28 Temmuz 2017 Cuma

Tarih biliminin tarihsel sorunları

Başta fizik ve kimya olmak üzere birçok doğa biliminin erken modern dönemlerde kazandığı büyük başarı itibar ve paye, başta tarih olmak üzere beşeri olgu ve olaylarla ilgili disiplinlerin hem geçerlilik hem de bilimsellik iddia ve statülerini sarstı.
Özellikle geçmişte vuku bulmuş olgu ve olayları belli bir anlamsal çerçevede anlatmayı esas tutan tarih disiplininin kullandığı ‘nesnellik’, ‘nedensellik’ gibi bazı kategorilerin bilimsel geçerlilikleri üzerine yürütülen polemikler, doğa bilimlerinde kullanıldığı şekliyle bu kategorilerin beşeri bilimlere aktarılıp aktarılamayacağı; beşeri bilimlerin kendilerine has ve ‘bilimsel’ kategorilerle işleyip işleyemeyeceği, dahası bu disiplinlerin ‘bilim’ sayılıp sayılamayacağı gibi daha köklü ve bu disiplinlerin “bilimsel statü” taleplerini meşrulaştırmalarında zorluk çekmelerine yol açacak tartışmalara da meydan verdi.
Tarihi vakaların, doğada meydana gelen olaylar gibi tekrar edilebilirlik, belirlilik ve düzenlilik gibi matematiksel açıklama modeline elverişli olmayan özelliklere sahip olması fizik yasalarına benzeterek tarih biliminin yasaları diyebileceğimiz bir şeyden bizi mahrum eder. Bu durumda tarih araştırmacılarının determinizm-indeterminizm, rastlantı-zorunluluk, nedensellik-ereklilik gibi kavram çiftleri tarih vb. beşeri bilimlerin ‘nesne’lerini açıklarken kullandıkları anlamsal çerçeveler için işlevselleştirilemez. Bu kavram çiftleri yerinde daha gevşek benzerlik ve bağıntılar ön plana çıkarılır. Bir disiplin olarak tarihin kendi ‘nesne’si olarak belirlediği olgu ve olayların doğa bilimlerinin nesnesi addedebileceğimiz olgu ve olaylarla aralarındaki ‘nitelik’ farkı, her iki bilim grubu arasındaki metodolojik ve felsefi ayrışmanın da başlangıç noktasıdır belki de.
Tarihi bilimleştirme
Ondokuzuncu yüzyılda gözde bir felsefi disiplin haline gelen tarih felsefelerinin çeşitli metafizik sayabileceğimiz spekülasyonlar aracılığıyla tarihsel akışa atfettikleri düzenlilik, sebeplilik ve anlam; özünde ‘ilerleme’ mitine dayalıydı. Gerek Hegel ile Marx’ın tarih felsefeleri, gerekse Aydınlanma dönemi tarihçilerinin geçmişe ilişkin yorumları insanlığın aklın egemenliği ve rehberliğinde hem maddi hem de manevi olarak daha iyiye doğru yol aldığını savlayan ‘ilerleme’ idesi çerçevesinde yorumlanabilir. Ancak özellikle 20. yüzyılda yaşanan savaşlar, kitlesel katliamlar, çeşitli dini ve etnik çatışmalar Aydınlanma dönemine ilişkin bu iyimserliğin iler tutar bir yanının olmadığını da göstermiştir. Bu durum bir yandan tarih felsefelerini gözden düşürürken diğer yandan Avrupamerkezci kültürdeki merkezi çatışmayı da gözler önüne sermiştir.
Tarih disiplininin kendini modern bir bilim olarak kurma sürecinde karşılaşabileceğimiz tarih felsefesinin ‘nedensellik’ sorununa ilişkin yaklaşımını irdeleyen Zehragül Aşkın, Serpil Durgun ve Bekir Geçit lineer, ilerlemeci ve bütünselleştirici bir tarih anlayışı (pozitivist tarih anlayışları) ile tarihselci (Dilthey ve Rotracker’in tarih anlayışları) tarih yorumları etrafında bu sorunun çözümlenme yollarını araştırıyorlar. Elbette tarihte bir ‘nedenselliğin’ olup olmadığı, varsa bu nedenselliğin nasıl yorumlanması gerektiği, yoksa tarihin bir bilim olarak statüsünün ne olacağı gibi sorular da araştırmanın kapsamında yer alıyor.
Kant, Hegel, Marx, Popper, Dilthey, Rotracker, Collingwood, E. H. Carr, Annales Okulu tarihçileri, Walter Benjamin gibi birçok tarih filozofu ve tarihçinin görüşlerini bu sorun etrafında tartışan kitap tarihe ve tarihin nasıl anlatılıp yorumlanacağına değgin soruları da tekrar gündeme taşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder