4 Aralık 2015 Cuma

İslamcılığın kütüphanesinden...

Necdet Subaşı 1961 doğumlu bir akademisyen. İlahiyat Fakültesi mezunu ve Din Sosyolojisi alanında uzmanlaşmış bir kişi. Ömrünün büyük kısmı taşrada geçen Subaşı’nın “Kritik Öyküler” alt başlığını taşıyan ve her biri başka bir hikaye formatında kaleme alınmış 18 yazısından mürekkep Tedavüldeki Kitaplar, 1970’li yıllardan bu yana Müslüman bir entelektüelin taşra koşullarında dini bilgi müfredatıyla tanışma, onu özümleme içinde yaşadığı değişim ve dönüşümleri kitaplar eşliğinde aktaran bir içeriğe sahip.
Kitapla başlayan ve içinde yaşadığı muhitin taşıdığı hayat grameriyle eklemlenen, bu hayatın ilgi ve yönelimlerini bize de yansıtacak deneyim zenginliklerini işleyen yazılardan her biri Türkiye’nin son 50 yılında varlık bulan muhafazakar ve İslamcı düşünce tarzları ile girişilmiş bir muhasebe denemesi başka bir açıdan.
Necip Fazıl Kısakürek’ten Seyyid Kutup’a, Daniel Defoe’dan Şule Yüksel Şenler’e, Eşref Edip’ten Hekimoğlu İsmail’e, Necmettin Erbakan’dan Demirel ve Rasih Nuri İleri’ye kadar birçok isim, mekan, kitap, kavram içeren yazıların her birinde hasbi bir üslupla yaşadığı deneyimleri ve bildungs’unu aktaran Subaşı, kitaplarla kurduğu ünsiyeti sadece psikolojik yönden değil, kültürel, edebi, metafizik ve siyasal yönden de işliyor. Sezai Karakoç, Ali Şeriati, Şavşat, Konya, ailevi çevre, okul hayatı, akademik çevre vb. hayatına giren bütün ayrıntıları kitaplarla kurduğu ünsiyetin merceğinden irdeleyen Subaşı’nın samimi özeleştirileri de dikkat çekici. Kitaplar ile hayatın karşılıklı etkileşimi inceleniyor Tedavüldeki Kitaplar’da. Elbette “tedavül” dendiğinde Subaşı’nın şahsında Müslüman entelektüellerin 1970’lerden günümüze “ilgi alanına giren, onların gelişimine katkıda bulunan” anlamını da geliyor bir yerde.
Türkiye’nin 1970’lerden bugüne yaşadığı siyasal, toplumsal ve kültürel değişimi büyük çoğunlukla kendi “öznelliği” zemininde yorumlayan her yazı, ayrıca, kitaplar ile toplum arasındaki karşılıklı etkileşimi de yakından irdeleyebileceğimiz izlenim ve gözlemleri okuruna aktarıyor. Huzur Sokağı ile ilgili şu satırlar kitabın genel havasını yakından anlatır: “Ortaokul iki ya da üçte okuyordum. Aile çevremizden başlamak üzere kendimi ait olarak hissettiğim tanıdıklar arasında Huzur Sokağı, okuyucuya bilinmesi gereken bütün bilgilerin okuyucuya bir çırpıda verildiği etkili bir tablet mesabesindeydi.”
Türkiye’de 1960 sonrası gelişen İslamcılığın yaşadığı dönüşümleri, bu dönüşümlerdeki kritik eşikleri kavramak bakımından da önemli bir tutamak noktası sunuyor Subaşı’nın kitabı. Elbette aynı süreci aynı kuşağa ve bir sonraki kuşağa (1970 doğumlular) mensup kişilerinde başka tarzlarda da olsa aktarması bu konuda çalışanlara önemli katkılar sağlayacaktır. Sürekli tartışma gündeminin en başat maddelerinden olan İslamcılığın gelişim serüvenine bakışı da derinden etkileyecektir bu tür eserler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder