5 Ağustos 2019 Pazartesi

ÜZGÜNÜM!

Bugün akşam üstü uğradığım Çizgi Kitabevi'nde karşılaştığım felsefeci bir akademisyen dostum hüzünlü bir şekilde "Neredeyse kalan tek İslamcı'sın Murat" dedi. Bunu beni esefle kınamak amacıyla söylemediğine gayet eminim. Aksine belli bir takdir hissi de sesinin tonuna yansımıştı. Üstelik son kertede kendisini "İslamcı" olarak nitelemekten çekinmeyen biriydi 1989'dan beri tanıdığım kadarıyla. Yine de düşünmek zorunda kaldım onun bu sözünü: Acaba sahiden "Son Mohikan" gibi Türkiye'de kalakalan "son İslamcı" ben miydim? Elbette değil. Başka başka birçok güzel insan var kendini böyle nitelemekten ar etmeyecek.

Akademisyen dostum sohbetimizin bir safhasında da zamanında bolca emek sarf ettiğim tezkire dergisine sözü getirerek onun kendisini "eleştirel sosyolojik çalışmalar"la sınırlaması hakkında ne düşündüğümü de merak ettiğini ifade etti. Doğrusu tezkire dergisinin yayın kurulunda değilim, en son 2018'de sadece bir yazım yayınlandı. 2004'ten beri dergiyle herhangi bir alakamın kalmadığını bilen biliyor. Dolayısıyla bu kararda bir dahlimin olmadığı besbelli. "Kanımı bulaştırmadığım kavgaya dilimi de bulaştırmam" güzel sözü sebebiyle kararı eleştirmeye yeltenemem de. Sadece kabahatlerimi hatırladım dergiye karşı. Derginin güncel politik ve sosyal gelişmeleri değerlendirmekten niçin el etek çektiğini de anlamaz değilim. Yine de bu kararı ilk öğrendiğimde aklıma 1996'daki tezkire toplantısında Erol Göka hocanın yaptığı eleştiriler geldi. Kendi kendime buruk bir biçimde gülümsedim.

Sadece Erol Göka hocanın eleştirileri mi? Heidegger'e atfedilen o muazzam söz de bir yerlerden sökün ediverdi zihnime: "Düşünmek teknik hale geldiğinde, kamusal alanın diktatörlüğüne bağlanır." Güncel siyasi-toplumsal meseleler hakkında görüş ifade etmekten sarfı nazar edip sözümona "akademik", "bilimsel" ve de! "eleştirel" etkinliğin görece gayet 'teknik' şemsiyesi altına sığınmanın gönül rahatlatıcı tarafları elbette vardır. En azından ofsayda düşmekten kurtulursunuz. Ancak diğer yandan da tehlikenin büyüğü, Heidegger'in uyardığı o "kamusal alanın diktatörlüğü"ne kapılmak da (örneğimizden yola çıkarak "akademik olanın diktatörlüğü" demeli buna belki) tehdit eder bütün düşünme uğraşınızı- varsa eğer böyle bir şey!

Kabahatim büyük demiştim, bir yerde mecburiyetlerim de vardı. O yüzden birilerinin çıkıp yukarıda yazdıklarımdan dolayı tezkire'nin kararını eleştirdiğim zehabına ya da bu yolda "yanlış sonuçlar"a kapılmasını istemem. Bu sonuçlar yanlış, çünkü 1991'de "İslami hareketin teorik derinlik ve sürekliliği"ni sağlama hedefiyle yayın hayatına başlayan tezkire'deki bu uğraşa ve hedefe en çok angaje olmuşlardan biri olarak ben bile buna sahip çıkamadım. Üzgünüm...

5 Ağustos 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder