11 Aralık 2015 Cuma

Koltuk değnekleri


Evde yalnızdım. Divana uzanmış, dizüstünü açmış, internette geziniyordum. Yakınımda bir termos dolusu çay ve şekerlik. Onlardan biraz uzakta, ama eğer ayağa kalkmak istersem rahatça ulaşabileceğim bir mesafede koltuk değnekleri... Sabah balkona sigara içmeye çıkmış, ama sakat sol ayağıma yük bindirmeye varacak bir kazaya da düçar kalayazmıştım. Balkon kapısının hemen yanındaki kalorifer peteğine tutunarak atlatmıştım kazayı. Koltuk değneklerinden biri yere düşmüştü. O zaman fark etmiştim: Ben koltuk değneksiz ayakta duramıyordum, ama koltuk değneği de bensiz dik duramıyordu.
Kapı zili çaldı. Tabii ki duydum. Ama hayır, şimdi koltuk değneklerine uzanıp, onlara dayanarak koca holü geçip kapıyı açamam. İkinci kez bassınlar zile o kadar önemliyse. Hem kapıyı açacağım da ne olacak, annemin gereksiz komşularından biridir büyük bir ihtimalle. Bir de annem şimdi nerede onu mu anlatmaya çalışacağım bu gereksiz komşu kadına? Bekledim. Çalmadı zil ikinci kez. Bak bu iyi. Termostan bir çay döküyor ve internetten çıkıp Hermes okumaya devam ediyorum. La Fontaine ve Descartes... Bu Michel Serres'i Türkçe'ye niye çevirmiyorlar ki?
Kapı yeniden çalıyor. Zil. Bu zilin sesi beni kızdırıyor. En kısa zamanda değiştirmeli. Bu kez üç kez. Kim o? Öfkeyle bağırıyorum. Bekle geliyorum. Kapıyı çalan bu kez eliyle kapıyı resmen tokmaklıyor. Tamam geldim. Yok henüz gelemedim. Kalkıyorum koltuk değneklerine dayanıp kapıya kadar zıplaya zıplaya gidiyorum. Açtım. Karşımda kargo memuru. Ömer Kurtulmuş mu? Bir an, gayrıihtiyari, dönüp kendime bakmaya çalışıyorum. Ben Ömer Kurtulmuş muyum? Evet, sanırım. Kargonuz? TC kimlik nonuzu alabilir miyim? Maalesef şu an aklımda değil. Uzatıyor. Poşeti alıp hole doğru fırlatıyorum. İmza atmak gerekmiyor mu? Kargo çalışanı duvara dayadığı kağıtlara bir şeyler yazıyor ve gidiyor. Kimliğimi getiremeyeceğimi düşündü herhalde. Neyse. Kapıyı zorlanarak kapatıyorum.
Holdeki poşeti koltuk değnekleriyle ittire ittire odamdaki divana kadar ulaşıyorum. Poşetin içindeki kitaptır büyük ihtimalle. İyi ama son zamanlarda internetten kitap siparişi vermedim ki, hem poşetteki nesne biraz ince. Yani kitap olamaz. Dergi mi? Belki de. Divana oturuyor ve eğilip poşeti yerden alıyorum. Açıyorum: Beni Acaib'ül Mahlukat Atölyesi karşılıyor. Acayip. Meğer dergiymiş. Güzel. Ama var ya şimdi bu yayın yönetmeni arkadaşı ne yapmalı? Vallahi, çok kıskandım! Bu kadar mı düşünceli olabilir bir kişi? Son sayıda yayınlanmış bir öyküm yok, ama yine de dergiyi göndermiş. Telefon açmalıyım. Nerede? Üf ya, annem şarja koymuştu onu. Şimdi salona gitmem gerekecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder