7 Ocak 2019 Pazartesi

Hakikaten korkuyoruz!


Allah'tan en çok korkanların alimler olduğunu vurgulayan bir geleneğe mensubuz. İlmin ve Allah korkusunun övüldüğü bir gelenektir bu. Kitab-ı Kerim hepimize Allah'tan en çok korkanımızın en bilginimiz olduğunu söyler çünkü. Böylelikle tüm bilginin hem miyarını hem de özünü Allah korkusunun oluşturduğunu söyleyebiliriz. Kısaca, Allah'tan korkmak en asli bilgidir. Bu bilgi, takvadır. Bunu söylemekle bu bilginin, dilimizin alıştığı kalıplarla ifade etmek gerekirse, teorik bir bilgi olmadığını da söylemiş oluyoruz. Elbette korku da teorik bir korku değildir. Varoluşumuza sinmiştir tamamen. Eğer takva sahibi biri olarak nitelendiriliyorsak bütün eylem ve edimlerimizde, davranış ve söylemlerimizde izi görülür bunun, görülmelidir.
İster dini ilimlerde isterse sair ilimlerde bilinmedik hiçbir mevzu kalmayacak şekilde bilgi sahibi olunsa da (bunu mümkün görmüyoruz elbette, ne kadar çok şey bilirsek bilelim, bildiklerimizin çokluğu bize bilmediklerimizin çokluğunu da gösterecektir) bu durumun 'alim' sayılmaya yetmeyeceğini gösterir Allah korkusu taşıyıp taşımamak. Allah'tan korkanın, başka hiçbir şeyden korkmayacağını da vurgulamak gerekir. Takva sahipleri en bilgili olanlarımızdır ve onlar korkulması gerekenin sadece Allah olduğunu bilirler. Burada bilmek ile korkmak arasında bir korelasyon olduğunu görmemiz gerekir. Allah'ı, onun rahmet ve gazabını, buna karşı kendi acziyetlerimizi ve günahlarımızı bilir ve korkarız. Ancak bu korku, zannedildiği gibi katıksız bir korku değildir. Allah'ı, onun rahmet ve gazabını bilmemiz aynı zamanda onun Gafur-ur Rahim oluşundan mütevellit olarak bizi bağışlamasına ilişkin umut ve talebimizi beraberinde getirir. (Havf ve reca.)
Buraya kadar korkuların özünü bilgisizliğin oluşturduğunu söyleyen bakış açılarına ters bir istikamette yürüdüğümüz fark edilecektir. Bu bakış açılarına göre insanın bildiklerinden değil, bilmediklerinden korkması gereklidir. Yani tabiattan, hayvanlardan, diğer insanlardan ve en çok da kendi bilinmezliklerimizden (ölümümüzden) korkmamız gerekir; çünkü bütün bu sayılanlar taşıdıkları karanlık taraflarla, o meş'um belirsizlikleriyle tehdit ederler bizi. Bu bakış açıları insana varolmanın korkmak olduğunu hatırlatır.
İnancımız ve geleneğimizin tanımladığı bilgi ve korku denklemi ile  varoluşun karanlık, belirsiz yanlarına vurgu yapan bakış açılarının kurduğu bilgi ve korku denklemi arasında bir zıtlık olduğu görülecektir hemence. Varoluşun (tabiatın, insanların, kendimizin taşıdığı karanlıkların) belirsizliğinden kaynaklanan korkunun sebebi bunlar hakkındaki bilgisizliğimizdir. Belirsizliği tehdit olarak gören bu bakış açısı bilgiyi, bize bu tehdidi yönelten düşmanla savaşmanın bir aracı sayar. Varolmak neredeyse düşman olmak, düşmanlarla çevrili bir halde olmaktır bu anlayışlara göre. Bu düşmanları yenmenin, bu düşmanlıkları alt etmenin yolu olarak görünür bilmek. Ne kadar çok şey bilirsek o kadar da az korkacağızdır. Burada bilgi ile korku arasında ters bir korelasyon kurulduğu fark edilecektir. Bu anlayışlar bilmenin korkuyu da giderebildiğini savlamaktadırlar. Bu anlayışların bilmekten kasdı o yüzden hakim olabilmektir. Bilgi karanlıkları, loş kuytuları aydınlatan, aydınlatarak karanlığı sınırlayan, o karanlığı, o loşluğu ışığın eriştiği menzilin gerisine püskürten bir meşale, böylelikle kararlı bir güç, kararlı bir savaş mekanizmasıdır onlar için. Bu meşalenin adı yer yer 'aklın doğal ışığı'dır, yer yer 'bilim'dir, yer yer ise 'düşünce.' Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, hangi organizasyona dahil edilirse edilsin taşıdığı melekelerden korkan insanın bu melekelerle savaşmasının aracını yine aynı melekeler olarak görmesi ilginçtir.
Bu anlayışlar için tabiatın, insanların, kendi derinliklerimizde taşıdığımız kuşku, kaygı ve endişeler yumağının belirsizliğinde ortaya çıkan sonuçtur korku. Bu korkuyu altetmenin yolu bu belirsizliğin ortadan kaldırılması, bilinemeyecek hiçbir şeyin kalmamasıdır. Bilinemeyecek olanlar da -varsalar bile- yok kabul edilirler. Onlar olmadıkları için, yok sayıldıkları için bilinebilir de değillerdir. Neyi nasıl bilebileceğimizi bile bilen bir bilgi anlayışıyla karşı karşıyayızdır yani. Bu bize neden nasıl korkabileceğimizi bile korkuyla fısıldayan bir korkudur sonuçta. Hangi şeyden neden korktuğunu bile bilemeyecek bir durumda olan bir korku. Çok şey bilerek bu korkuyu gidermek isteyen bir korku. Korkmamak için korkmaz görünen korku. Korkunun kaynağının belirsiz olduğu bir korku. Hiçliğin korkusu.
Kendi sınırlılıkları içinde bu anlayışların güç ve metanet bulduklarını, kendilerini koruduğunu ve yükselttiğini, korkudan arındırdığını savladıkları şeyin bizzat kendilerinde yeni düşmanlıkları ihdas etmesidir hiçlik. İnsanın korkamayacak kadar korku içinde olduğu, bilemeyecek kadar bilgiye gömüldüğü bir hal.
Bilgi ile korku arasında kurulan ters korelasyonun bizi getirdiği bu uçurumun kıyısında durup uçurumu seyretmeli miyiz yoksa ötelere, daha ötelere geçebilmenin yolunu mu aramalıyız? Çoğu kişi, uçurumun içine atlamayı tercih ediyor; biz ise uçurumun üstünden atlayarak geçmeyi öneriyoruz. Çünkü korkulması gereken o "uçurum" değil, korkulması gereken "karanlık" değil; biz de korkmamak için korkmaz görünenlerden değiliz; hakikaten, hakikatten korkuyoruz! (ÇETO, 6, 2018)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder