1 Mart 2018 Perşembe

Toplumlar neyi unutur, sonra nasıl hatırlar?

Teknolojinin hızla geliştiğinin iddia edildiği bir çağda yaşıyoruz. Hızla gelişen teknolojinin bu gelişiminin insan için ve insan yararına olduğu da iddialar arasında ancak gelişen bu teknolojik düzenlerle birlikte kitlesel ölümlerin ve büyük göçlerin de arttığını görüyoruz. Gelişen teknoloji sayesinde geliştirilen silahlar, insanın ve uygarlığın mekanı olarak addedilen şehirleri de insanların ortak kültürel geçmişini de tahrip ederek yok etmekte.
20. yüzyılda iki büyük savaş arasındaki dar tarihsel kesitte Durkheimcı okulun önemli ismi Maurice Halbwachs’ın önayak olduğu ve İkinci Büyük Savaş’tan sonra Batı’da bir anda artan ‘toplumsal hafıza’ çalışmaları belki şimdi daha da önemli ve öncelikli bir hale geldi. Özellikle şehirlerin artık hiçbir şeyi hatırlamaya elvermeyecek ölçüde tahrip edildiği, bir taraftan yapay zekalara vatandaşlık verilirken diğer taraftan nereli olduğunu bile öğrenemeyecek çocukların savaş ve göç arasında kaldığı günümüzde toplumların nasıl hatırladığı kadar nasıl unuttuğunu da soruşturmak bir yerde kendiliğinden bir ‘nostalji’ ya da Marx’ın deyimiyle ‘palavra’ya dönüşen bir hafıza modeli doğuruyorsa da önemli sayılmalı.
Hafıza tazeleme
E-devletten alt ve üst soy hakkında bilgi edinmeye Türk halkının gösterdiği büyük ilgi (ki bu ilgi yüzünden uygulama ilk kez devreye alındığında sistem çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı) de aynı soydan bir hafıza ihtiyacı ya da toplumsal hafızamızı tazeleme girişimi olarak yorumlanabilir. Editörlüğünü Prof. Dr. Köksal Alver’in yaptığı altı aylık sosyoloji dergisi Sosyoloji Divanı, 2017’nin ikinci yarısında yayınlanan Toplumsal Hafıza başlıklı dosyasında, toplumsal hafıza konusunun sosyal bilimler açısından bir muhasebesini gerçekleştirmeye çalışıyor. Dosyada yer verilen yazılar toplumsal hafıza araştırmalarının teorik zeminini ve bu zemin çerçevesinde toplumsal görünümleri bir arada sunmaya özen gösteriyor. Dosyanın açılış yazısı Richard Sennet’ten çevrilen ‘Hafızayı Rahatsız Etmek’ başlıklı makale. Makalesinde Darwin’in zaman hakkındaki görüşlerinin sosyal bilimciler tarafından algılanma tarzlarından başlayan Sennet, Durkheim ve Halbwachs’ın çalışmalarına atıfla modern kapitalizmdeki liberal kültür krizine değinerek insanların gerçek anlamda hatırlayamadıklarını iddia ediyor. Sennett’e göre, hafıza geçmişin baskılanmasıyla savunulamaz; aksine hatırlayan özneyi güçlendirecek anlatılarla, yani insanların toplu olarak iştirak edebileceği bir eylem sayesinde mümkün olabilir. Modern kapitalizmin ekonomik zaman mefhumunun Durkheim ve Halbwachs’ın liberal rüyalarını bozguna uğrattığını kaydeden Sennett şu dikkate değer soruyu soruyor: “Yaşamlarımızın idamesinde zamanı nasıl yaşanabilir bir şey haline getirebiliriz?”
Dosyada Sennett’in yazısının yanı sıra Faruk Karaarslan hafıza çalışmalarının teorik, sosyolojik ve psikolojik bağlamını özetlerken Mehmet Birekul nostalji nosyonunu Suriyeli mültecilerin göç hikayeleri ve hatıra eşyaları üzerinden irdeliyor. Celaleddin Çelik hafızanın oluşturulmasında isimlerin işlevlerini irdelerken Alev Erkilet şehir ve hafızanın izini kokulardan seslere, sokaklardan fuarlara uzanan bir tartışma bağlamında sürüyor. Vahdettin Işık, bir asırlık bir süre içinde İslamcı dergilerin gündemlerine yoğunlaşan yazısında tarih, hafıza ve değişim olgularını ele alırken Ejder Ulutaş hafızanın taşıyıcıları olarak dengbejlere, Abdülkadir Erkal ise aşıklık geleneğine yoğunlaşıyor.
Derginin dosya harici yazılara yer verilen Kenar Kayıt bölümünde yer alan Kenan Göçer ve Hüseyin Çil’in yazıları da konuları bakımından ayrıca dikkate değer. Kenan Göçer Tanpınar’ın Saatleri ayarlama Enstitüsü adlı romanını armağan kültürü bakımından irdelerken Hüseyin Çil de doktora tezinden yola çıkarak yazdığı yazıda İslami kimliğin inşasında İslamcı romanların yerini soruşturuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder