’den Münih’e iki gece üç gün, yaklaşık 50 saat sürecek yolculuk için Alman demiryollarının gönderdiği yetersiz ve birçok eksiği olan bir trenle ‘yaban ellere’ çalışmaya giden ilk gurbetçi işçilerimizden bugüne Fransa, Hollanda, Danimarka, İsveç başta olmak üzere neredeyse hemen bütün Avrupa ülkelerine yayılmış işçilerden kaynaklı önemli bir Türk diasporasının oluştuğunu söyleyebiliriz. İşçi olarak çalışmak üzere geldikleri gurbette para kazandıkça sadece yurttaki ailelerine para göndermekle yetinmeyen, kendi işyerlerini de oluşturan işçilerimizin, gurbette yeni bir hayatı inşa etme çabası içinde yaşadıkları zorluklar, kazandıkları başarılar, göğüs gerdikleri düşmanlıklar, uğradıkları saldırılar, memleket hasretleri, umutlar, yeisler... Gökhan Duman’ın 11. Peron adlı kitabı, son 50 yılın belki en uzun sürmüş bu büyük göçünün, iş gücünün yer değişiminin geride bıraktığı insan hikayelerinin, bireysel tanıklıkların sıra dışı bir panoramasını sunuyor. Bu panoramada müzikten sinemaya, şiirden gazete haberlerine yansımış kesitlerine varıncaya kadar bugüne dek işçi göçüyle ilgili çalışmalarda pek kaale alınmamış, üzerinde durulmamış ayrıntılara odaklanan Duman, böylelikle son dönemlerde Avrupa’da yükselen ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, İslamofobianın da gündelik hayata yansıma şekillerine ilişkin birçok ilginç detayı göz önüne seriyor kitabında.
Kahır, çile, hasret
Ruhi Su, Çekiç Ali, Neşet Ertaş, Cem Karaca, Özay Gönlüm, Yüksel Özkasap gibi gurbetin kahrını, çilesini, vatan hasretini, geride kalanların umutlarını, özlemlerini, yeislerini terennüm eden sanatçılardan 1969’da Almanya’nın 1 milyonuncu işçisi olan 24 yaşındaki Konyalı İsmail Bahadır’a, kadın işçilerin sorunlarından Neonazilerin ve genel olarak Alman hükümetlerinin yabancı işçilere gösterdiği tahammülsüzlüklere kadar kitapta birçok izlek üzerinden okunabilecek öyküler bulunuyor. Bu haliyle Gökhan Duman’ın 11. Peron’u Avrupa’da hayatlarını idame ettiren Türklerin oluşturduğu diasporaya ilişkin tüm bilgilerimizi yeni baştan ele almamıza imkan verecek bir gündelik hayat antropolojisine, bir söylem arkeolojisine de bol malzeme sağlıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder