7 Haziran 2024 Cuma

En büyük eksiğimiz aşktır

 Hayatın en temel ölçütü nedir? Bu soruya verilebilecek çeşitli cevaplar arasında en önemlisi belki günümüz hayatlarında eksikliği hissedilenin ne olduğunu sormak olabilir. Günümüz hayatlarında karşılaşılan sorunların kökünde büyük ihtimalle bu eksiklik yer alıyordur. Aşk diye bir eksiğimizin olduğunu bilinçli olmasa da bilinçdışı mekanizmalarla sürekli hissettiğimizi vurguluyor Fatmanur Altun'un kitabı. Bu eksikliğin nasıl giderileceğine ilişkin gerçek bir bilgi sahibi de sayılmayız ona kalırsa. Ama hayatlarımızda karşılaştığımız problemlerin kökünde bu eksiklik var ve bu problemler bu eksikliği bize gösteren birer semptomdan ibaret. Bu semptomların farklı safhalarda farklı kılıklar aldığını, zamanın ruhuna uygun bir tarzda başka başka kisvelerle göründüğünü ifade eden Altun, toplumsal inşa sürecimizin akamete uğramasında bu meselelerin payı olduğuna değiniyor.

Bütün yollar ona çıkıyor

Kültürel dünyamızın temel değerlerinin Yunus Emre'nin önemli bir şiirinde geçtiği üzere "Yaratılanı Yaratan'dan dolayı sevmek" olduğunu belirten Altun medeniyetimizin kurucu yapı taşının aşk olduğuna dikkat çekerek birbirimizle ve/veya eşyayla ilişkilerimizin bozulmasının sebebini de aşksızlık olarak teşhis ediyor. Bu sorunlara yönelik ne kadar sosyolojik çözümleme yapılırsa yapılsın bütün yolların insan tekleri olarak aşkı deneyimleme kapasite ve yeteneğimizin erozyonuna vardığına inanıyor Altun.

Dört bölümden oluşan kitabında bu bölümleri fert, kadın-erkek, aile ve yaşam kültürü olarak adlandıran Fatmanur Altun her bölümde toplumsal ilişkilerimizdeki yamuklukları ele alıyor. Sözgelimi Fert başlığını taşıyan ilk bölümde günümüzde ferdin "kendine ait bir hususiyeti, yüzü, sesi olmayan; ne Tanrı ile ne de devletle bizzat ilişki kurmasına izin verilen, her iki ilişki biçimi için de aracılara müracaat etmesi gereken, kendi başına anlamsız bir yapboz parçasından ibaret" olduğunu tespit eden Altun, bu bölümdeki yazılarında fert olarak dünyaya geldiği halde bireyleşmeye (ancak kitle içinde anlamlı bir varlığa) zorlanan insanın yaşadığı gerilimlere mercek tutan yazılara yer veriyor. Pop ve medyatik hayatlar, hedonist baskılar, tüketim toplumunun sendromları bu yazıların başlıca temaları. Öyle ki bu hayatlar içinde aşk bile bir 'meta'ya dönüştürülmüştür. Aşkı hem tanımlayıp hem de onu seri olarak üreten endüstri, bir yandan aşk konulu popüler kültür ürünü satar bir yandan da aşkı arzulayan kalabalıkların taleplerini karşılayarak ciddi oranda kâr eder. Aşkın farklı varyasyonlarını yok ederek onu tek tipleştirip üretim bandına yerleştiren bu endüstriyel anlayış modern kültürdeki bir çelişkiye işaret etmemize de imkân sağlar: Modern kültür bir yandan insanları benmerkezciliğe davet edip egoistleştirken bir yandan da aşkın varlığına onları ikna etmek zorunda kalır. Aşkın tenselliğe indirgenip popüler kültür ürünlerine tevdi edilmesi, ayrıca onu bir şekilde pasif bir tüketim tarzına, hedonist bir deneyime ve "Hadi şimdi ikimiz de beni sevelim!" narsizmine indirgenmesi modern kültürün çelişkiden kurtulma tarzıdır belki de.

Kitabın son sözündeyse Fatmanur Altun İsrail'in Gazze'de işlediği soykırım suçuna temas ederek "Eğer yaşarsak Filistin etrafında toplanan iyilerle onu yok etmeye çalışan kötüler arasında geçen bu destanın şahitleri olarak onu hafızamıza iyice kazımalıyız ve gelecek nesillere anlatmalıyız" cümlelerini kullanıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder