10 Şubat 2017 Cuma

BİÇİMSEL VE TEMATİK AÇIDAN 'BENİM ÖLÜMÜM' ŞİİRİ

Ali Celep, Murat Güzel'in Fayrap'ta [2009, sayı:29] yayınlanan 'Benim Ölümüm' adlı şiirini biçimsel ve tematik bir okumaya tabi tuttu.

ŞİİR DEYİNCE – 24

[2009] [Fayrap] [Benim Ölümüm] [Murat Güzel] [22.sayı]
‘Onu düşünüyorum, benim ölümüm,
     benzeyecek mi sözgelimi, babamın
sözgelimi kronik bronşiti, söz gelmez mi
     onu düşünürüm, halkın ölümü
Bakın, değişiyor değil mi, düşünmek
     ten düşünmek geçiyor sözgelimi,
Kant gibi, saatini ayarlıyor ölüm de
     sokaktan geçerken, düşünceli biri’

a.(biçim)

‘Benim Ölümüm’ düşünsel düzeyde kurulmuş bir şiir.
Düşünsel düzeyde kurulan bir şiir derken, düşünce yolundan şiir yazmayı anlamıyoruz.
Bir düşünceyi şiirsel düzeyde işleyip geliştirmeyi, sözgelimi felsefi şiiri de kastetmiyoruz.
Akılla çalışan bir şiirden, çok dar anlamda, ama sınırları ancak bütünüyle okunduktan sonra belirginleşen, üzerine usulünce giydirilmiş form gibi görülebilecek bir nitelikten söz ediyorum.
Düşünce, şiire giydirilmiş, sahibinin görüntüsünü veren bir forma olarak üstünde duruyor.
Bir başka deyişle forması düşünsel düzeyde dikilmiş bir şiir.
Bu anlamda düşünsel düzeyde kurulu bir şiir, genellikle anlamın bağlamı üzerine yoğunlaşarak ilerler.
Böyle olunca da dizeler çok kez istiskal edilir. Giderek dizeden bahsetmek bile güçleşebilir.
Anlam yeri gelince iki cümlede ve fakat çok kez şiirin bütününde ya da sonunda toparlanır.
Anlam bağıntıları ise sürekli kaydırılarak, hem başka anlamlara kapı aralanır hem de yeni anlam bağıntılarının keşfi yolunda zemin hazırlanır.
İkinci Yenilerden özellikle Edip Cansever’in şiirlerinde örneklerini gördüğümüz gibi. 
Keza, Hölderlin’de, Rilke’de, Eliot’ta da sıkça müşahede ediyoruz; anlam bağıntılarıını kaydırma/hareketlendirme tekniğini.
Bu tekniğin olumlu yanı, bizi, bilincimizi zenginleştirmeye elverişli yeni okumalara yönlendirmesidir.
Olumsuz yanı, hisle düşünce arasındaki boşluğun bazen biri bazen de diğeri aleyhine ve fakat genellikle ikisinin de aleyhine, anlamın züppece tahrip edilmesidir.
Anlama yenilik kazandırma isteği, ustaca düzenlenmiş söz oyunlarına dönüşür ya da şiiri salt retoriğe, giderek deformasyona mahkûm eder.
Benim Ölümüm’de de deformasyon var, ama dozunda.
Tekrarlar, sözcük kırmalar var, ama yerinde.
Anlam bağıntılarını kaydırma tekniği var, ama züppece değil.
Onun için duruyorum ben de bu şiirin üzerinde, bu düzey bir şiiri ancak iyi bir şair yazabilir.
İyi şairlerin çoğu da Hüseyin Cöntürk’ün dediği gibi, sade akıldan, yoğun histen maada ikisi arasında bağdaş kurmuş soy yaşantıdan gelirler.
Murat Güzel de bir som inanç, bir soy yaşamadan gelen bir şair.
Onun şiirlerinde saf duygusal davranışlara pek rastlanmaz bu yüzden.
Kendi kişisel yaşantısını verdiği bu tarz şiirlerinde bile, gerçeğin içinden konuşur.

b.(tem)

Benim Ölümüm, ölüm temi üzerinden gelişen bir şiir.
Tasavvuf literatüründe ‘tefekkür-i mevt’ deneyimini anımsatan bir havası var gibi görünüyor.
Fakat okudukça şiirin bu havasının dağıldığını net olarak görebiliriz.
Bir kere sade kendi ölümüne odaklanmıyor şair, hemen üç cümle sonra, önce halkın ölümü, ikinci bölümün ortalarına doğru babasının ölümü, nihayetinde de şairlerin ölümü işe karışıyor.
Bu, sufi deneyime ters olsa gerek.
İkincisi; Kant, Puşkin var işin içinde, demek felsefe ve şiir de var bu deneyimin özünde.
Demek ölüm üzerine saf düşünme mevzu bahis değil.
Şair, düşünürken, düşünmenin kendisinin elan değişmekte olduğunun farkındadır.
Sadece düşünmenin kendisi değişmiyor, şair de düşünürken değiştiğinin bilinciyle konuşuyor.
Şair düşünürken başkalarının ölümüyle kendi ölümü arasında benzerlik ve bağıntılar kurmak istiyor.
Bu çaba, onu kaygılandırmakla birlikte, sonunda kendi ölümünü anlamlandırma yolunda bir beklenti içine sokuyor.
‘halk
Benim ölümümü uyurken hatırlayacak’
Burada kendi ölümüyle halkın ölümü, babasının ölümüyle şairlerin ölümü arasında biçim yönünden benzerlik (keder birliği) kurulurken, beklenti yönünden ya da elan değişen dönüşen düşünceler yönünden dile getirilememiş kontrastlara başvurulmuş.
Şiir temelde yok olmama arzusuyla şairin var olma azmi arasında gelişen bir gerilim hattında kurulmuş diyeceğim.
Şair, genelde ölümü, özelde kendi ölümünü düşünürken, kendi ölümünden sonra geriye kalacak şeyi kurtarma derdindedir desem yeridir.
Öte yandan kendini, bu derdine derman olabilecek halkına karşı bir suçluluk hali içinde hissettiğinden olacak (battaniyelere sarıp uçuruma attığımız halk) görünmez ölümün yanı başında kederli arayış/ihale kendine kalmıştır.
Şair ölüm gerçeği dışında her şeyin değişip dönüştüğünü, kendi ölümünü düşünürken, halkın ölümüne, babasının ölümüne, nihayet şairlerin ölümüne her şeyin birden nasıl değiştiğini, düşünmenin içinden geçen düşünmenin de değiştiğini mevzuyu nesnel düzleme çekerek açıklamaya çalışıyor.
Ama bu açıklama çabalarının da nafile olduğunu biliyor.
Sözdizimindeki kopukluk bunun en kederli yanıtı olsa gerek.
Hal böyle olunca, şair kendi ölümü üzerine derli toplu konuşma gücünü tüketip ‘söze/dile gelmez olan’ın derinliğiyle karşılaşınca, yani şair kendi ölümüne geri dönmekle halkın ölümüne açılmak arasında veya babasının ölümüyle kendi ölümü arasında ölümün geliş anı dışında bir ayrım olmadığı gerçeğine ulaştığında, o kopuk konuşma nihayet bulacaktır.
Ölümden kurtuluş yok.
Fakat ölümün elinden kurtaracağımız şeyler olabilir.
Belli sınırlar içinde geçen yaşamımız son bulduktan sonra bu şiir, kurtarabildiğimiz bir şey olabilir mi?
Ya da bu şiir yolundan öğrendiğimiz gerçek, bu dünyada gerçekten yaşadığımızın kanıtı olabilir mi?
Yahut ölüm bize geldiğinde artık onu göremeyeceğimize göre, onun etkisiyle dönüşmeye açık bir yaşam alanı açmaya kendimizi hazırlamak mümkün olabilir mi?
Görüyorsunuz, ölümün yaşama dönük yüzü, soruları birbiri ardına nasıl da canlandırıyor.
Murat Güzel’in şiiri de bu canlılığın devindiği kaynaktan besleniyor olsa gerek.
‘Uzak Koku’nun geldiği yerden.
[Poetik Haber, 05.02.2017]   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder