4 Ekim 2018 Perşembe

Yediklerimiz helal, ya kaplarımız?

Din ve siyaset ilişkisinin gündelik gerçekliğe nasıl yansıdığı ya da yansıması gerektiği etrafında doğan birçok sorun ve tartışma Türkiye’nin son 50 yılındaki kamusal gündemin üzerinde durduğu en önemli madde olarak görünür. Bu tartışmalar büyük ölçüde siyasetle dini, gündelik gerçekliğin esaslı bir şekilde parçası olarak görme arzusunda olanlarla, onu elden geldiğince kamusal alanın dışına itmeye çalışanlar arasındaki gerilimden beslenir.
Çoğu siyasal bir lehçede açığa vurulan bu gerilim ve çatışmaların gündelik hayatın çeşitliliği ve akışkanlığı içinde, özellikle din ve toplum ilişkilerinin muğlak ve kolay kolay teorize edilemeyecek modern şartlar altında ortaya çıkardığı sorunlara odaklanarak Türkiye’deki modernleşme süreci ve değişim pratiklerinin toplumsal muhayyilemizin başta din olmak üzere kurucu unsurlarını nasıl ihlal ettiğini serimleyen bakış açısıyla Necdet Subaşı Sosyoloji Günlükleri adlı kitabında din ve siyaset ilişkileri sözkonusu olduğunda takınılan çeşitli tutum ve tavırları ele alıyor.
Dışlama stratejisi
Subaşı’na göre 2007 yılıyla birlikte yeni bir ivme kazanan kapsamlı bir dışlama stratejisi, dini ve dini olma iddiasını taşıyan her türlü varlık beyanını bir şekilde manipüle etmeyi başarmıştır. Subaşı, bu manipülasyonun nasıl gerçekleştirildiğine dair kapsamlı sayılmasa da yazılar boyunca önemli analizler yapıyor, bu süreçte dinin gerek sivil gerekse resmi temsillerinin anlaşılma şekillerini sosyopolitik tartışmalar ekseninde değerlendiriyor.
Subaşı böylelikle kitabı boyunca gah “Şimdiki dünyanın gerçekliği karşısında yutkunmayan bir din dili nasıl üretilebilir?” sorusuyla ilahiyat fakültelerinde çalışan akademisyenlerin çeşitli konulardaki kolaycı teslimiyetçiliklerini muaheze ediyor, gah toplumda yaşanan bireyselleşme, dinsel alanın rasyonelleşmesi, ticari ve bürokratik kisvelere bürünmesiyle oluşan muhataralı sorunları ele alıyor.
Subaşı bu tartışmalar boyunca Yeni Türkiye’de dinin hangi temsiller üzerinden kendini var ettiğini, verili politik bağlamlara borçlu görünen örgütlü dinsel yapıların rekabet alanlarının nasıl işlediğini, gündelik dini söylemlerin yer yer politik ataklarla örtüşebilen müfredatını ve kurucu aktörlerin hemen her durumda yeniden inşasına fırsat veren heyecanının açığa çıkardığı pragmatizmi de çözümlemelerinde kerteriz seçiyor.
Ne devletin reel-politik tasavvurlarına kayıtsız şartsız teslimiyete ne de din adına insanları kullanmayı amaçlayan FETÖ benzeri örgütlerin sözde maneviyat vurgularına bel bağlamadan din ile devlet arasında soğukluğu en aza indirecek bir müzakereye giden yolun geçtiği darboğazları işaret eden tutumuyla Subaşı’nın yazıları disiplinlerarası özellikleriyle de ilgi çekici. Türkiye’nin son 10 yılındaki kamusal tartışmalar, o tartışmalara bizatihi dahil olunarak yazılmış yazılarıyla katkı sunan Subaşı’nın kitabı tarihi öneme sahip bu vetireyi yeni baştan nasıl düşünmemiz gerektiğini de gösteriyor.
Nihai kertede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın anayasasında ‘laiklik’ ilkesinin bulunduğu bir devletin örgütlenmesi içerisinde yeri ve konumunun belirsizliğindne kaynaklanan çeşitli sorunların gündelik hayatlardaki dindarlığın görünümlerine etkisini de göz önüne alan Subaşı “Yediklerimizin helal, ancak onları pişirdiğimiz kapların zehirli olduğu” bir iklimde yaşadığımızı bize sürekli hatırlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder