1 Ağustos 2018 Çarşamba

Hikmetin derinliği ya da anlaşılmazlığı

İslam metafizik ve tasavvuf tarihinin belki de en gözde metinlerinden biridir Füsusu'l Hikem. 1230'lu yıllarda Şam'da kaleme alınmış ve ilk nüshası Muhyiddin Arabi'nin üvey oğlu ve her yönüyle mirasçısı Sadreddin Konevi tarafından istinsah edilmiş bu esere o günden bugüne dek yaklaşık 30'dan fazla reddiye ve hemen hemen aynı sayıda da müdafaaname yazılmış. Bu reddiyeler ve müdafaa ya da müşkil çözmeye dönük eserler yanında yüzden fazla da şerhinin olduğunu düşünürsek diğer risaleleriyle birlikte ciltlenmeyip ayrı ciltlenmesi bizzat yazarı Muhyiddin Arabi'nin bir arzusu olan Füsus'ul Hikem'in etki alanını ancak kısmen tasvir edebilmiş sayılırız.
Bu etki alanının tarihsel-toplumsal farklılaşmasını, Doğu'dan Batı'ya (sözgelimi Japon oryantalist Toshihiko İzutsu Lao-Tsu ve Çuang-Tsu'ya göre Taoizm ile belli başlı felsefi kavramlar özelinde mukayeseli okurken Füsus'ul Hikem'i, Ian Almond adlı bir batılı oryantalist ise Jacques Derrida ile birlikte çözümlemek istemektedir İbn Arabi düşüncesini. Almond'un önerisi doğrultusunda her ne kadar bazı müellifler İbn Arabi-Derrida arasında mekik dokuyacak bir yaklaşıma gönül indirecek duruma gelmişse de bana kalırsa İbn Arabi'den etkilendiği şaheseri Etika ile sarih bir şekilde ortada olan Spinoza'ya gösterdiği yakınlık çok iyi bilinen diğer çağdaş Fransız filozof Gilles Deleuze'un tam karşısına da oturtulabilir İbn Arabi. İbn Arabi'nin çağdaş Fransız düşüncesine etkisi sadece Derrida ve Deleuze'le kayıtlı değil elbette, seminerleriyle ünlü psikanalist Jacques Lacan üzerinde de epey etkisi vardır) uzanan muazzam etki tarihini sınırları belli bir yazıyla çözmek, çözümlemek güç. Füsus'ul Hikem kadar demek ki bir de Füsus'ul Hikem Külliyatı'ndan bahsetmek gerekecektir. Bu görevi kâmilen yerine getirmeyi başaramayacağımı, bu sebeple bu görevden şimdiden azledilme arzusunda olduğumu belirteyim. Bu yazıda sadece Füsus'ul Hikem metnini okurken dikkat edilmesi gerekli birkaç noktaya değinmekle yetineceğim. Bu değinilerde kendime rehber olarak Mahmut Erol Kılıç ile Sadreddin Konevi'yi seçiyorum. Dolayısıyla bu yazının ürkek olmasına karşın yine de 'sahih' bir ilk adım olarak görülmesini yeğlerim.

Füsus'ul Hikem'i kimler okuyabilir?
Öncelikle Füsusu'l Hikem'in İbn Arabi'ye has bütün fikirlerin bir özeti addedildiğini vurgulayıp müellifinin bu eseri okumak isteyenler için koştuğu şartı hatırlatalım: "Bizim ıstılahlarımızı ve dilimizi anlamayanlara kitaplarımız haramdır.” Nitekim Sadreddin Konevi de Füsus'ül Hikem'i şerh etmek üzere yazdığı Kitâbü’l-Fükuk'un bir yerinde Füsus'ul Hikem'i şerhedebilmek için bile ilahi bir ilham ve müellifiyle ruhani ittisal gerektiğini söyler. Ki haddi zatında Konevi'nin bu eseri Füsus'ul Hikem'in arka planını vermeye çalışan teorik bir metin olarak anlaşılabilir.
İbn Arabi'nin kendi eserlerini okumak için koştuğu şartın kendi içinde çelişik olduğunu düşünenler olacaktır muhakkak. Onların İbn Arabi'nin kitaplarından uzak durması yeğdir bu sebeple. Istılahları ve dili anlıyor olmak, metni anlıyor olmaya delalet etmez çünkü. Reddiyesiyle, müdafaanameleriyle Füsul'ul Hikem külliyatının oluşturduğu anaforlu denizden de uzak durmak gerekir. Herhangi bir okurun eline aldığı her metne ve elbette kendi aklı, izanı ve kültürüne ilişkin benimseyeceği asgari saygı şartını da göstermesi beklenir yani.

Füsus'ul Hikem nasıl yorumlanabilir?
Madem, Konevi'nin Fükuk'ta zikrettiği hususu aktardık, Konevi'den sonra Füsus'ul Hikem'in ikinci şarihi Müeyyidüddin Cendi'ye Konevi'nin şerh izni verişinin hikayesini Mahmut Erol Kılıç'ın TDV İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı maddeden aktaralım: Konevi’nin Füsus’un giriş kısmını şerhettiği sırada kendisine gaybi bir varidat ve nefes-i rahmâniden bir nefha gelip zahirini ve batınını kapladığını, bunun kendisi üzerinde şaşırtıcı bir tasarruf olduğunu ve Allah’ın kitabın bütün muhtevasını zihnine bu şekilde açtığını söyler. Konevi de bu mananın Cendi’de zuhur ettiğini görünce aynı şeyi İbn Arabi’den Fusus’u şerhetmesini talep ederken kendisinin de yaşadığını, İbni Arabi’nin kendisinde tasarrufa geçtiğini ve bütün kitabın manasının malum olduğunu belirtir. Konevi bu olay üzerine Cendi’ye esere bir şerh yazabileceğini belirtir. Görüldüğü üzere Füsus'ul Hikem şerhi de 'mükaşefe'yle elde edilen bir mükafattır. Elbette böyle bir mükaşefeye maruz kalıp kalmadığını bilme imkanımız olmayan kişiler de şerh edebilir ve etmişlerdir de. Eserin bu sebeple yetkin bir şerhle birlikte okunması bilhassa tavsiye edilir.

Füsus'ul Hikem aslında ne anlatır?
Buraya kadar hep asıl metnin dışında, kenarında dolanıp durduğumuz fark edilecek. Rehberimiz Mahmut Erol hocanın kelimeleriyle Füsus'ul Hikem'de Kur'an'da adları zikredilen "yirmi yedi peygamberin her birinin hikmetlerine izafeten yirmi yedi bölüme ayrılmıştır. Kısa bir mukaddimenin ardından kelime-i Âdemî’deki ilâhî hikmeti anlatan bölümle başlayan eserde sırasıyla kelime-i Şîşî’deki nefsî, kelime-i Nûhî’deki subbûhî, kelime-i İdrîsî’deki kuddûsî, kelime-i İbrâhimî’deki müheymî, kelime-i İshâkī’deki hakkī, kelime-i İsmâilî’deki âlî, kelime-i Ya‘kūbî’deki rûhî, kelime-i Yûsufî’deki nûrî, kelime-i Hûdî’deki ahadî, kelime-i Sâlihî’deki fâtihî, kelime-i Şuaybî’deki kalbî, kelime-i Lûtî’deki melkî, kelime-i Üzeyrî’deki kaderî, kelime-i Îsevî’deki nebevî, kelime-i Süleymânî’deki rahmânî, kelime-i Dâvûdî’deki vücûdî, kelime-i Yûnusî’deki nefesî, kelime-i Eyyûbî’deki gaybî, kelime-i Yahyâvî’deki celâlî, kelime-i Zekeriyyâvî’deki mâlikî, kelime-i İlyâsî’deki înâsî, kelime-i Lokmânî’deki ihsânî, kelime-i Hârûnî’deki imâmî, kelime-i Mûsevî’deki ulvî, kelime-i Hâlidî’deki samedî ve kelime-i Muhammedî’deki ferdî hikmetler anlatılır."
İbn Arabi, Füsus'ul Hikem'i "kelime" kavramıyla bina eder, her peygamberin batınını bir kelime addederek sahip oldukları hakikat mertebesini farklılaştırır. İbn Arabi'nin düşünüş şekline göre hakikatlerin hakikati ve küllî kelime ise Hz. Muhammed’in hakikatidir; diğer bütün mertebeler bu kelimeden neşet eder, varlık sebeplerini ve bilgilerini ondan alırlar. Bu anlatımıyla Füsus'ul Hikem'in temel konusunun "insan-ı kamil" olduğunu vurgulayabiliriz. Hikmetin asıl kaynağının nebevi olduğuna işaret eden kitapta baştan sona zatiyyet, uluhiyyet, rububiyyet, vücud, mevcud, izafi vücud, adem, âdem, âlem, insan-ı kamil, hakikat-i Muhammediyye, hakikat, vahiy, tecelliyat, zuhur, akıl, ruh, nefis, isimler, sıfatlar, vahdet, kesret, nübüvvet, velayet, imamet, ilim, ma‘lum, şirk, küfür, irade, külliler, cüziler, ibadet, kıyamet gibi metafizik konulara açıklamalar getirir İbn Arabi.

Ayna metaforu ve Füsus'ul Hikem
Füsus'ul Hikem etrafında geliştirilen eleştirel külliyatta  vahdet-i vücud, hatemü’l-evliya, ricalü’l-gayb, Firavun’un imanı, putlara tapınma, alem-i gayba muttali olma vb. konulara dair sert eleştiriler yer alır. İbn Teymiyye, Aliyyül Kari gibi birçok fakih, mütekellim ismin katkı verdiği bu literatürde büyük ölçüde eleştirilen sözlere çoğu kez bizatihi İbn Arabi'nin getirdiği izahat ihmal edilir. Sözgelimi İbn Arabi'nin Allah-alem ilişkisini açıklamak üzere serdettiği “Alem Hakk’ın sûretinden ibarettir”, “Herhangi bir şeye ibadet eden kimse Allah’a ibadet etmiştir”, “Halkı Hakk’a davet etmek halkı kandırmaktır”, “Allah zahirin ve batının aynıdır” ve “Allah eşyanın aynıdır” gibi sözlerin kasdı mahsusası özellikle ıskalanır, neredeyse müellifin Allah ile insanı aynı saydığı iddia edilir. Oysa İbn Arabi'nin Allah ile alem arasında  özdeşlik ve başkalık dışında bir ilişki biçimini kasteddiği unutulur. Metafizik mantık bahislerindeki üçüncü halin imkansızlığının geçersizliğini göstermeye çalışır halbuki İbn Arabi. Esasen  Füsusu’l-Hikem, tek bir hakikatin farklı aynalardaki görünümlerini ele alan bir kitaptır. Eserin daha hemen başında "Hak, sayısız güzel isimleri bakımından emrin tümünü içeren ‘kuşatıcı bir varlıkta’ isimlerini tek tek görmek ve o varlık vâsıtasıyla kendi sırrının kendisine görünmesini istedi. Varlık ile nitelenmiş olması sebebiyle ‘kendini görmek istedi’ de denilebilir; çünkü bir şeyin kendini kendisi vâsıtasıyla görmesi, ayna gibi başka bir şeyde görmesine benzemez. Aynada kişi kendini, bakılan cismin yansıttığı biçimde (sûrette) görür. O yer olmadan ve kişi ona bakmadan önce, böyle bir biçim ortaya çıkamazdı. Bunun için Hak, isimlerini ya da kendini görmek üzere bütün alemi ruhsuz bir beden gibi yarattı. Alem, tıpkı cilasız bir ayna gibi oldu" denmesi de bundandır.

Netice-i Kelam
Gerek içerdiği metafizik konuların gerektirdiği incelikleri kavramak gerekse de oluşturduğu etki tarihini yeni baştan yapılandırmak, yani İslam düşünce tarihinin 13. yüzyıl sonrası gelişimini yeniden ele almak üzere vazgeçilemeyecek kadar önemli bir metin olan Füsus'ul Hikem'i gündelik, gelip geçici, sık sık çıkmazlarla sonuçlanan, tarafların yekdiğerini altetme hırslarını taşıdığı tartışmalara meze etmemek gerekir. Eserin açtığı kelimatı mükaşefe için ise ilm gerektiği izahtan varestedir. (Cins, Temmuz 2018)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder