25 Nisan 2018 Çarşamba

İslam felsefesine giriş için ideal kitap: Tehafüt-el Felasife


Thales'ten bu yana felsefe tarihinde belki de çok az esere Tehafüt el-Felasife kadar haksızlık edilmiştir. El-Kindi, Farabi ve İbn Sina aracılığıyla çiçeklendiği varsayılan Meşşai felsefeye İmam Gazali'nin bu eseriyle yönelttiği eleştiri sonucu, o tarihten bu yana İslam dünyasında felsefi düşüncenin güdükleştiği şeklinde dile getirilen oryantalist suçlamalar, hem tam olarak yazmalarda Gazali tarafından yazılıp bitirilme tarihi 1095 olarak işaretlenen bu muazzam felsefi eserden bu yana İslam dünyasında sürdürülen düşünme çabalarını küçümseyip geçersizleştirmeyi, hem de din ile düşünce (felsefe) arasında temelde bir 'uyuşmazlık' olduğu şeklinde ifade edilen Hıristiyan teolojisinin ('inanıyorum, çünkü saçma') tersinden bir doğrulanmasını bulmayı amaçlar. Hıristiyan teolojisinin eleştirisinden "iman ile aklın zaten hiçbir zaman uyuşmayacağı" sonucunu çıkartan modern zihinlerin de Gazali'yi ve onun muazzam felsefi teşebbüsünü bir nevi 'akılcılığa karşı iman müdafaası' olarak kodlayarak bu felsefi teşebbüsün asıl anlamını çarpıttığını bile düşünebiliriz. ‘Kesin bilgi’nin “aktarılmış kanaatler”den bağımsız, düşünürün kendi zihni ve pratik çabalarıyla her türlü şüphe ve hata ihtimalinden arınmış bir bilgi olduğunu savunan ve felsefe tarihinde nedensellik eleştirisiyle David Hume’u, “mümkün dünyaların en iyisi” ibaresiyle özetlenebilecek argümantasyonuyla Leibniz’i öncelemiş Gazali'yi İslam dünyasındaki felsefi düşüncenin 'katil'i addetmek ne kadar yerindedir acaba?

Müslüman filozoflar nakilci miydi?
Tabii ki Gazali'nin felsefi düşüncenin tam karşısında yer aldığına dair serdedilen bu görüşler tamamen temelsiz değiller. Gazali'nin klasik İslami ilimlerin yeniden canlandırılması yolunda sergilediği müthiş performansı hesaba katan bu görüşlerin onun feylesoflara yönelttiği eleştirileri "imanın akla meydan okuyuşu" olarak kodlamaları büyük ölçüde bağlam bağımlıdır. Fakat yine de bir çok görmezden gelme ve haksızlık içerir bu tür bir yorumlama ve bağlam bağımlılık. Her şeyden önce bu yaklaşımlar Müslüman feylesofların antik Grek düşüncesinden tevarüs eden felsefi geleneğe yaptıkları katkı ve onu dönüştürmelerini ıskalar ve meseleyi salt bir felsefe ve din çekişmesine indirgerler. Oysa tartışma tamamen İslam kültür ve medeniyeti dairesinde gerçekleşen bir tartışmadır. Elbette tartışmanın tarafları felsefeciler, kelamcılar, sufiler ve fakihlerdir. İbn Sina'nın başta Aristoteles olmak üzere, antik Grek felsefi geleneğinin birçok kavramını özümlediği doğrudur, ama bu kavramlarla ördüğü düşüncenin çıktığı yer ile vardığı yer, ne dersek diyelim, eninde sonunda 'daire'nin içindedir; İbn Sina antik Grek felsefi geleneğinin genel  çerçevesine sığdırılamaz son kertede. Gazali'nin Tehafüt-el Felasife'de İbn Sina başta olmak üzere Meşşai feylesoflara yönelttiği eleştirilere de bu gözle bakmak gerekir. Keskin kültürel ve siyasi tartışmaların, ayrışma ve farklılaşmaların yaşandığı bir dönemde ana omurgayı koruma güdüsü Gazali'nin eleştirilerine yol gösterir. Belki bu yüzden bazen hataya da düşer, İbn Sina'nın bazı kavramlarının tam hakkını veremez, ama zaten asıl sorun genel olarak İbn Sina'nın eserlerinin çağında oluşturduğu bazı yanlış yorumları engellemek değil midir? Gazali işte bunu başarır Tehafüt el-Felasife'si ile. Zaten Gazali'den yaklaşık yüzyıl sonra İbn Rüşd, bu kez İbn Sina'yı püriten Aristocu bakışla eleştirecektir.

Tehafüt geleneğinin kurucu ruhu
Soracağımız soru bu yüzden son derece açıktır: Tehafüt el-Felasife gerçekten felsefi düşünmeyi sakatlamış bir eser midir? Yoksa İslam inancı, kültürü ve medeniyeti çerçevesinde felsefi bir tartışmanın nasıl yapılacağını bize göstermiş, kendisinden sonra da bu yolda birçok önemli düşünürün ortaya çıkmasına imkan sağlamış bir eser midir? Sırf İbn Rüşd'ün Tehafüt et-Tehafüt'ü ya da Osmanlı dünyasında oluşan Tehafüt geleneği değil bu soruyu sorarken gözettiğimiz eserler silsilesi, onlarla birlikte Fahreddin Razi'den Sadreddin Konevi ve Kutbuddin Şirazi'ye, hatta günümüze dek süren bir düşünme geleneği... Sadece felsefi düşünceler üzerinde değil kelamdan tasavvufa, edebiyattan diğer alanlara etkisini görebileceğimiz kurucu bir eserdir Tehafüt el-Felasife. İslam medeniyeti dairesi içinde kendisinden sonraki felsefi-bilimsel düşünmenin üzerinde kalıcı bir etkisi olduğunu bildiğimiz bu eseri bize, felsefi düşünmenin tümüyle reddedildiği bir eser olarak algılatmaya çabalayan oryantalist bakışın iğvalarını daha fazla sözkonusu etmeden söylemek gerekir: Gazali'nin Tehafüt- el Felasife'si tıpkı Farabi'nin Medine-tül Fazıla'sı, İbn Sina'nın Mantık-ül Meşrikiyyin'i ya da İbn Haldun'un Mukaddime'si, İbn Tufeyl'in Hayy bin Yakzan'ı gibi keşfedilmesi gerekli birçok zenginliği içinde barındıran muazzam bir eserdir. Bu eserlerin birbirinin devamı ya da muarızı olmaları bu zenginlikleri gölgelememizi gerektirmez.
İbn Sina'nın yer yer Neo-Platonculukla harmanlanmış Meşşai düşüncelerini kendine eleştiri nesnesi seçen İmam Gazali eserinde üç hususta filozofların küfre girdiğini, on üç hususta da doktrinlerinin kabul edilemez olduğunu sarahaten belirtir. Neo-Eflatuncu 'sudur teorisi'nin Kur'ani 'yaratma' kavramının yerine geçirilmesiyle "alemin kadimliği iddiası"nın ileri sürüldüğünü ortaya koymaya çalışan Gazali, filozofların böylelikle, bir tür zorunluluktan dolayı alemin Allah'tan sudur ettiğini iddia ettiklerini belirtir. Filozofların ikinci iddiası ise Allah'ın cüzileri bilmesinin inkarını içerir. Gazali'nin filozofları din dışına çıkardığını düşündüğü üçüncü iddialarının konusunu da cismani haşrin inkarı oluşturur. Gazali'nin bu çözümlemelerinde Neo-Eflatuncu sudur teorisinin temel işleyişini, İbn Sina'nın kavramlarındaki birçok dakikliği de gözden kaçırdığı açıktır. Ama yazımızın konusunun Gazali'nin çözümlemelerinin nihai doğruluğu ya da yanlışlığının olmadığını belirtmemiz gerekir. Esasında sonraki asırlarda gelişen Tehafüt tartışmalarını mümkün kılan da budur. Bizim için gerekli olan, medeniyetimizin günümüze dek yer yer şedid, yer yer şefkatli bu 'söyleşi ortamı'na; Farabi, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşd, İbn Miskeveyh, İbn Arabi, Sadreddin Konevi, İbn Haldun vb. keskin zekalarının oluşturduğu bu büyük 'meclis'e sinen kurucu ruha saygı duyabilmektir.
Cins, Mart, 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder