30 Ağustos 2018 Perşembe

Anadolu kültüründe mumyanın yeri

Mumyalamayı (tahnit) insan bedeninin çeşitli sebeplere bağlı bozulmasına karşı korumak için yapılan suni işlemler bütünü olarak niteleyebiliriz. İnsanın ölüme karşı gösterdiği tepkiler içinde ortaya çıkmış uygulamalardan biri olarak bildiğimiz mumyalamanın ölenler ve geride kalanlar için bir nevi teselli ve acıya alışma sürecinin hafif bir biçimde atlatılabilmesi için başvurulan bir avunma şekli olduğu da söylenebilir.
Popüler kültürde her ne kadar mumyalama geleneği Mısır’la anılıyor ise de bu gelenek hemen her coğrafyada benzer şekillerde ve benzer malzemelerle yapılır. Mısır’da milattan önce 5000’li yıllardan beri yapılagelen ve uzun bir gelişme süreci yaşayan mumyalama geleneğinin handiyse mükemmellik seviyesine ulaştığını günümüze kadar ulaşmış mumyalar göstermektedir.
Devlet sırrı
Türk kültüründe de Orta Asya’da başlayan bu işlemin Anadolu’ya yerleşimden sonra da sürdüğünü görmekteyiz. İslam’ı kabulle birlikte yaygınlığını yitiren bu geleneğe Osmanlı döneminde sadece başlangıçta uzak diyarlarda hayatını kaybeden padişahın defnedileceği yere taşınıncaya kadar korunması veya padişahın aniden ölümüyle ortaya çıkması muhtemel siyasi kargaşanın önüne geçilmesi için başvurulur. Kanuni Sultan Süleyman sonrasında ise gelenek tümüyle terk edilmiştir. Günümüzde de tahnit işlemleri sıcak havalarda cesedin uzak mesafelere transferi için geçen sürede cesedin bozulmasını önlemek ve adli vakalarda kimlik teşhisi ya da doku tespiti için başvurulan bir yöntem olarak görülebilir.
İslami Türk geleneğinde mumyalamaya özellikle Selçuklu döneminde çok sık rastlanmasına karşın, bu uygulmanın genel olarak pek hoş karşılanmadığı ve bundan dolayı da yaygınlaşmadığını belirten Zehra Gençel Efe, bu hoşnutsuzluğun konuya ilişkin kaynaklara da yansıdığını belirtiyor. Türkiye Selçukluları ve Beylikler dönemi için en eski kaynak olarak Galen ve İbni Sina’yı kendine rehber edinen Hekim Hacı Paşa’nın Şifa’ül Eskam ve Devaül Alam adlı eserini kullanan Zehra Gençel Efe, mumyalamanın İslam geleneğine aykırı olmasının tarihçileri de etkilediğini ve yapılan önceki uygulamaları nakletmeyi onlar için zorlaştırdığını kaydederek Hekim Hacı Paşa’nın kitabı haricinde uygulamanın ayrıntılarını öğrenebileceğimiz kaynağa rastlanmadığını da söylüyor. Özellikle Osmanlı devletinde ağzı sıkı tarihçilerin makbul olduğunun altını çizen Efe, “Tarihçiler dini akaide ve geleneğe aykırı olup da yapılmak zorunda kalınan bu işlemle ilgili detay vermekten sakınmışlardır” diyor.
Hanefiler tarafından kesinlikle yasaklanan ve Şafiiler’in rağbet göstermediği tahnide Malikiler ve Hanbeliler çok özel şartlar altında cevaz veriyordu. Bu şartlar altında kimileyin gerek duyduklarında Osmanlıların da tahnide başvurdukları görülür. Bir av esnasında hastalanan Çelebi Mehmed’in 40 gün gizlenen ölümü üzerine durumdan kuşkulanan ve ayaklanma istemleri güçlükle bastırılan askerleri yatıştırmak maksadıyla mumyalanmış cesedine kaftan giydirilip başına sarık konarak asilere gösterildiği ve karmaşanın giderildiği de tarihsel kaynaklarda aktarılır.
Kitabında Zehra Gençel Efe, mumyalama tekniklerinden Anadolu Türk kültüründeki mumyalama olaylarına kadar kadim bir geleneğin ayrıntılarını anlatıyor. Modern zamanlarda özellikle tıp eğitiminde kadavra uygulamalarındaki plastinasyona kadar gelen mumyalama işlemleriyle ilgili Efe’nin aktardığı bilgiler insanoğlunun ölümle mücadelesinde ve ölümsüzlük arayışındaki umutsuz çabayı da akla getiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder