25 Nisan 2018 Çarşamba

Neden Müslümanların imgeyle ilişkisi ikonoklazma ile açıklanıyor?

2 Mart 2001’de Taliban yönetimi Afganistan’ın Bamyan şehrinde bulunan ve dünyanın en yüksek heykelleri olarak bilinen iki Buda heykelini yok etti. 30 Eylül 2005’te Danimarka’da yayınlanan muhafazakâr bir gazete Hz. Peygamber’i tasvir eden, Müslümanların saldırganca ve hakaretamiz bulduğu bir dizi karikatür yayınladı. Dünyanın birçok şehrinde Müslümanlar bu durumu protesto etti ve Danimarka elçiliklerine saldırılar düzenlendi. Bu protestolarda 200’den fazla insan da hayatını kaybetti. Dönemin Danimarka Başbakanı karikatürlerin yayınlanmasının ifade özgürlüğünün bir parçası olduğunu iddia ederek yaşanan aleyhte olayları İkinci Büyük Savaş’tan beri Danimarka’nın başına gelmiş ikinci büyük felaket olarak yansıttı. Geçtiğimiz yıllarda DEAŞ’ın Suriye’de antik eserleri yok etmesi ya da Batı’da üretilen Müslümanları ve Müslümanların hürmet gösterdiği değerleri aşağılayan sözüm ona çeşitli sanat ve sinema eserlerine Müslümanların gösterdiği tepkiler gibi birçok olay sürekli dünya kamuoyunun gündeminde kaldı.
Bu ve buna benzer olayları merkeze alan Nuh Yılmaz, Müslümanların ‘imge sorunu’yla ilişkilerini ifade etmek için yaygın bir biçimde kullanılan “İslami İkonoklazma Tezi”ni sorguluyor. Yılmaz’ın bu sorgulamasına rehber seçtiği temel soruları şunlar: Neden Müslümanların imge ile ilişkisi ikonoklazma (imge kırıcılık) ile açıklanıyor? Neden başka millet, din ya da toplulukların imgeye dair tasavvur ve eylemleri siyasal, toplumsal ve tarihsel olaylar çerçevesinde bir anlama kavuşturuluyor da söz Müslümanlara gelince tartışma teolojik bir düzeyde ele alınıyor? Neden Müslümanların imgeyle ilişkileri varlık-yokluk uzlaşmaz çelişkisi ile açıklanıyor?
Batı’nın dış sınırları
İslami ikonoklazma tezini oluşturan iktidar ilişkilerini, iktidar yatırımlarını, bu söylemin oluşmasına ve ortaya çıkmasına katkı veren tarihsel-sosyolojik kurumları, bu söylemin teşekkülündeki önemli anları ve kırılma noktalarını Michel Foucault’nun geliştirdiği soykütüğü yöntemiyle deşerek, bu tezin Avro-Amerikan söyleminde Müslümanların imge ile ilişkilerini tarif eden bir iktidar söylemi olduğu sonucuna ulaşan Nuh Yılmaz bu tez sayesinde Avrupa’nın kendi imge dünyasının sınırlarını belirlediği bir imge ekonomisi geliştirdiğini savlıyor. Bu imge ekonomisinin her ne kadar Müslümanlar ve İslam’la ilgili olduğu zannedilse de aslında Avrupa’nın kendisi, Avrupa kimliği ve Avrupa fikrinin doğuşuyla yakından irtibatlı olduğunu ortaya çıkaran Yılmaz, böylelikle bu tezin Müslümanları ya da ikonoklazmayı değil, Batı’nın dış sınırlarını teşkil eden muhayyel alanı tarifle ilgili olduğunu belirtiyor. Yılmaz’a göre tez, İslam ile değil, Batı ile bilhassa Ortaçağ’daki Hıristiyan dünyası dahil, modern dönemde sekülerleşip evrenselleşerek Avrupa’ya dönüşen seküler evrensellik sistemi ile ilgili.
Müslümanların imge ile ilişkilerinin bu tez dolayımıyla açıklanma girişimlerindeki tarihsel, siyasal endişe ve kaygıları, bu tezle Avrupamerkezciliğin kendisine sağladığı politik pratik kârları da analizi boyunca sürekli göz önünde tutan Yılmaz, tezin en nihayetinde Batı’nın tüm tikelliklerden sıyrılmış, zamansız-mekansız ve işaretlenmemiş bir evrensel model olduğu, yani Batı anlatısının evrensel ve tek hikaye olduğu, bu anlatının dışında kalan ya da onun dışladığı tüm diğer hikayelerin ise anlatılmaya değmez, gayrımeşru ve hatta belki de hiç olmadıkları şeklindeki iddiayı formüle etmeye yaradığına işaret ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder