7 Nisan 2016 Perşembe

Mevleviler, Ahiler ve Kalenderiler -Neler yaşandı?-



Mevlana ile Ahi Evren arasında hem meşrep bakımından hem de siyasi tutum bakımından önemsenecek ayrılıkların olduğunu söyledik. Yaşanan bazı hadiselerin de bu ayrılıklar arasındaki uzlaşma arayışını imkansızlaştırdığını buna eklemeli.
Ahi Evren’den başlayalım. Annesi ve bazı devlet erkanının yardımıyla babasına düzenlediği suikastla Selçuklu tahtına oturmuş II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in devlet içinde kargaşaya ve önemli bir tasfiye hareketine girişmiş Sadettin Köpek’i 1239’da halletmesinin ardından hedef aldığı isim Ahi Evren’dir. Sultan oluşunu Abbasi hilafetine duyurma gereği duymayan, büyük bir ihtimalle de Fütüvvet teşkilatı ve onun Anadolu’daki yansıması olan Ahiliğe babasının gösterdiği teveccühten dolayı kuşkulu duran II. Gıyaseddin Keyhüsrev Ahi Evren’i ve diğer ahileri (sözgelimi Ahi Evren’in Konya halifesi Ahi Ahmed’i) tutuklatır ve hapse attırır. II. Gıyaseddin’in Babai isyanında edindiği tecrübeden dolayı çevresinde geniş kitleler toplayan şeyh ve vaizlere de pek güvenmediğini sezeriz Mevlana ile arasında herhangi bir ilişki olmayışından. Tam bir ehl-i dünyadır, işret alemlerinden başını kolayca kaldırdığı söylenemez II. Gıyas’ın. Hatta Kerimüddin Aksarayi’nin aktarımıyla Kösedağ savaşından bir gece önce sarhoşluğun da verdiği pervasızlıkla ordusunun yanan ateşlerinin çokluğuna güvenip “Yarın karşımıza kim çıkarsa çıksın zafer bizimdir” böbürlenmesi içinde olduğu bile mervidir.
Ancak savaşın kaybedilmesiyle birlikte Anadolu’nun kaderi de makuslaşır. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev yaptığı hataların utancıyla işret alemlerinden vazgeçmek yerine daha çok gömülür o alemlere, devletin yönetimini hepten devlet erkanına tevdi eder. Neyse ki Celaleddin Karatay gibi gerçekten her devlete elzem sayılması gerekli bir bilge kişi vardır da eski yaralar kısmen sarılmaya çalışılır. Bir af çıkar hapisteki yaklaşık 10 bin Ahi’ye. Ahi ahmed ve Ahi Evren böyle kurtulurlar Zindankale’den. Celaleddin Karatay’ın ölümüne dek devlet yönetiminde pek bir sorun yoktur, Moğol’a ödenen yüksek haraç ve Anadolu’da yaşanan her şeyi merkezdeki Moğol Kağanı’na bildirme göreviyle sarayda Moğol bir naibin de bulunuyor olmasının dışında.
1251’de, yani Şems-i Tebrizi’nin gaybubetinin (katli ya da Konya’dan ayrılışı) dördüncü yılında Mevlana’nın devlet yönetimine yaptığı baskılar sonucu Ahi Evren, resmi görevinden ayrılır ve Kırşehir’e yerleşir. Konya’daki dostu Sadreddin Konevi ile mektuplaştığını biliyoruz Ahi Evren’in. Hatta 1254’te Konevi, bir fırsat bulmuş, Kırşehir’e gelmiş; hem Ahi Evren’i hem de Hacı Bektaş-ı Horasani’yi ziyaret etmiştir. Yine Hacı Bektaş-ı Horasani ile de Konya’daki halifesi Pirebi aracılığıyla mesajlaştıkları kayıtlıdır Konevi’nin. Konevi ile Ahi Evren’in dostluğunun epey uzun bir sürece yayıldığını söylemek mümkün. Çünkü Ahi Evren’in kayınpederi Evhadüddin Kirmani, Konevi’nin “süt emdiği” iki şeyhten biri (diğeri üvey babası Muhyiddin Arabi’dir.) Yeri gelmişken Hacı Bektaş-ı Horasani’yi Haydariliğin kurucusu Kutbeddin Haydari’nin halifesi olarak gösteren görüşün yanlış olduğunu da belirtelim. Hacı Bektaş, Baba İlyas-ı Horasani’nin müntesibidir.
Ahi Evren’in Kırşehir’de iken bağlısı Ahiler ve Türkmen çevrelerle sıkı irtibatını sürdürdüğünü düşünebiliriz. Özellikle Moğollara karşı II. İzzeddin Keykavus’u desteklediğini biliyoruz. Ancak gerek Ahi Evren’in gerekse Türkmenler’in desteklediği II. İzzeddin Keykavus, 1256’da, Sultanhanı Savaşı’nı Baycu Noyan’a karşı kaybeder. Kadı İzzeddin ve birçok önemli şahsiyet bu savaş sonrasında Moğollar tarafından idam edilir. II. İzzeddin Keykavus, kendisine bağlı yaklaşık 3-5 bin çeriyle Bizans’a sığınır. (Gerçi Hulagu tarafından derhal Bağdat kuşatmasına katılması yolunda bir çağrı alan Baycu Noyan da Anadolu’yu kendine devlet yapma isteği taşıdığı gerekçesiyle kellesini Hulagu’ya kaptıracak, Anadolu’da işlediği zulüm ve cürmün hesabını kaderin bir cilvesi olarak böyle verecektir. Keykavus’un Bizans’taki serüveni de başlı başına ayrı bir yazı konusudur.)
1256 sonrası Selçuklu tahtı üstündeki en güçlü isimler, artık sürekli değişen çocuk ve güçsüz sultanlar değil, Muineddin Pervane (Moğolların en güvendiği isim), Sahip Ata Fahrüddin Ali ve Taceddin Mutez gibi devlet adamları olarak belirginleşir. Anadolu ve Selçuklu tahtı üstündeki Moğol vesayetinin gölgesi böylelikle derinleşmiştir.
1262 tarihinin hem Mevlana ile Ahi Evren bağlıları arasındaki çekişmelerin, hem Sadreddin Konevi’nin, hem de Muineddin Pervane’nin sonraki siyasi tutumlarının belirleyicisi olduğunu söylemek gerekir. 1262’de Konya’da Zeyneddin Sadaka, Kırşehir’de ise Ahi Evren şehit edilir. Zeyneddin Sadaka, Sadreddin Konevi’nin Malatya’da Evhadüddin Kirmani’nin derslerini birlikte takip ettikleri en önemli arkadaşıdır. Kirmani’nin Bağdat’a dönüşü sonrası Anadolu fütüvvet teşkilatının şeyhuş-şuyuhudur. Konya’nın dış surları dışında kalan 3 Müslüman köyünden biri olan Sedirler’de Sadr-ı Hakim Medresesi’nde dersler vermektedir. Sadreddin Konevi, oğlu Sadüddin’in eğitimi işini Zeyneddin Sadaka’ya emanet etmiştir. İlginç nokta şu ki, Sadüddin Çelebi’nin ölüm tarihi 1262’dir. Moğol askerlerinin şehit ettiği Zeyneddin Sadaka’nın yanında büyük ihtimalle Sadüddin Çelebi de şehit düşmüştür.
Kırşehir’deki katliam ise fecidir. Mevlana’nın müridi Nureddin Caca’nın yönettiği Moğol ordusu başta Ahi Evren ve Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi olmak üzere birçok Ahi ve Türkmen’i katleder. Gerek İbn Bibi, gerekse Kerimüddin Aksarayi gibi sarayın resmi görevlisi vakanüvislerin hem Babailer isyanı dolayısıyla hem de Kırşehir’deki bu büyük olayda Türkmenleri “dinsiz”, “harici”, “mübahi” gibi olmadık sıfatlarla andıklarını görürüz.
Bu katliam sonrası özellikle Konya’da Mevleviler ile Ahiler arasındaki gerilimin yükseldiğini de tahmin edebiliriz. Hem Mevlana’nın müridi hem de Sadreddin Konevi’nin tilmizi olan Muineddin Pervane ve oğullarının ise tarafları uzlaştırma, en azından yatıştırma çabalarının kısmen de olsa Fahreddin Iraki, Müeyyeddin Cendi, Nasırüddin Vaiz gibi hem Konevi’ye hem de Ahi Evren’e yakınlıkları bilinen sufileri himaye ederek onlara tekke ve zaviye yaptırmaları neticesinde kısmen başarıya da kavuştuğunu belirtmek gerekir. 

1262'de Kırşehir önlerinde meydana gelen savaşta başta Ahi Evren, Mevlana'nın oğlu Alaaddin Çelebi ile Bedreddin Toğan olmak birçok ileri gelen Ahi ve Türkmen'in şehit edildiğini biliyoruz. Baba İlyas-ı Horasani'nin nebiresi (torununun torunu) Elvan Çelebi'nin kaleme aldığı Menakıb-ul Kudsiyye'ye göre Hacı Bektaş-ı Horasani ile Şeyh Edebali bilinmeyen bir sebeple bu çatışmaya girmemişler ve böylelikle hayatlarını idame etmişlerdir.
Kırşehir'de şehit düşen Bedreddin Toğan, hakkında çok şey bilmediğimiz bir Horasanlı sufidir. Hakkındaki tüm bilgilerimiz Sadreddin Konevi'ye yazdığı iki üç mektuptan ibarettir. Bu mektuplarında Toğan, Konevi'nin Türkistan meşayihinin zikir usulü ve meşrepleri hakkındaki sorularına cevap verir. Bedreddin Toğan'ın da Baba İlyas-ı Horasani ile Hacı Bektaş-ı Horasani gibi Ahmed-i Yesevi'yi nakib (şeyh) kabul ettiklerini belirtir Prof. Dr. Mikail Bayram.
Ahmed Eflaki'nin Menakıbnamesi'nde de 1262'deki savaşın ardından Moğolların bir fermanla Mevlana'yı Şeyhur-Rum ilan ettiğini okuruz. Bu fermanla Anadolu'da bulunan tüm tasavvufi zümrelerin Mevlana'ya bağlanması şart koşulur. Eflaki Mevlana'ya intisap etmeyenlerin öldürüldüğüne, medrese ve iş yerlerinin, tekke ve zaviyelerinin ellerinden alındığına dair birçok anektod da zikreder.
Bu baskılar sonucu Türkmen ve Ahilerin önemli bir kısmı uç bölgelere doğru göç eder. Konya'da sözgelimi Sille taraflarındaki ünlü dağ köyleri Ulu Muhsine ile Kiçi (Küçük) Muhsine bu göçlerin bir eseridir. Kalanlar ise Mevlana'ya bağlanır. Kaynaklardan edindiğimiz kadarıyla Ahilik, Ekberilik, Bektaşilik ile Mevlevilik arasındaki çekişme yine de tamamen sona ermez. Sözgelimi Ahmed Eflaki, Hacı Bektaş-ı Horasani ile Mevlana'yı sürekli kavga halinde gösteren menkıbeler aktarır. Diğer yandan Konevi'yi "tasavvuf"la herhangi bir ilgisi olmayan bir medrese alimi gibi tanıtır. 
Gerçi 1262 faciası sonrası Konevi de tasavvufi dersleri bırakmış görünür. Sadece hadis okutmaktadır talebelerine. Öğrencileri arasında Mevlana'nın müridi Emir Pervane Muineddin Süleyman da vardır. 1268'de Emir Şerefeddin Hatiroğlu'nun Moğollara isyan ettiğini görürüz. Bu isyanı Şerefeddin'in Emir Pervane ile birlikte planladıkları da besbellidir, lakin Muineddin son anda rotayı kırmış, Şerefeddin'e ihanet etmiş, Moğolların yanında yer almıştır. Savaşta yenilen Şerefeddin sığındığı kale dizdarının kendine ihaneti neticesi Moğollara yakalanır. Zindanda Memluk Sultanı Baybars'tan yardım getirmesi için Şam'a gönderdiği kardeşi Ziya'nın gelişini beklerken yazdığı bir şiirdeki şu dize Şerefeddin'in bütün ümitlerinin karanlık geceye gömüldüğünü aksettirir: "Şam'dan ziyayı beklerken sabah oldu."
Sadreddin Konevi'nin, Emir Şerefeddin ile Emir Pervane'nin Sultan Baybars'ın da destekleyeceği bir isyan girişimi planları konusunda onlara tavsiyelerde bulunduğu bilgisini yine Şeyhül Kebir'in mektuplarından ediniyoruz. Emir Pervane Müineddin Süleyman'ın sonuçta çıkmaza girip açığa çıksa da çok yönlü, çok kutuplu, çok taraflı diplomasisinin ve kırk tilkili ayak oyunlarının 1268 sonrası da sürdüğünü görüyoruz.
Meşhur Moğol fermanı en çok Anadolu'daki Cavlaki-Haydari zümrelere yaramış görünür. Bu zümreler Mevlana'ya bağlılıklarını dile getirirler. Ölümünde yas tutarlar. Konya, Osmanlı yönetimine geçinceye dek de Mevlevi zümreler arasında hayat sürerler. Diğer küçük zümreler, temsil kabiliyeti yüksek ve daha geniş anlayışlar içinde eriyip gözden kaybolur: Evhadiliğin Ahilik içinde ortadan kalkışı gibi.

Mevlevilik ve Kalenderiliğe karşı Bektaşilik-Ahilik ittifakı Osmanlı devleti, Anadolu'daki dirlik düzenliği tekrar tesis edene kadar sürer. Firdevsi-i Rumi tarafından Hacı Bektaş-ı Horasani'nin menkıbelerini derleyen Velayetname'sinin yazılış gerekçesi de bir nevi Osmanlı topraklarında Mevlevilik ile Bektaşilik'i barıştırma girişimidir. Osmanlı Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik'i benimserken, Kalenderileri kriminalize etmeyi de ihmale etmez. Bugünkü yaygın tarih anlayışlarımızın kökeninde uzun Osmanlı asırlarının etkisi büyüktür. Şah İsmail ve Safeviliğin Anadolu'ya attığı çengele Osmanlı'nın verdiği cevabın hem Bektaşilik, hem de Mevlevilik üzerinden olması da ayrıca dikkate şayandır.
MÜSTAKİL GAZETE
Konuyla ilgili önceki yazı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder