31 Temmuz 2018 Salı

Türkçenin felsefe ile sorunu mu var?

Öteden beri Türkçenin felsefe yapmaya uygun bir dil olup olmadığı önemli bir tartışma konusu olarak ele alınır. Bu tartışmalarda kimileri Türkçe dolayısıyla Türkiye’de özgün bir felsefenin ortaya çıkamadığını, Türkçenin son derece somut bir söz varlığına sahip olması dolayısıyla soyutlamalara dayalı kavramsal bir dil oluşturmanın ya da düşünceleri ifade etmenin zorlaştığını iddia eder. Esasında bu iddialara verilebilecek belki en güzel cevap Immanuel Kant’ın Salt Aklın Eleştirisi’ni geliştirirken Almancaya dönük eleştirel yaklaşımıdır. Kant da yaşadığı çağda Almancanın söz yetersizliği dolayısıyla felsefe yapmaya yeterli olup olmadığını tartışır, hatta kendi felsefesini açımlayabilmek üzere Almanca için yeni sayılabilecek kelimeler ve kavramlar icat eder. Benzer bir biçimde, Türkçenin felsefe yapmaya uygun bir dil olmadığını savlayanlara sahip oldukları hangi felsefi yaklaşımı Türkçe içinde ifade edemedikleri, ifade edemedikleri bu düşünceleri ifade edilebilir kılmak için ne tür yöntemler benimsedikleri sorulabilir.
Başka bir yandan da Türkçenin özellikle Batılılaşma döneminde yaşadığı çeşitli girdapların özgün bir Türk felsefesinin oluşumuna ne tür etkilerde bulunduğunun yeterince göz önüne alınıp alınmadığı sorulabilir. Osmanlı devletinin son dönemlerinde gelişen yenileşme hareketleri, sadeleşme, sözlük çalışmaları ile yine İkinci Meşrutiyet döneminden itibaren hızlanan yeni düşünceleri tercüme hareketlerinin Türkçe aracılığıyla düşünme çabalarına yaptığı katkı da bu sorgulamada göz önünde tutulabilir. Ancak Türkçenin özellikle alfabe değişimi ve öztürkçecilikle birlikte sürüklendiği yeni mecrada düşünmemizi şekillendirme anlamında kendisinden bekleneni verebilecek bir duruma gelmesi için ne tür gayretlerin sergilendiği de sorgulamaya tabi tutulmalıdır.
Konya Enerjetizm Okulu
Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesinde uzunca bir süre anılmaya değer tek felsefi ekol olarak görülen “Konya Enerjetizm Okulu”nun Naci Fikret Baştak ile birlikte iki kurucusundan biri olan Namdar Rahmi Karatay’ın Felsefi Meslekler Vokabüleri, 1928 Harf İnkılabı’ndan hemen sonra 1932’de toplanan I. Türk Dili Kurultayı’na son derece yakın bir dönemde ilk kez Latin harfleriyle basılmış Türkçe felsefe sözlüğüdür. Sözlük bu haliyle halen Türkçedeki ilk ve tek Felsefi Akımlar Sözlüğü olmayı da sürdürmektedir. Sözlükte 118’i felsefi akımlara, 49’u ise felsefi disiplinlere hasredilmiş toplam 167 kavrama dair malumat bulunuyor. Hakiki bir kültür için iyi bir felsefi vokabülere ihtiyaç duyulduğunun altını çizen Namdar Rahmi Karatay, balta temsilcisi olduğu Enerjetizm olmak üzere yakınlık hissettiği felsefi akımlara ilişkin malumat verirken olduğundan fazla bonkör davranıyor, ancak diğer bazı akımlara ilişkin aktardığı bilgilerin ise epey kısır kaldığı vurgulanmalı. Sözlükte Karatay’ın felsefi yaklaşımının etkisi başka bazı maddelerde de hissediliyor.
Türkçenin felsefi düşünceleri ifade edebilecek kudrette bir dil olabilmesi yolunda geçmişte yaşadığı istihale ve dönüşümleri izleme noktasından çok önemli bu sözlüğün yeniden yayınlanmasını sağlayan ve esere uzunca bir giriş yazısı da ekleyen Recep Alpyağıl, Namdar Rahmi’nin sözlüğünde yer yer Frankofon havanın yoğunlaştığını, hatta eserin Türkçe felsefe kimliğini yitirdiğini savlıyor. 1932’de yayınlanan bu eserde “bu kabil faaliyetler Freud’un enkansianına tekabül etmektedir” diyen Namdar Rahmi’nin 1942’de yazdığı Yazma Dersleri’nde “Hugo’nun şu oy’unu aytışınız” diye yazdığına işaret eden Alpyağıl onun 1952’de yayınlanan mizah kitabında ise 1920’li yılların diline döndüğüne dikkat çekerek, üç on yılda üç farklı yazım dili kullanılan böylesi bir süreçte niçin bir filozofumuzun olmadığını sormanın abesleşeceğini belirtiyor.
Felsefi Meslekler Vokabüleri’ne Türkçe felsefenin tarihsel kuruluşuna kelimenin Derridacı anlamıyla yapısöküme uğratacak bir metin gözüyle bakan Alpyağıl, bu eserden bu yana Türkçe felsefe dilinde yaşanan yapısal sorunların aşıldığını söyleyebilmek için henüz çok erken olduğunu da vurgulamayı ihmal etmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder