11 Aralık 2015 Cuma

Aşırı siyaset zehirler


Mayıs 2013'ten bugüne, yani takriben iki buçuk yıldır siyaset konuşmaları, tartışmaları hayatımızın her anını kuşatmış durumda. Neredeyse içimiz dışımız, üstümüz başımız tamamen siyasete bulanmış halde. Bu iki buçuk yıllık süre zarfını kimileri "otoriterleşme", "kutuplaşma", "diktatörleşme" söylemleri ile tarif etmeye çaba sarf ederken, buna karşıt olarak aynı süreci meri siyasal süreçlerde yaşanan normal çatışma ve krizlerin bir yansıması olarak değerlendirenler de mevcut.
Yaşadığımız süreçte hangi tavır doğruydu, hangisi yanlış, bunu sormayacağız bu yazıda; sonuçta süreç içinde taraflar konumlarının gerektirdiği stratejik ve taktik mevzileri olabildiğince iyi temsil etmeye çalışmışlardı. Biz her iki tavırda da ortaklaşa paylaşılan bir "yanlış"a değinmekle yetineceğiz. İkinci tavır, büyük ölçüde ilk tavra bağlı olarak dile getirildiği için o yaklaşımların yanlışlarını paylaşması da doğal elbette; bu noktada bu tavırlar, ilk tavırda içerilen temel yanlışı sürdürmekle itham edilebilirler en fazla, ki bu da ancak ilk tavırda içerilen yanlışı görmemenin gerektirdiği ölçüde bir aymazlık olarak tavsif edilebilir en fazla. Tabii ki, ortak bir yanlışı paylaşmak, taraflar her ne kadar tamamen birbirlerinden ayrı ve birbirlerine hasmane konumlarda yer alıyorsa olsun, onları ortak bir zemine yerleştirmemizi doğurur. Bu zemin aşırı siyasallıktır.
Aşırı siyasallıkta içerilen en temel yanlış şudur: Arada herhangi bir ayırt edici dolayım varsaymaksızın hayatın her alanını doğrudan siyasetle yüz yüze getirmek, bu aşırı politizasyon neticesinde bütün toplumsal duyarlık ve hayat alanlarını kurutucu bir sam yeli etkisi doğurmak. Hayatı çölleştiren bu rüzgar eşliğinde siyasetin zehirleyici bulutlarının en olmadık alan ve düzeylere bile serpintiler bıraktığını gözlemleriz diğer yandan.
Geride bıraktığımız iki buçuk yıllık zaman zarfında birçoğumuzun gözden kaçırdığı şey budur. "Otoriterleşme", "kutuplaşma", "diktatörleşme" söylemlerini dile getirenler, bu söylemler sayesinde asli alanlarında yaptıkları hataları taraftarlarına bağışlatma, beceremedikleri hususlarda hak etmedikleri ödülleri alma fırsatı elde ederler. Bunun karşısında yer alan tarafın da benzer bir politik kârı tahsil ettiğini görürürüz diğer yandan. Onlar da "haksız eleştirilere direnenler olma" konumunda kalarak asıl iştigalleri olan alanlardaki başarısızlıklarını sümen altına itme, asıl yapmaları gereken işleri savsaklamalarına mazeret üretme yeteneklerini sergilerler bize.
Oysa, siyasetle ilgilensek bile, üstümüze vazife kıldığımız işlerle siyasal sorunlar arasında vaz edeceğimiz dolayımları bu ilgi hasebiyle geçersizleştirmek "eleştirel mesafe"yi yitirmekle sonuçlanacak; tarafı olduğumuz siyasete de en büyük zararı verecektir. Aşırı siyasallaşmanın tarafı olduğumuz siyasete de olumlu herhangi bir katkısını göremeyeceğiz bu yüzden.
Kültürel üretime öncelik vermesini beklediğimiz insanların siyasal girdaplarda kaybolup gitmesi, kültürel üretim aracılığıyla siyasal sahnedeki değişimlerin de gerçekleşmemesi anlamına gelecek; "gerçek siyaset", böylelikle, bizatihi "güncel siyaset" eliyle boğulmuş olacaktır.
En asli siyaset, kültürdür; kültüre yapılan yatırımlar en verimli yatırımlardır. Siyasi değişimler geçici, kültürel dönüşümler kalıcıdır. Kültür, gerçek siyasettir. Kültürden mahrum siyasetler tamamen sabun köpüğü siyasetlerdir. 2013 Mayıs'ından günümüze siyasi alanda yaşanan çekişmelerin bugün izi yoksa sebebi budur.
CF Aralık-2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder