2 Ekim 2017 Pazartesi

Mannheim’a göre entelijansiya sorunu

Klasik sosyolojinin kurucu babaları arasında yer alan Alman-Macar filozof ve sosyolog Karl Mannheim’ın 1925’te verdiği doçentlik tezinden itibaren akademik çalışmalarını da uzunca bir süre hasrettiği bilgi sosyolojisinin temel kurucu figürü olduğu söylenebilir.
 
Mannheim bilhassa İdeoloji ve Ütopya başlıklı en temel eserinde ideolojiyi sistemle uyum içinde olmayan, ama vaat olarak öne sürdüklerini de gerçekleştirmeye takat yetiremeyen bir fikir yapısı olarak addeder. İdeolojiler zamanla kabuk bağlayıp katılaşabilir ve hatta tamamen yalana da dönüşebilirler. Her ideolojide mutlaka ütopya vardır, ama ütopyalar içinden çıktıkları toplumsal şartları değiştirmeye yönelik tasarımlardır.
 
Mannheim’ı bugün için de hala güncel kılan ilk konu hiç kuşkusuz kurucusu olduğu bilgi sosyolojisi disiplinidir. Mannheim’ın ele aldığı şekliyle bilgi sosyolojisi bilgi üretiminde etkili ya da belirleyici olan toplumsal şart ve süreçleri inceleyen bir disiplindir. Mannheim’a göre bilgi sosyolojisinin temel iddiası da şudur: “Belli düşünme biçimlerinin toplumsal kökenleri açığa kavuşturulmadığı takdirde, bu düşünce biçimlerinin olması gerektiği gibi anlaşılamayacağı, bilgi sosyolojisinin ana savıdır.”
 
Elbette Mannheim’ın ileri sürdüğü bu sav ile Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da ileri sürdüğü tez arasında bir bağlantı vardır. Marx, “İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilinçlerini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” der. Bu ‘bağlantı’ her ikisinin de Alman sosyoloji geleneği içinde yer alması dolayısıyla kurulabilse de, Mannheim, fikirleri tamamen iktisadi yapı ve işleyişin belirlediği şeklinde ileri sürülebilecek Marksist teze katılmaz. O daha çok ilişkisel ve perspektivizme dayalı bir model sunar.
Türkçe’ye Kültür Sosyolojisi ortak başlığıyla çevrilmiş üç makalesinde Mannheim, ‘anlam’ın ve ‘anlam dünyalarımızın’ toplumsal inşası sorunlarıyla yakından ilgili meseleleri tartışıyor. Özellikle demokrasi ile ilgili yaptığı şu belirlemenin bugün de üzerinde detaylıca tartışılması gerekli bir içeriğe sahip olduğu ileri sürülebilir: “…diktatörlüklerin varlığı, günümüz siyasal gerçekliğinin özünde giderek daha az demokratikleştiğini kanıtlamaz. Çünkü diktatörlükler yalnızca demokrasilerden türeyebilir; onları olanaklı kılan bizzat demokrasinin yaşama soktuğu muazzam akışkanlık imkânıdır. Diktatörlük, demokrasinin anti tezi değildir; o, demokratik toplumların karşı karşıya kaldığı sorunları çözmeyi denediği yollardan biridir.”
 
Fikri gelişimini Weimar dönemi Almanya’sında tamamlamış, Nazi Almanya’sından kaçarak İngiltere’de akademik hayatını sürdürmüş Mannheim’ın özellikle Hegel’e ve entelijansiya sorununa dönük çözümlemelerini de içeren kitap birçok güncel meseleyi alma noktasında da okuruna vukuf kazandırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder