19 Ağustos 2018 Pazar

13. yüzyıldan günümüze düşen ışık

Şehrin güncel sorunları, baro seçimleri ve yerel siyasal gelişmeler hakkında yazmak her zaman bir köşe yazarının en kolay yolu olsa gerek.
Okunma sıkıntısı hiç çekmez ve mutlaka okunabilecek türden bir yazı da çıkartırsınız.
Şehrin çünkü birçok sorunu vardır; trafik, eğitim, bekleyen projeler, planlanan projeler, yapımı süren projeler…
Her biri de ayrı ayrı özel ilgiyi hak edecek konulardır bunlar.
Bu konularda yazdıklarımıza okurlarımızdan biz de gerekli ölçüde tepki aldık doğrusu.
Ama ben bugün bambaşka bir konuyu, herkesin hep ilgilenir göründüğü, ama aslında umrunda olmayan bir konuyu yazmak istiyorum.
Bu şehrin tarihi kimliğini oluşturan en önemli konuyu aslında.
Ama bunun için önce biraz tarihsel bilgilerimizi tekrar hatırlayıp tazeleyelim.
Milattan sonra 1243 yılında Sivas ile Erzincan arasında, Erzincan Akşehiri denen yere oldukça yakın bir mevkide, Kösedağ’da Anadolu’yu keşfe çıkmış ve birkaç baskın da yapmış Baycu Noyan komutasındaki Moğol keşif gücü ile babası Alaeddin Keykubat’ı annesinin ve gözdesi vezirlerin işbirliğiyle 1237’de zehirleyerek Konya’da tahta oturmuş II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ordusu karşılaşır.
II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1237’den 1243’e kadar izlediği yanlış politikalar ve tabii sefahat hayatı sebebiyle ne orduda komuta düzeyinde yeterli bir ustalık vardır, ne de doğrusu Keyhüsrev’in çevresini saran ve içki alemlerinde onun yârânlığını yapan saray adamlarından gelebilecek herhangi bir öngörülü bakış ya da bilgelik yardımı.
Hatta kışkırtılır Keyhüsrev. Sözgelimi savaştan bir gece önce arkadaşlarıyla birlikte iyice kafayı çekip aşağıdaki ovada binlerce ateşin etrafında toplanmış ordusunun azametine bakarak, “Yarın karşımıza –haşa- Allah çıksa bizi yenemez” dediği bile mervidir.
Babası Alaeddin Keykubat’ı kıytırık bir emirin düzenlediği kumpasla av eti sayesinde zehirlemiş bu sonradan görme, annesi bir Gürcü olan sultanın ordu komutanı da bir Abhaz’dır.
Ordu komutanı tecrübelidir tecrübeli olmasına da, ne Gıyas’a söz geçirebilir, ne de onun etrafındaki dalkavuklara.
Müstahkem mevkisini terk eder Selçuklu ordusu ve Moğol ordusunun öncü müfrezeleriyle çatışmaya girer.
İlk çatışmayı kaybederler. Telaşlanan ve savaşın kaybedildiğini düşünen Gıyas ve avenesi, bütün hazinelerini çadırlarda bırakıp soluğu Kubad-Abad Sarayı’nda alır.
Artık bütün Anadolu, Moğol atlarının toynakları altındadır.
Buraya kadar anlattığımız, ilk sahne.
İkinci sahne ise yaklaşık 13 yıl sonra Konya şehrinin kuzey surları önünde yaşanacaktır.
Surları kuzeydoğu cephesindeki girişi yerle bir eder Baycu Noyan kuşatma esnasında.
Ama Baycu’nun kuşatması kısa sürecektir, çünkü onun Anadolu’yu kendisinden kopartıp vassallığından uzaklaşmak istediği istihbaratını alan Hulagu, gönderdiği emir eri ile Baycu’nun Bağdat kuşatmasına katılmasını emretmiş; Baycu, Bağdat civarına avdet eder etmez de kafasını kestirmiştir.
Devam edelim.
Bu kuşatma esnasında Moğol ordusunun en büyük yardımcıları kalenderilerdir.
14. yüzyıldan itibaren Kalenderhane Mahallesi olarak anılacak mevkide yerleşen güruh da bunlardır. Konyalılar bu dervişleri pek sevmez, özellikle ahi olan esnaf.
Şimdilik bu kadar.
Bu konuya inşallah yarın devam edecek ve günümüze bağlayacağız.


Konya Pusula gazetesi, 29 Eylül 2014


Milattan önce 9 binlere tarihlenen höyüklerin yakınında bir şehir Konya, nereden bakarsanız bakın 11 bin yıllık bir tarihe sahip.
Zaman zaman bu 11 bin yıllık tarihin bütün yükünün şu şehir üstüne çöktüğüne şahidim.
Şahit olmak ne kelime, bunu bizzat yaşadığımı hissediyorum.
Bu 11 bin yılın tüm yorgunluğu cılız omuzlarıma çöküyor sanki.
Yine de bu 11 bin yıl içindeki en önemli dilimin milattan sonra 1200 ila 1300 yılları arası olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bu yüzyıl, 13. yüzyıl yani, Konya için ihtişamın ve yıkımın, varlığın ve yokluğun yüzyılıdır.
Konya’yı Konya kılan yüzyıldır bu.
Bugün "eren" dediğiniz, veli dediğiniz her kim varsa, 13. yüzyıldandır.
Yunus, 13.yy'dır, Şeyh Edebali 13. yy'dır.
Ahi Evren, Nasreddin Hoca 13. yy'dır, Mevlana, Evhadüddin Kirmani 13. yy'dır.
Sadreddin Konevi, Davud-u Kayseri, Fahreddin Iraki 13. yüzyıldandır.
Siracüddin Urmevi, Mahmud Hayrani, Seyyid Harun Veli bu yüzyılın insanlarıdır.
Hoca Cihan, Hoca Fakih, Şeyh Alaman, Dediği Sultan, Celaleddin Karatay, Abdullah Kelük bu yüzyıldan bugüne seslenir.
Sadece Konya’nın değil, bütün bir Anadolu’nun ruh kökünü anlamak isteyen 13. yüzyılı anlamalıdır.
Hacı Bektaş Veli’yi unutmayalım, Şeyh Edebali’nin pirini; o da 13. yüzyıldandır.
Baba İlyas-ı Horasani de öyle…
Karamanoğulları’nın kurucusu Karaman Bey’in babası Köre Sofi de hakeza.
Bütün bu isimler bugün bile eserlerinden müstefit olduklarımız arasındadır.
Kalenderi babaları saymadık elbette, ne Şemsi'leri ne torlakları, ne ışıkları...
Ne de sonraki yüzyıllarda yaşamış Osman Rumi’leri, Ulaş Baba’ları, Kesikbaş’ları hesaba katmadık.
Konya biraz Cem Sultan’sa bunlardandır; biz Peçenek’sek, Varsak’sak, biraz da Beğdili’yiz.
Afşar’sak, Bayat’sak sebebi bundan.
Yine de 13. yüzyıl Konya’sı bambaşkadır.
13. yüzyıl Konya'sında Mutezili düşünce de vardır sözgelimi.
Sünni düşünce de vardır, Şii düşünce de vardır; Arap, Türk, Abhaz, Gürcü, Ermeni, Rus, Rum, İtalyan da vardır sözgelimi.
Harizmli vardır, Eyyubi de vardır.
Kıpçak DA vardır, Oğuz da vardır.
Tekrarlayalım: Anadolu'daki Türk varlığının ruh kökü Konya'dır, inanmayan İznik düşünce neden tekrar Konya'nın başkent olduğunu düşünsün...
Anadolu'daki Türk varlığının direnç noktasıdır Konya bir yerde…
Hani borsadaki gibi, daha aşağı düşmenizi engelleyen bir çıpa, bir dayanak noktası…
Peki, 13. yüzyıldan bugüne durum nedir?
Konya bu önemi niye edinmiştir?
Açıklayalım: 13. yüzyıl Tokat’ı Türkçü, Malatya’sı Farsçı’dır; Konya ise evrensel…
Tabii ki kültürel çeşni bakımından…
Bu yüzdendir ki Selanik sonrası Osmanlı'sının 3. büyük şehri Kudüs'tür elbette, ama Anadolu'daki 3. büyük şehir Konya'dır.
Bursa birçok bakımdan bağımsız bir şehir sayılmaz çünkü; İstanbul'un stepnesidir; Edirne de aynı konumda İstanbul’un yedeğidir.
Ankara, evet bu eski ahi şehri, ahilerin ilk devlet sahibi oldukları şehir ise ancak Cumhuriyetle bir anlam kazanır.
Düşünün işte şimdilerde çokça konuşulan IŞİD sorununa ilişkin teemmüllere 13. yüzyıl Anadolu’su ve bu Anadolu’nun Başbakanımız Davutoğlu’nun deyişiyle ”merkez”, benim söyleyişimle “kök” şehri öyle bir katkıda bulunur ki şaşar kalırsınız...


Konya Pusula gazetesi, 01 Ekim 2014


13. Yüzyılın Konya ve Anadolu için “anlam ve önemi”ni vurguladığım yazının, yani ikinci yazının bir “ara söz” olarak algılanması yerinde olur.
Moğol istilası öncesi, esnası ve sonrasında Anadolu topraklarının tanıştığı kalenderi dervişlerin Konya’daki yerleşimleri dış surun dışıdır.
Gerek kuzeyde gerekse güneydeki kalenderi türbe ve lengerler bunu kanıtlar.
Kalenderhane Mahallesi’nde bulunan türbeler ile Armağan mahallesindeki Osman Rumi türbesi ve zannımca sonradan eklenmiş camii de bunun örnekleridir.
Kalenderhane Mahallesi’ndeki çifte kümbetin yanısıra, yanlış hatırlamıyorsam, 2007’de Prof. Dr. Mikail Bayram ile Prof. Dr. Haşim Karpuz’un mahallede yaptığı yüzey çalışmalarında rastladıkları bir sanduka dolayısıyla bölgede arkeolojik kazı başlatmak üzere Selçuklu Belediyesi, Adem Esen döneminde bir ilke kararı almış ve hatta Konya Müze Müdürü Yusuf Benli de buna hazır olduklarını söylemişti.
O olaydan yaklaşık 6-7 yıl sonra bu kez Asıl Dondurma’nın bulunduğu köşede açığa çıkan türbe için ise kurulun verdiği “gömerek koruma” kararını garip karşıladım.
Bu kararın aksine, bana kalırsa, bölgede kapsamlı bir bilimsel çalışmanın ve arkeolojik araştırmanın yapılması gerekliydi.
Yeri gelmişken Konya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nda da önemli değişiklikler olduğunu, Prof. Dr. Ali Boran beyin kurul başkanlığından ayrıldığını belirteyim.
Ayrıca Büyükşehir Belediyesi de kurulda artık Daire Başkanı düzeyinde temsil ediliyor.
İmar Daire Başkanı Hayrullah Bey, belediyeyi temsilen kurul toplantılarına iştirak ediyor.
Bu iyi mi kötü mü?
Kağıt üstünde iyi görünen bu durum uygulamaya nasıl yansır?
Bu soruların cevabı elbette geleceğe şamil, yani hemence cevaplandırılamayacak sorular bunlar.
14. yüzyıla kadar tarihini yakinen bildiğimiz Konya şehrinin bu tarihten itibaren hayatının biraz flulaştığını görmek üzücü.
14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar, yani İlhanlı ve Karamanoğlu hakimiyeti altında Konya’nın tarihi yeterli çalışmalara konu olmamış.
Tarihçiler Batı’da yükselen yeni gücün, Osmanlı’nın yükselişini izlerken Konya’nın  inhitatı gözlerden kaçmış.
Belki biraz biraz İbn Batuta’nın seyahatnamesinden Konya’daki ahilerin gündelik hayat üzerindeki etkilerini görebiliyoruz.
Ama Kalenderilerden Mevlevilere, Ahilerden diğer taifelere şehrin beşeri dokusunu oluşturan insanlar kadar şehir yerleşimindeki dönüşümleri yeterince bilmiyoruz.
En azından bu konuda yeterli kaynak olduğunu söylemek mümkün değil.
İnşallah sağda solda dağınık halde bulunan bilgi ve tespitleri bir araya getiren, bütünleştiren bir eser bu konuda kaleme alınır da gerek Kalenderiliğin Konya serencamını gerekse şehirdeki diğer grupların sosyal hayatını daha yakından tanıma fırsatımız olur.
Bu konuda son bir yazıyla konuyu bağlayacağımın bilinmesini isterim.


Konya Pusula gazetesi, 07 Ekim 2014

Konya ve Kalenderiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder