31 Ağustos 2018 Cuma

Otuz kuşun zorlu hakikat yolculuğuna remz: Mantık-ut Tayr


Hakkında tarihsel bakımdan tevsik edilebilecek çok az bilgi bulunan, genelde menkıbeler yoluyla kendisiyle ilgili bilgilere ulaşabildiğimiz ünlü Feridüddin Attar'ın Türkçe'ye ilkin Gülşehri tarafından çevrilmiş (elbette bu çevirinin dili 1300'lü yılların Türkçesi'dir) tasavvufi süluk sürecini ve kavramlarını sembolize eden Mantık-ut Tayr (Kuşların Dili) gerek içerdiği sembolizm, gerek sağlam kurgusu ve sade diliyle gayet okunaklı, anlaşılır bir şaheserdir.
Klasik tasavvuf literatüründe ve geleneksel edebiyatımızda sık sık başvurulan birçok remzi kullanan bu metnin asıl hikayesini Attar, Ritter'e göre, Ahmed Gazali'nin hem Arapça hem Farsça yazmış olduğu Risaletü’t-tayr adlı eserinden alır. Ki, Kur’an-ı Azimüşşan’da geçen (en-Neml 27/16) “mantıku’t-tayr” terkibini Attar’dan önce İbn Sina, Hakani ve Ahmed Gazali'nin de kullandığını biliyoruz. Terkipte geçen mantık "konuşma, söyleme, lisan-ı hal ile ifade etme" anlamlarına gelirken "kuş" anlamına gelen tayr ise Attar'ın sembolizasyonunda saliklerin her birini temsil eder.

Mantık-ut Tayr'ın sembolik hikayesi
Mantık-ut Tayr'da anlatılan sembolik hikaye özetle şöyledir: Kuşlar kendi aralarında toplanıp hiçbir ülkenin padişahsız olmadığını, padişahsız bir ülkede nizam kurulamayacağını belirtirler.  Kendi padişahlarını görmeyi murat ettikleri açıktır. Nerededir kuşların padişahı? Gören olmuş mudur onu acaba? Arasalar bulabilirler mi o şanı yüce padişahı?
Aralarında bulunan ve mürşidi temsil eden, Kur'an'da geçtiği şekliyle Hz. Süleyman'ın yakını ve postacısı olan hüdhüd bu konuda onlara yol göstereceğini söyler. Hüdhüdün öncülüğünde toplanırlar. Fakat padişahı bulmalarını sağlayacak yolun uzak ve sıkıntılı olduğunu anlaşılınca bülbül, papağan, tavus, kaz, keklik, hümâ, doğan, balıkçıl, baykuş ve diğer birçok cinsten kuş birer mazeret ileri sürüp bu zorlu olduğu besbelli yolculuktan vazgeçmek ister. Hüdhüd hepsine cevap vererek onları ikna eder. Sonunda bütün kuşlar hüdhüdün kılavuzluğunda yola çıkarlar. Yolculuk esnasında bitkin ve yorgun düşen binlerce kuş hüdhüdden şüphelerinin giderilmesini ister. Hüdhüd her birinin soru ve itirazlarına cevaplar verir; önlerinde “talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakru fena” denilen yedi vadinin bulunduğunu, bunları geçince padişahları olan simurga ulaşacaklarını anlatır. Hüdhüd'ün bu anlatımlarında hikaye içre hikaye anlatımlarına sık sık başvurulur; ana hikayenin çerçevelediği üslup, kısalı uzunlu aktarılan diğer hikayelerle zenginleşir. Attar'ın anlattığı ve kendi yorumlarını da ifade ettiği bu hikayelerin bir kısmına daha sonra Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi'sinde de rast geleceğizdir.
İtirazlarının ve merak ettiklerinin cevaplanmasının ardından tekrar yola koyulan kuşlardan sadece otuzu hasta ve yorgun durumda bu vadileri aşıp yüce bir dergahın önüne ulaşır. Burada bir postacı gelip onların simurgu sorduğunu anlayınca önlerine birer kağıt parçası koyarak okumalarını söyler. Kağıtları okuyan kuşlar kağıtta yaptıkları bütün işlerin yazılı olduğunu görünce şaşırırlar. Bu sırada simurg da tecelli eder. Fakat gördükleri simurg kendilerinden başka bir varlık değildir. (Zaten simurgun Farsça'daki anlamı "otuz kuş" demektir.) Simurgda kendilerini, kendilerinde simurgu gören kuşların hayretleri artar. Bu arada bir ses duyulur: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz; daha fazla veya daha eksik gelseydiniz yine o kadar görünürdünüz; burası bir aynadır”. Neticede hepsi simurgda fani olur, artık ne yol, ne yolcu, ne de kılavuz vardır.

"Mürşidsiz varılmaz dost illerine"
Anlaşıldığı üzere Attar'ın Mantık-ut Tayr'da anlattığı sembolik hikaye "vahdet-i vücud" anlayışı üzerine kuruludur. Vahdet-i vücud anlayışını bu hikaye ile remzederek anlatmaktadır Attar. Mantık-ut Tayr'da kuşların geçtiği yedi vadi, tasavvufun esası kabul edilen tarikat, marifet ve hakikat merhalelerinin cüzlerini simgeler. Mantık-ut Tayr, tıpkı Hüdhüd'ün kuşlara rehberlik etmesi gibi, sembolize edilen bu vadilerin aşılması esnasında da saliklere Hakk’a vasıl olmak ve O’nun varlığında yok olup bekaya ermek için bir mürşidin rehberlik ve terbiyesinden geçmenin şart olduğunu vurgular.
Hüdhüd ile diğer kuşlar arasındaki amaç-liyakat-sadakat bütünlüğünün yol-mürşid-mürid bütünlüğüyle sembolize edilmesi de dikkat çekicidir elbette. Mürşid, kendi öz nitelikleri sayesinde değil, tutulacak yolun zorluklarını aşmada yardımcı olan nitelikleri sayesinde mürşiddir; müridlere üstünlüğü de bundan fazlası değildir haddi zatında. Tutulan yoldur Hüdhüd ve diğer kuşların hep birlikte simurgu "keşf"etmesini sağlayan. Kuşlar kafilesi, hep birlikte geçtikleri yolun sonunda simurg olduklarının "keşf"ine varırlar, yoksa Hüdhüd hikayenin biçimlenmesinin gereği, daha önceden simurga aşina olmuş değildir vesselam.
Geleneksel edebiyatında önemli bir yer tutan simurg, mantık-ut tayr, Hüdhüd figürleri bilhassa "sembolik dil" ya da "gizli dil" kullanımlarına bir işarettir. Bu "gizli dil"e iki sebeple başvurulur: Öncelikle böylelikle marifetin bu anlayışa karşı olanlardan gizlenmesi sağlanır. İkinci olarak da  anlatılan yüksek hakikatleri anlama ve taşıma noktasında kabiliyeti olmayan, yani ehil kimselerin akıl ve idrak yanlışlıklarına düşmemesi sağlanmaya çalışılır.
"Senai ruh idi, Attar ise onun iki gözü/Biz Senai ile Attar'dan sonra geldik" diyerek Feridüddin Attar'ı selamlayan Mevlana da mantık-ut tayra sık sık başvurur. Yeri gelmişken geleneksel kültürümüzde ruh ile kuş arasında bir yakınlaştırma olduğunu da vurgulamalı. Öyle ki günümüzde bile zaman zaman ölen birinin ardından "can kuşu uçtu" dendiğine şahit oluruz. Mantık-ut Tayr bir yerde ruhların dili olarak da okunabilir.
(Cins, Ağustos 2018)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder