22 Ekim 2017 Pazar

Postyapısalcı teori ve tarih bilimi

20. yüzyılın son yarısında önce Fransa’da Nietzsche ve Heidegger’in oluşturduğu etki ile genelde Hegel sevmez düşünürler eliyle yapısalcılığın evrilmesi sonucu filizlenen ve dünyanın diğer bölgelerine dal budak salan, özellikle ABD’de postyapısalcılık olarak adlandırılıp etiketlenen eleştirel yaklaşımlar öldü mü? Özellikle ABD’li sağ kanat tarihçilerin ve egemen medyanın bu soruya hemence “Evet evet öldü, onu biz öldürdük!” demeye teşne olmalarına rağmen Michel Foucault, Jacques Derrida, Gilles Deleuze gibi isimlere referansla anılan postyapısalcı teorinin eleştirel potansiyelinin özellikle “tarih bilimi” söz konusu olduğunda yerli yerinde durduğunu gösteriyor Fransa tarihi çalışan bir ABD’li akademisyen olarak Joan W. Scott.
Eleştirel Tarih Kuramı olarak Türkçeye çevrilen kitabında üç makalesi yer alıyor Scott’ın. “Kanı Olarak Deneyim” ile “Yankı-Hayal” başlıklarını taşıyan makalelerinde Scott, tarihçilerin üzerinde çalıştığı öncüleri izleyerek yaptıkları şey hakkında olduğu kadar bunları yapış biçimleri için de farklı düşünme yolları öneriyor. Politik kimlik kavramı Yankı-Hayal başlıklı makalenin özünü oluşturuyor. Makalesinde Scott, Tarih’in hayal için bir araç olduğunu öne sürüyor, tabii hayalin de tarihi süreçleri derinden etkilediğini unutmadan.
Kanıt Olarak Deneyim makalesinde ise Scott tarih pratiğini politik kimlikle birlikte ele alarak “deneyim”in kanıt olmadığı savını ileri sürüyor. Ona göre deneyim kanıt olmanın aksine çözümlenmesi gereken bir nesne. Scott tarih pratiğinin deneyim olduğu ya da olmadığı düşünülen şeyi sorgulamayı ihmal ettiğini, üzerinde çalıştığı şeyleri eleştirel bir soruşturmadan geçirmek yerine onların politik yatırımlarını yeniden üretmeye yardımcı olduğu kanaatini dile getiriyor.
Postmodernizm öldü mü?
Eleştiri Olarak Tarih makalesinde kendi teorik öncüllerine yönelen ve onları tarihselleştiren Scott, ABD’nin sağcı tarihçi ve gazetecilerinin “postmodernizm ve postyapısalcılığın öldüğünü” ileri sürerek yaptıklarının Charles Dickens’ın istemediği ya da anlayamadığı şeyi başından savan kahramanı Podsnap’e yakışacak bir tavır olarak niteliyor. Ona göre, postmodernizm, kendine özgü eleştiri ihtiyaçları ve özel temsilleriyle heterojenliğin, parçalanmanın, süreksizliğin bilgisidir ve postyapısalcılık da bu bilginin ihtiyaç duyduğu eleştirilerin kimini doyurabilir.
Scott postyapısalcı bir tarih bilimini sadece mümkün görmüyor, aynı zamanda ona ihtiyacımız olduğunu da ileri sürüyor ve ekliyor: Özellikle başta Foucault olmak üzere postyapısalcı teorisyenlerin bize sunduğu kavramsal araçlar, Batı evrenselciliğinin günümüzdeki bunalımı ve bu krizin İslam problemini çözme biçiminin özlere değil, özel tarihsel koşullarda özselleştirilmiş kavramların stratejik dayanağını anlama imkanı sunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder